Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
MuratKEREMk
MuratKEREMk

Mus‘ab bin Umeyr: Gül Kokulu Yiğit

Yorum

Mus‘ab bin Umeyr: Gül Kokulu Yiğit

0

Yorum

4

Beğeni

0,0

Puan

133

Okunma

Mus‘ab bin Umeyr: Gül Kokulu Yiğit

Mus‘ab bin Umeyr: Gül Kokulu Yiğit

Mus‘ab bin Umeyr: Gül Kokulu Yiğit

Yazar: Murat Kerem



Ateşten Bir Yolun Başında

Dün şehrin en şık genci, herkesin hayran olduğu bir delikanlı… Elbiselerinden kokuya, ayakkabılarından yürüyüşüne kadar Mekke’nin sokaklarında göz kamaştırıyordu. Bugün ise Uhud’un kızıl topraklarında, yırtık bir kefene bile sarılamadan toprağa düşmüş… Aynı insan, iki farklı tablo, tek bir hakikat! İşte Mus‘ab bin Umeyr’in hikâyesi, gençliğin süsünden imanın özüne uzanan bir ateş yürüyüşüdür.



Dünyalığın İçinde Bir Gonca

Mekke’nin dar sokaklarında zarif bir genç yürürdü. Elbiseleri en şık kumaşlardan, kokusu uzaktan hissedilirdi. Mekke’nin genç kızlarının kalbi ona kayardı; çünkü o, Kureyş’in en zengin ailelerinden birinin evladıydı: Mus‘ab bin Umeyr.

Ama hayatın süsleri bir gün savruldu. Mus‘ab’ın kalbi hakikat ile tanıştı. O günden sonra onun adı, artık ipekler içinde bir genç değil; iman uğruna her şeyini feda eden bir yiğit olarak anıldı.

Kur’ân insana sorar:
“İnsan üzerinden öyle bir zaman geçti ki, o an zikre değer bir şey değildi.” (İnsan, 76/1) [1]
Mus‘ab’ın da zikre değer oluşu, iman ile başladı.



Gizli Bahçelerin Çiçeği

Dârü’l-Erkâm’ın sessiz kapısından içeri giren gençlerden biri de Mus‘ab’dı. Kalbi Kur’ân’ın nurlarıyla ışıyınca dünyası değişti. Ama imanını gizlemek zorundaydı. Çünkü annesi, Mekke’nin en güçlü kadınlarındandı ve oğlunu zincirlerle evine hapsetti.

O günden sonra Mus‘ab’ın üzerinde gördüğümüz elbiseler, Mekke’nin şatafatlı kumaşları değil; sade, yamalı giysiler oldu. Fakat onun yüzü, ipeklerden daha parlak, kokusu misklerden daha güzeldi.

Bir müellifin ifadesiyle: “O, dün Mekke’nin gözdesiydi, bugün ise Allah Resûlü’nün davasının en parlak yıldızı oldu. Dünyanın süsünü bırakınca, kalbine hakikatin nurunu giyindi.”



İlk Öğretmen, İlk Elçi

Medine’nin bağrında İslam’a davet yankılanırken, Resûlullah (s.a.v.) oraya kimi göndereceğini düşündü. Bir ordu değil, bir muallim gerekiyordu. İşte bu vazifeye Mus‘ab seçildi.

O günlerde kaleme alınan şu tespit, Mus‘ab’ın misyonunu çok güzel anlatır: “İlk elçi bir gençti; ama öyle bir genç ki, gönüllere Kur’ân’ı nakşediyor, sözleriyle şehirlerin kaderini değiştiriyordu.”

Evs ve Hazrec kabilesinin gençleri onun yanında Kur’ân dinledi, Sa‘d bin Muaz gibi büyükler onunla imanla tanıştı. Bir şehrin çehresi, tek bir gencin diliyle değişti.

Kur’ân buyurur:
Allah’ın davetine çağıran ve salih amel işleyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 41/33) [2]
İşte o davet eden ses, Mus‘ab’ın sesiydi.



Akabe Biatı: Tarihin Dönüm Noktası

Mus‘ab’ın Medine’deki gayretleri kısa zamanda meyve verdi. Bir yıl sonra hac için Mekke’ye gelen 73 erkek ve 2 kadın Müslüman, gece yarısı gizlice Akabe mevkiinde toplandı. Yanlarında Mus‘ab da vardı [3].

