0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
125
Okunma
Huzurevinin uzun koridorları sessizdi. Sadece duvar saatinin tıkırtısı ve arada yankılanan ayak sesleri duyuluyordu. Her odada bir başka hayat, bir başka hüzün saklıydı. Çoğu yaşlı, geçmiş günlerin hatıralarıyla yaşıyor, kimi fotoğraflara, kimi bir eşyanın kokusuna sarılıp avunuyordu.
O odalardan birinde, çınar ağacına bakan küçük penceresiyle yaşlı bir kadın oturuyordu. Saçları aklara bürünmüş, gözleri umutla ufka kilitlenmişti. Her gün aynı saatte pencerenin önüne geçer, ağacın dallarında öten serçeleri izlerdi.
— “Bu gün de gelmediler…” diye fısıldadı dudaklarından.
Hafızasında çocuklarının küçüklüğü canlandı: Sobalı evde koşuşturan ayak sesleri, sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığın fokurtusu, bir de “Anne acıktım!” diyen cılız sesler… Gözleri doldu.
“Onları yoklukta büyüttüm. Aç kalmasınlar, üşümesinler diye gece gündüz çalıştım. Kimseye muhtaç etmedim. Böyle olmamalıydı…”
Kapı aralandı. İçeriye genç bir hemşire girdi. Elinde yemek tepsisi vardı.
— “Anneciğim, yemeğiniz hazır. Çorbanız da sıcacık.”
Yaşlı kadın başını kaldırmadan pencereden dışarıya baktı.
— “Benim yemeğim çocuklarımın sesi, kızımın kahkahası, torunlarımın nefesiydi. Bunlar olmadan hiçbir lokma bana geçmez kızım.”
Hemşire sustu. Tepsiyi masaya bıraktı. İçinde bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Çalışmaya başladığından beri bu sözleri defalarca duymuştu: evlat özlemi, torun hasreti… Ama bu annenin bakışları bambaşkaydı.
Akşam güneşi kızıllığını odaya vururken, kadın ağır ağır pencereyi kapattı. Omuzları düşmüş, gözleri yorgun düşmüştü. Yatağa uzandı, yorganı başına çekti. Hıçkırıklarla “Neden Allah’ım, neden?” diye inledi. Ve ağlaya ağlaya uyuyakaldı.
Sabah olduğunda güneş yeniden odasını ısıtmaya başlamıştı. Kadın erkenden pencerenin önünde yerini aldı. Çınar ağacındaki serçelere seslendi:
— “Gidin kuşlar, gidin… Oğluma, kızıma söyleyin. Anneleri hâlâ onları bekliyor. Torunlarımı koklamak istiyor. Soframızda pişen sıcak yemekleri özlediğini anlatın. Söyleyin, ne olur…”
Kuşlar birer birer uçup giderken o umutla pencereye sarıldı. Belki bu gün gelirlerdi… Belki kapı çalınır, “Anne biz geldik” derlerdi…
Ama gün bitti, akşam oldu. Ne gelen vardı ne giden. Kadın gözyaşlarını tutamayarak kuşlara sitem etti:
— “Gitmediniz… Söylemediniz. Benim özlemlerimi taşısaydınız, onlar gelirdi. Beni yalnız bırakmazlardı.”
Sonra derin bir iç çekti. Yine de evlatlarına kızmadı. Çünkü o bir anneydi.
Huzurevinde akşam çayı saatiydi. Yaşlıların çoğu ortak salonda televizyon izliyordu. Bazıları torunlarından gelmiş eski fotoğraflara bakıyor, bazıları aynı hikâyeyi defalarca birbirine anlatıyordu. Ama o kadın odasında yalnızdı.
Bir başka yaşlı teyze hemşireye fısıldadı:
— “Bizim Hatice yine pencereye oturmuş mu?”
— “Evet teyzem. Yine kuşlarla konuşuyor.”
— “Ah evlatlar… Bizi bırakıp gidince kuşlara kaldık yoldaş.”
O gece Hatice Hanım yatağına yattığında çok yorgundu. Yorganı başına çekti, gözleri nemliydi. Sanki karanlığa bile küsmüştü.
Sabah olduğunda çınarın dallarında serçeler yine cıvıldıyordu. Ama Hatice Hanım pencereye gelmedi. Sessizlik vardı odasında. Görevli kadın içeri girdiğinde derin bir sessizlikle karşılaştı. Yatağın üzerinde huzurla uyuyan bir yüz… ama artık uyanmayacak bir yüz.
O sabah huzurevinde fısıltılar dolaştı:
— “Anne Hatice sabah uyanmamış…”
Saatler sonra, tabut omuzlar üzerinde huzurevinin kapısından çıkarıldı. Soğuk taş merdivenlerden son yolculuğa uğurlanıyordu.
Ne acıydı… “Cennet annelerin ayakları altındadır” denilmişti. Ama o cennetlik anne, evlatlarının özlemiyle, unutulmuşların evinde yalnız başına göçüp gitmişti.
Kadının Sessiz Çığlığı
Pencere önünden günleri geçer,
“Evlatlar bu gün de gelmedi” der.
Her sabah serçeyi arkadaş seçer,
“Evlatlar bu gün de gelmedi” der.
Huzur evi huzur vermez ki ona,
Haber gelmeyince ağlıyor ana.
Hasret kalmış nazlı dediği cana,
“Evlatlar bu gün de gelmedi” der.
Uçun kuşlar, uçun uzak ellere,
Işık olun görmez olmuş gözlere.
“Gayrı dayanamam” dedi bizlere,
“Evlatlar bu gün de gelmedi” der.
Çok bekledi, gelen giden olmadı,
Uçan kuşlarla bir selam salmadı.
Ömrü bitti, daha fazla kalmadı,
“Evlatlar bu gün de gelmedi” der.
Döner odasına huzur bulmaya,
Zahirim kaderim böyle olmaya.
“Ölünce gelirler miras almaya,
Evlatlar bu gün de gelmedi” der.
Tahir GÖRENLİ