0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
125
Okunma
Var oluş da sensin yok oluş da. İnsan kendinin farkına vardığında, dünya her zamankinden daha yavaş dönmeye başlıyor. Herkes kendi geleceğini kendi yaratır, pişmanlıklarını kendi seçer. Aslında tercih edebildiklerimize üzülürüz hep tercih edemediklerimize değil. Parmaklıklar ardında özgür de olabilirsin, dünya ayaklarının altındayken maphus da. İnsanlar hep kendi elinde olmadığını idda ettikleri şeylerden yakınırlar ya ben buna inanmıyorum. Başına gelen şey senin tercihindi ve O tercihin arkasında dik dur. Gerekirse çabala ölene kadar cabala... Dünyada kararlarının arkasında duramamaktan daha aşağılık bir mertebe yoktur. Gerekirse ruhunu çürütsün o karar, benliğini silip atsın. Ama vazgeçme vazgeçemezsin. Yanlış kararlar sonucu yaşadığımız hayat, elimizde olmayan sebeplerle kurduğumuz hayattan daha tiksinçdir fark ettiniz mi? İnsanlar aslında kendine uygun olmayan hayatı yakıştırır ve sonra mutsuzum der. Hayır, aslında sadece aşşağılıksınız. Düşünebilme yetimiz ise bizi hayvanlardan daha aşşağılık kılıyor ki hayvanların aşşağılık bir yanı yoktur. Oysa insanın içinde bir ateş yanar. Kendi kendine körüklediği ve sonradan öğrendiği zalim bir ateş yanar. Kendine veya bir başkasına eziyet ettikçe büyür bu ateş. Kendini üstün bir varlık sanma arzusu ile içine düşer. Ne kadar zayıf olduğumuzu ben ve birkaç kişi fark ettik sanırım. Fark ettikçe yöneldik sanata ve topluma. Sanat toplum içindir diyenler oldu ve içlerindeki ateş bir anda harlandı. Sanat sanat içindir diyenlerinki ise ötekilerden daha çok yandı. Oysa sanat bir ihtiyaçtı. Su gibi, ekmek gibi bir ihtiyaçtı hâlâ ruhunu kaybetmemiş olanlar için. Toplum onu da bizden aldı aynı doğayı ve hayvanlığımızı aldığı gibi. Aşşağılık insan sürüsü bir türlü kabul edemedi kendisini, varoluşunu... Hep bir adım ileri gittiklerini düşündüler. Oysa ters yönde gidiyorlardı. Kararları ve tercihleri yoktu. Kendilerine yazılan hayatı oynayıp sefilce öldüler. Ve bu döngü asla bitmedi.