Resûlullah (s.a.v.), yanına amcası Abbas’ı da alarak toplantıya katıldı. Abbas henüz Müslüman olmamıştı; ama yeğenini seviyordu. Medinelilere dönüp şöyle dedi:
“Ey Hazrecliler! Muhammed’i korumaya karar verdiyseniz bilin ki, o bizim en değerlilerimizdendir. Eğer bu işin hakkını verecekseniz tamam; ama eğer terk edecekseniz, onu şimdiden bırakın ki üzülmesin.” [4]

Sonra Resûlullah (s.a.v.) söz aldı. Onlara İslâm’ı, tevhidi ve sorumluluklarını anlattı:
“Bana, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi beni de koruyacağınıza, malınızla canınızla bana sahip çıkacağınıza dair söz verin.” [5]

Medineliler topluca ayağa kalktı. Ellerini Resûlullah’a (s.a.v.) uzattılar. İlk sözü Es‘ad bin Zürâre aldı:
“Ey Allah’ın Resûlü! Vallahi biz seni, ailemizi koruduğumuz gibi koruyacağız. Sana biat ediyoruz. Bizim için bu yolda malımız da, canımız da feda olsun.”

O esnada Abdullah bin Revaha sordu:
“Ey Allah’ın Resûlü! Eğer biz bunu yaparsak bize ne var?”
Resûlullah tebessüm etti:
“Cennet.” [3]
Onlar da:
“Ne güzel alışveriş! Artık bu akdi bozmayız.”

O gece Mus‘ab, gözlerinde yaşlarla duruyordu. Bir yıl boyunca Medine’de ektiği tohumların meyveye dönüşmesini izliyordu. Bir gencin omuzlarında taşınan Kur’ân dersi, artık bir ümmetin temel taşı haline gelmişti.



Uhud’da Sancağın Gölgesinde

Uhud günü… Mus‘ab, Resûlullah’ın sancağını taşıyordu. Sağ kolu kesildi, sancağı sol eline aldı. Sol kolu da kesildi, gövdesiyle sardı. Şehadet şerbetini içerken dilinde şu vardı:
“Muhammed yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti…” (Âl-i İmrân, 3/144) [6]

Sancağı yere düşürmedi. O düştü; ama ümmet ayağa kalktı.

Onun cenazesine gelince… Bir tek kefenlik vardı. Başını örtseler ayakları açıkta kalıyordu, ayaklarını örtseler başı… Resûlullah (s.a.v.) gözyaşlarını tutamadı:
“Ey Mus‘ab! Sen Mekke’de ana-babanın en sevgili evladıydın. Bugün ise kefenin bile yok!” [7]

Bir gönül eri şöyle der: “Uhud’un şehidi Mus‘ab, kefensiz gitti ama arkasında bir ümmetin imanını kefenledi. O kefen, bugün bile bizi sarıyor.”



Bir Gülün Mirası

Mus‘ab’ın hayatı, bir gülün serüveni gibidir. Önce şatafatlı bir sarayda açtı. Sonra yaprakları döküldü, dikenleriyle imtihan oldu. Ama kokusu, kıyamete kadar sürecek bir iman kokusu bıraktı.

Onu anlatan bir sözde şöyle denir: “Mus‘ab bin Umeyr, gençliğini, malını, güzelliğini ve hayatını Allah yoluna feda eden yiğittir. Onun hatırası bize der ki: Dünya için değil, hakikat için yaşa. Zenginliğin değil, duruşun seni değerli kılar.”



Bugünün Gençlerine Mus‘ab’ın Mesajı

Mus‘ab, bu çağın gençlerine şunu söylüyor:
“Markalar, arabalar, sosyal medyanın alkışları… Bunlar bir gün söner. Ama kalbine yerleşen hakikat ışığı, seni kıyamete kadar ayakta tutar. Ben ipekleri bıraktım, kefensiz gittim; ama cennetin gül kokusuna kavuştum. Siz de kendi Uhud’unuzda sancağı yere düşürmeyin.”

Onun hayatı bir davettir: İmkânı olanın imkânıyla, gücü olanın gücüyle, kalemi olanın kalemiyle… Ama mutlaka hakikat uğruna yaşamak!



Kaynakça

[1] Kur’ân-ı Kerîm, İnsan, 76/1.
[2] Kur’ân-ı Kerîm, Fussilet, 41/33.
[3] İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebeviyye, c.2, s.41, 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.322.
[4] Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk, c.2, s.353.
[5] Buhârî, Sahîh, “Menâkıb”, 45.
[6] Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmrân, 3/144.
[7] İbn Sa‘d, Tabakât, c.3, s.116.

Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Mus‘ab bin umeyr: gül kokulu yiğit Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Mus‘ab bin umeyr: gül kokulu yiğit yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Mus‘ab bin Umeyr: Gül Kokulu Yiğit yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL