2
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
223
Okunma

Geceler dünyanın derin bir nefes alabildiği tek andı. Genç, uçurumun kenarında, ayakları boşluğa sarkmış oturuyordu. Kayalar, donmuş dalgalar gibiydi. Gölgeler aniden yoğunlaştı, karanlığın içinde yaşlı bir adam belirdi. Gelen, gece rengi bir pelerin giymiş, gözleri sönmek bilmeyen iki kor parçası gibi yanan bir varlıktı. Elinde, içi karanlıkla dolu siyah pürüzsüz bir taş tutuyordu:
"Yüreğinin çatırtısını duydum. Sevginin kuyusunda kaybolmuşken, sana bir ip uzatayım dedim."
Genç korkmadı ; "Sen..."
Yaşlı adam ;"İstersen ’Yol Arkadaşı’ de. Kayıp yolların haritasını bilirim." Sesindeki tını, buz kıran bir gemi gibiydi. "Aşk denen labirentte, duvarlara çarpmaman için sana bir fener vermek istedim."
Genç, uçurumun boşluğuna bir taş attı. "Nasıl olur da bir başka insan, senin varoluşunun temeline kazınır? Bir ’ben’ nasıl ’biz’e dönüşür?"
Yaşlı adam, taşı havaya fırlattı. Taş, gencin etrafında sessizce dönmeye başladı:
"İki ağaç düşün, kökleri uzakta birbirine dokunur. Zamanla birbirlerine dokundukları yerde üçüncü bir filiz patlar. Sevgi de böyle: İki yalnızlığın dokunuşundan doğan üçüncü bir varlık."
Genç, dönen taşı gözleriyle takip etti: "Peki bu varlık neden acıyla beslenir?"
"Çünkü acı seni genişletir! Bir kabuğun çatlayıp içindeki tohuma yer açması gibi... Acı dediğin, eski sınırlarının parçalanma sesidir."
Genç, cebinden çıkardığı solmuş bir çiçeği avucunda sıktı. "O gitti. Ama nefesi sanki hâlâ burada. Bu nasıl bir olur ki?"
Yaşlı adam, peleriniyle havaya gizemli bir işaret çizdi:
"Bir çömlek ustası düşün: Çamura şekil verir, sonra eli çekilir. Ama şekil kalır. O insanın sana dokunuşu, kiline işlendi. Artık senin biçimin, onun avuç izini taşıyor."
"Öyleyse neden uzak?" diye sordu genç, çiçeği boşluğa bırakarak.
"Uzaklık bir yanılsama! İki nehir birleşip ayrıldığında, her biri diğerinin suyundan bir damla taşır. Sen aktıkça, onun damlası da seninle akar."
Rüzgar, gencin saçlarında bir girdap oluşturdu. "Bu bağ, benim seçimim miydi yoksa yazılmış bir satır mı?"
Yaşlı adam, siyah taşı ikiye böldü: İçi boştu.
"Bir tohum düşün: Rüzgâr onu nereye atarsa atsın, ancak uygun toprakta filizlenir. O insanı seçtin çünkü toprağına uygun olduğunu hissettin. O da seni seçti çünkü sende filizini görebildi. Önemli olan müziğin kaynağı değil, birlikte ettiğiniz danstır."
Gencin kökleri sökülmüş bir ot gibi sallandı: "Peki ya ayrılık? Dans bitince geriye ayrılık ve acısı mı kalır?"
Yaşlı adam ; "Dans bitmez! Bir ağaç devrilse bile, kökleri toprakta uyur. Yağmur yağdığında, başka bir biçimde yeniden uyanır."
Genç ayağa kalktı: "Peki sen? Neden bu konuda bu kadar bilgilisin?"
İlk kez yaşlı adamın gözlerindeki korlar söndü:
"Çünkü ben... dokunamayanım. Sonsuzluk, yapayalnız bir çöldür. Siz insanlar, birbirinize dokunarak çoğalırken zamanı azaltırsınız. Ben sadece olup bitenin gözlemcisi ve tanığıyım."
"Öyleyse seninle aramdaki fark bu" dedi genç, adımını boşluğa doğru attı. "Ben ektim. Sen ise sadece toprağın çatlaklarını sayıyorsun."
Yaşlı adam güldü: "Ama ektiğin sana diken getirdi!"
"Hayır!" diye haykırdı genç, rüzgâra karşı. "Diken, gülün bekçisidir. Diken yoksa, gül de yok demektir! Sende eksik olan, dikenine rağmen gülü sulayacak cesarettir!"
Gökyüzündeki bulutlar dağılmaya başlamıştı. Yaşlı adamın pelerini, ıslak toprak gibi ağırlaştı:
"Öyleyse vazgeç! Sevginin seni yaktığı bu dünyada, benim sonsuzluğumu seç!"
Genç, kemerinden çıkardığı küçük bir keseyi boşalttı: İçinden aşkının ona emaneti olan solmuş çiçeğin tohumları döküldü. Onları avucunda sımsıkı tuttu:
"O gitti, ama bana bu tohumları bıraktı. Şimdi anlıyorum: Sevgi, bir son değil... bir başlangıçtır. Acı çekmeyi reddetmiyorum..." Durdu. Tohumları uçuruma savurdu. "...Çünkü bu acı, yeni filizlerin toprağıdır. Sen ise topraksız bir sonsuzlukta hapsolmuşsun!"
Yaşlı adamın bedeni, sabah sisi gibi dağılmaya başladı: "Bu... nasıl bir mantık?"
"Basit" dedi genç, ilk kez gözlerindeki ışıltıyla. "Sen her şeyin boş olduğunu kanıtlamak için geldin. Ben ise boşluğa bile tohum ekebileceğimi seçtim. Tohumlar filizlenirken, sen hâlâ çoraklığı izleyeceksin. Benim sevgim senin çölün olamaz!"
Yaşlı adam, ay ışığında eriyen kar gibi yok olurken ; "Zekice... Ama unutma: Ben yok oluşun da mimarıyım!"
"Hayır" dedi genç ; "Sadece seçim gücümün sınırsızlığını öğrettin. Acıyı seçebildiğim için, sevginin özünü gerçekten kavradım."
Şafak sökmeye başladı. Genç, gece tohumları savurduğu kayalıklara baktı: Çatlaklarda, küçük mor çiçekler açmıştı.
"Gerçek aşk, kavuşmakta değil, ayrılığın çölünde bile toprağa inat tohum atabilme iradesindedir."
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (2)