0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
105
Okunma
Çocukluğun Mahalle Kokusu
Ne güzeldi eski çocukluk yılları…
Oyunlarımız vardı, kahkahalarımız vardı, dostluklarımız vardı. Mahalle aralarında yankılanan “saklandım, hadi gel bul!” sesleri, bilyelerin kaldırım taşlarına çarpıp çıkardığı tıkırtılar, gazoz kapaklarının birer hazine gibi ceplerimizde saklanması… Hepsi, hayatımızın en saf mutluluklarına açılan kapılardı.
Acıktığımızda eve girmek yerine camı tıklatırdık. Annelerimiz, ekmeğe bir parça salça sürer, üzerine azıcık yağ gezdirirlerdi. Biz de o ekmeği bir bardak suyla öyle bir iştahla yerdik ki, sanki en zengin sofranın başındaymışız gibi hissederdik. Çünkü o ekmeğin tadında emek, sevgi ve çocukluğun doyumsuz neşesi vardı.
Hiçbir oyuncağımız çok pahalı değildi, hiçbir oyunumuz da karmaşık değildi. Çelik çomakta bir tahta parçası, saklambaçta karanlık bir köşe, bilyede küçük cam toplar… Ama hepsi bize dünyaları verirdi. Oyunlarımız sadece vakit geçirmek değildi; paylaşmayı, sabretmeyi, kazanmayı ve kaybetmeyi öğretirdi.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda anlıyoruz ki, en kıymetli hazineler o yıllarda gizliydi. Telefonlarımız, tabletlerimiz, internetimiz yoktu belki ama dostluklarımız, komşuluklarımız ve içimizi ısıtan kahkahalarımız vardı. Çocukluk dediğimiz şey aslında mutluluğun en yalın hâliydi.
Ve biz büyüdükçe anladık ki:
Hayatın gerçek zenginliği, çocukken ekmeğe sürülen bir kaşık salçanın tadında saklıymış.
5.0
100% (1)