Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Tevfik Tekmen
Tevfik Tekmen
VİP ÜYE

İkisi Arası Beş Dakika

Yorum

İkisi Arası Beş Dakika

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

156

Okunma

İkisi Arası Beş Dakika




Masal masal nanik-i. Tırnağı var kaç iki. Pireler berber iken. Develer tellal iken. Ben nenemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Nenem de ölmüş yaşı Doksan Üç iken… Evvel zaman içinde, saman kalbur içinde. Masal bu ya, bir varmış bir de yokmuş…

Uzak değil yakın bir yerde, yanımızda, hemen dizimiz dibinde bir ülke varmış. Bu ülkenin adı da Durkiya imiş.

Çok çok eskiden değil sene milat sonrası İki Bin Sekiz iken. Ve bu ülkeyi başbakan değil padişah bozması biri yönetir iken. Ama bu koca ülkeye başındaki kavuk değil etrafındaki dalkavuklar yönetir iken…


Aylardan Ağustos…

Pireler saçta sakalda cirit atıp gezer iken. Develer mahalle mahalle park bahçe, cadde sokak seyri sefa eder iken… Yani, bu büyük ülkenin baş şehri Angora’da ellerinde çivili sopalar ile boy pos salını sallana gezer iken gide gide Keçidöven’e gitmişler. Keçidöven Angora’nın bir ilçesi imiş. Küçümencik de bu ilçenin küçük bir büfesi imiş. Büfenin vitrini ışıl ışıl. Rakılar, şaraplar, biralar ve de başkaları öyle ayan beyan gözükmekte imiş…

Devriye gezen iki deve, köşe başındaki bu küçük büfeyi görmüşler. Görür görmez hemen cinlenmişler. Yani, tepeden tırnağa sinire kesmişler.
Beriki deve öteki deveye:
"Vay anasını ulan!" demiş.
Öteki de berikine:
"Ne var klon kardeş?" demiş.
Sözde beriki, vitrindeki içki şişelerine çok içerlemiş. Bu sebepten ötekinin söylediği sözü hiç mi hiç işitmemiş. Koca ayaklarıyla yeri şöyle bir tepmiş, elindeki çivili sopayı sallayarak havada bir yay çizdirmiş. Ve ötekine: "Hiçbir şey sorma, hele gel peşimden!" demiş.

Yürüyüp gitmişler, kapıya koca bir tekme kütletmişler. Selam bile vermemişler. Önlerinde eşek yok onları yetsin, yanlış değil doğru yola sevk etsin paldır küldür Büfe Küçümene girmişler. Büfeci Küçümeni tepeden tırnağa şöyle bir süzmüşler. Sonra hâl hatır bile sormadan; "Bu gece vakti sen ne satıyorsun bakalım?" demişler.
Büfeci, önce küçük bir şaşkınlık geçirmiş. Çabuk çakmış meseleyi, hemen kendine gelmiş. "Hemşerim…" demiş onlara ve devam etmiş. "Siz ikiniz iki devesiniz. Sanırım yanlış yere geldiniz. Burada deve dikeni yok. Sığırkuyruğu, süpürge otu, gürgen dalı, meşe yaprağı… Davul tozu, minare gölgesi; öyle bir şey de yok. Çikolata var; versem yemezsiniz. Kurabiye var; yeseniz şişmezsiniz. Dondurma yalasanız desem; yalama oluruz diye sitem edersiniz. Süt var, bisküvi var, oo daha neler neler var! Raflar dolu, dolaplar dolu; say say bitmez. Büyükler içer diye tütün var. Bebeler emer diye emzikler var. İkizlere takke, kellere şapka, hacılara takke, hamamcılara takunya bile var ama ayaklarınız çok büyük, size uygun gelmez. Sizin koca kulaklı karakaçan nerede? İpinizi salıp gitmiş bilmem hangi Cehenneme! Galiba yanlış yere geldiniz, durun sizi ben çekeyim de gidin kendi memleketinize!"
"Kes, kes!" diye bağırmış develerden beriki, büfeci küçümene. Öteki de berikinden arkalanıp baba hindi gibi kabarmış. Yüzü başka yerde, sözde önü çağdaş medeniyette, aklı fikri dünya nimetlerinde, aslında karman çorman siyasetler içinde, iki dere bir ara yerdeki deve, yalancı padişah yüzünden acayip ikilemler içindeyken Küçümene kızıp bağırmış: "Söyle bakalım bunlar ne?"
"Bunlar içki…" demiş büfeci Küçümen. "Bu" demiş "Arpa suyu. "Bu" demiş "Üzüm suyu. Rakı, viski, votka… Hepsinin içi rahatlatıcı dolu… Hepsi de bir meyvenin kızı, oğlu, ya da torunudur ama size dokunur. Siz meyve yiyin ama sakın ha suyunu içmeyin. Aslında anlamadım, burada işiniz ne? En iyisi gidin sarı çöle de iğneli diken dişleyin. Durun size yol göstereyim, burada boşu boşuna beklemeyin…"
"Kes, kes!" diye bağırmış develerden beriki.
"Sen böyle ne ukalasın?" demiş ötekisi. "Biz rakıyı da biliriz, şarabı da biliriz ama haramdır diye içmeyiz. Kör bir nefis yüzünden günaha girmeyiz. Kitap yasaktır yazmış bunlara, sen söyle bakalım niye satıyorsun bunları şeytana uymuşlara? Saat kaç oldu bak! Kapat dükkânı! Her şey kalsın burada, hadi git evine de zıbarıp yat!"
Büfeci Küçümen:
"Deve kardeş…" demiş develerden birisine "Satan da biir satmayan da… Alan da biir almayan da… İçen de biir içmeyen de… Yarın bir gün herkes ölecek. Herkes önü sonu bir karış toprağın altına girecek. Ölen ölecek, ölmeyenler ölenin arkasından ne diyecek? İyi bilirdim mi? İyi bilirdim lafı iyi de içinden ya rahmet dileyecek ya da ağız dolusu sövecek. Size ne bana ne kime ne?"
"Kees kes!" demiş öteki deve, büfeci Küçümene. "Yalan yanlış şeyler söyleme! Çokbilmiş gibi ukalalık etme! Hele hele şer-i hükümlere sakın ola karşı gelme! Süren bu kadar, artık zaman doldu. Kapat bakalım dükkânı, kapını da bir güzel kitle."
Öteki deve de: "Unutma!" diye ilave etmiş, "Vitrin ışıklarını da söndür. Bu zıkkımları kimselere gösterme. Sen sen ol bundan sonra aklını başına devşir, sakın ola şeytani isteklere yüz verme!"
Anlaşılan büfeci Küçümen, bütün bunlara aldırış etmemiş. Develere pek de önem vermemiş. Galiba bütün söylediklerini kulak ardı etmiş. İki iskemle çekmiş ikisinin önüne; "Hele oturun az." demiş. Kendisi de tezgâhın ötesine geçmiş. Duvardaki tik tak eden saati kontrolcü iki deveye göstermiş; "Daha erken" demiş, "Birer acı kahve içelim birlikte. Üstüne de duman tüttürelim. Tüttürü dükkân içinde iki kelam edelim..."
Develer başlarını kaldırıp kör gözlerle duvara bakmış. O zaman saat On İkiye On varmış. Ikına sıkına oturmuşlar iskemlelere. "On dakikan var bak!" demişler alenen içki satan esnaf Küçümene. Büfeci pişirip getirmiş, devriye gezen kontrolcü develere birer kahve ikram etmiş. Höpürdetip içerlerken de onlara şöyle bir hikâye dinletmiş:
"Bakın deve kardeşler!" demiş onlara. "Ben anlatayım, siz dinleyin. Sonra kendi kararınızı kendiniz verin. İster gidin Cennete, isterseniz Cehenneme. İster serin yeşil bir dere dibine, isterseniz sıcak sarı çöl bir yere…"
Beriki deve kahveyi bir dikişte değil ama gâvurdan kaçar gibi hızlı içmiş. Büfeci Küçümene gene "Kees!" demiş. "Çoğu gitti azı kaldı. On İkiye çok az kaldı. Üç dakikan var anlat bakalım!"
Küçümen, devam etmezden önce şöyle demiş: "Siz içki içmez misiniz?"
"Tövbe hâşâ! Biz hem içmeyiz hem de içenlerin iflahını keseriz. Duydun mu; biz adamın ocağına incir ağacı dikeriz. Haydi anlat!"
Küçümen, tezgâhın arkasındaki yüksek taburesine oturup bir yandan da kırk yıl hatırlı kahvesini midesine lüpletirken anlatmış:
"İkisi arasında beş dakikacık varmış…" demiş önce. Söze böyle başlamış. Develer bundan pek bir şey anlamamış. Sonra şaşkın bakışlı develere o hikâyeyi zikretmiş. "Mezarlık içkicileri varmış çok uzak bir köyde. Bir gün toplanmışlar beş-altı kişi, mezarlık dibine gitmişler. Halil İbrahim’i yere sermişler, ne Allah verdiyse; fındık, fıstık, leblebi; derin muhabbetler içinde bir güzel şarap içmekteymişler. İşte bu ahvalde vakit geçmiş, zaman ilerlemiş, tam da akşam olmak üzereymiş. İkindi sonrası yani. Kuşlar dallara tünemiş, artık ötmek istemezlermiş. O zaman yel de kesilmiş, ortalık hoş bir sessizlik içindeymiş. Tam o sırada onlara kadar gelen başka sesler; ağlayışlar, yalvarıp yakarışlar, sel gibi yaşlar akıtılarak edilen feryadı figanlar; bu sebepten sessizlik birden bozulmuş. İnsanın tüylerini diken diken eden bu sesler mezarlıktan gelmekteymiş. Halil İbrahim sofrasının çevresindekiler susup bu sesleri dinlemiş. Mezarlık içkicisi diye ünlüymüşler ya, size yalan bana essah çok da merak etmişler. Nedir bu feryadı figan? Kimlerdir böyle durmaksızın ağlayan? Acaba kim ölmüş? Geride kalanlar böyle çok neden üzülmüş? Birisi dayanamamış, gidip yanlarına bakayım, sorup sualde bulunayım; bu neyin nesi kimin fesidir öğrenip anlayayım demiş. Kalkmış yanlarına varmış ki, mezarlıkta bir cenaze merasimi var. Yedi tahtadan bir tabut, iki tane imam, bir sürü insan; ölünün başı çok kalabalık… Merak ettim geldim, kimdir ölen öğrenmek istedim demiş. Cemaatten birisi üşenmeyip onu bir güzel bilgilendirmiş. İşte, ölen kimse genç birisiymiş de üzüntünün büyüklüğü bu sebeptenmiş. Peki, demiş mezarlık içkicisi o kimseye; iyi ya da kötü ben bilmem de ölen neden genç ölmüş? Öbür dünyaya erkenden göçmeyi kendisine neden uygun görmüş diye sorup sual eylemiş. Başka birisi, ıslak gözlerini oyalı mendiliyle silip ona cevap vermiş. Onun dediğine göre ölen insan daha çok gençmiş. Henüz Kırk Birinin içindeymiş. Ölmezden önce çok içki içermiş. Ciğerleri önceleri isyan etmiş. Otuz Yedisindeyken el aman dilemiş. Ama içkici onu dinlememiş. Sonra bedeni iflas etmiş ve zamansız ölümü bu sebeptenmiş...
Mezarlık içkicisi bu anlatılanları can kulağı ile dinlemiş. Ve korkmuş. O, genç yaşta ölmek istemiyor, öbür dünyaya erkenden göçmek istemiyor, hele hele ölünce bir de üstüne üstlük Cehenneme hiç gitmek istemiyor.
Hemen aklını başına devşirmiş, içkiye oracıkta tövbe etmiş. Ve oradan ayrılıp ayaklarını sürüye sürüye dönüp arkadaşlarının yanına gelmiş. Siz ister durun ister gidin, benden bu kadar, pes vallahi demiş.
Arkadaşları içmiş o beklemiş, aradan az bir zaman geçmiş. Saatine bakmış ki, tamı tamına Beş dakika geçmiş. Bu arada ilk ölü gömülmüşmüş. Üstü üç kürek toprakla örtülmüşmüş, gömücüler de sessiz sedasız kendi evlerine dönmüşmüş.
Onlar işlerini bitirip gitmişler ama yerlerine bir başka grup gelmiş. Gene feryadı figanlar, gene yalvarıp yakarışlar. Gene iki gözler iki çeşme, gene ötekiler gibi bunlarda da acı acı ağlayışlar…
Aynı kişi gene merak etmiş. Gene kalkıp gene yeni gelen cemaatin yanına gitmiş. Önce selam vermiş. Sonra ağlayıp sızlananlara baş sağlığı dilemiş. Ölen kimse kim ki? Erkek mi ya da dişi mi? Yaşlı mı yoksa bu da deminki gibi genç birsi mi?
İçlerinden birisi gözyaşlarını silmiş. Bir de derin derin iç geçirmiş. “Aaah ah!” demiş. Mezarlık içkicisi de içinden; “Vaah vah!” demiş.
Biri geldi az önceydi. Aradan çok değil beş dakikacık geçti. Demin giden içkidendi. Yaşı da çok gençti. Bu ondan da genç, acaba gidiş sebebi neydi? Bu andan itibaren içkiye bir kere daha tövbe etmiş ve ölünün ölüm sebebini sorup sual etmiş, aynı kişiden cevap istemiş. O da “sorma kardeş” demiş ona. Bu kişi Halim ve Selim idi. İçki sigara bilmez idi. Harama dil dudak sürmez, inan kardeş yaşayan bir melek idi demiş.
Tövbekâr içkici kişi; peki, öyleyse neden erken gitti? demiş. Öteki de o daha çok genç idi demiş. Henüz Yirmi Yedisinde idi. İçki denen illeti hiç ama hiç içmez idi. Dedim ya kardeş, o yaşayan bir melek idi. Tanrı onu çok severmiş. Bu yüzden yanına istemiş. İşte durum budur kardeş demiş…”


Birisi içki içmiş, bu sebepten vakitsiz gitmiş. Üstüne üstlük bir de Cehenneme girecekmiş. Yakınlarının üzüntüsü bu sebeptenmiş. İkincisi içkiyi hiç içmemiş. O da önceki gibi çok gençmiş. Onun erken gidişi ise tanrının ona sevgisi imiş...


Mezarlık içkicisi başka da hiçbir şey diyememiş. Ama aklı biraz titremiş. Tuhaf tuhaf biraz gülümsemiş, dönüp arkadaşlarının yanına geri gelmiş. Onlardan içmek için bir bardak şarap istemiş.
Tövbekâr şarapçının adı Kasım’mış. Beş dakikada karar değiştiren kararsız Kasım, bön bön bakan arkadaşlarına: "Ne var ulan?" demiş. "İçen de içmeyen de ölecek. İçen beş dakika önce, içmeyense beş dakika sonra göçecek. İkisinin arası beş dakika… Verin iki tek içeyim..."

Büfeci Küçümen, anlattığı bu hikâyeden sonra iki ayaklı develere şöyle demiş: "Nedir sizin derdiniz? İçki mi en büyük meseleniz? Hikâyeyi siz de dinlediniz. İşte mesele böyle ve böyle... Önce düşünün, taşının. İsterseniz biraz da kaşının. Sonra doğru düzgün bir karara varın…"
Küçümenin anlattıklarını dinleyen develer kükremişler. Çivili sopalarıyla hikâyecinin üstüne yürümüşler. İçer misin içmez misin? Satar mısın satmaz mısın? Saat On İkiyi Beş geçti, sen kapıyı kapayıp çıkar mısın, çıkmaz mısın? Ver sopayı, ver sopayı, ver sopayı! Çivili sopayı ensesine, beline hem kaba hem de kemikli yerine… Ölçmeden, biçmeden neresine gelirse her yerine...
Büfeci Küçümencik yara bere içinde. Yerler kan revan içinde. Çivili sopa yetmemiş tekme, tokat, kazma, kürek…
Rafları yıkmışlar, malları dağıtmışlar, camları kırmışlar. Yetmemiş; gece vakti içki satan bu mendebur adamı… Pardon, böyle abuk sabuk bir hikâye anlatıp içkiyi iyi bir şeymiş gibi… Pardon, bütün kötülüklerin baş suçlusu değil de masummuş gibi anlatan bu mendebur adamı içki dolu vitrine tıkmışlar…
"Gör şimdi aynayı Konya’yı! Gör kandırıkçın deveoğludeve gavur Avrupa’yı! Öğren deveyle oyun oynamamayı! Gençmiş yaşlıymış dinlemeyiz, biz adamı böyle ederiz! Mezara bile götürmez, olduğu yere… Pardon, öldüğü yere gömeriz…"

Uzak değil yakın bir yerde. Yanı başımızda, hemen dizimiz dibinde… Çook çok eskiden değil, tam İki Bin Sekiz senesinde. Böyle bir ülke varmış ve böyle elim bir olay yaşanmış...

Bu ülke Durkiya filan değil idü.
Baş şehri Angora hiç değil idü.
Keçiören olmuş mu Keçidöven.
Lan o garibi hanginizdi döven?
Şer-i hükümler böyle miydi?
Söyleyin lan beyinsiz develer, size bu emri veren kim idü?


Ağustos/2008-Lüleburgaz

Not:
Bu hikâye tarafımdan 2008 senesinde yazılmış. Konu, kurgu değil geçek bir olaydan alınmış. Hafızanızı yoklayıp hele bir hatırlayın. Ama lütfen! Geçmişi unutan hafıza arızalıdır. Arıza giderilmemişse eğer, aynı hata veya o kötü anı ve o gibi anılar yeniden ve yeniden yaşanır. Yani yaşarız hep beraber hepimiz, defaten ve defalarca…

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
İkisi arası beş dakika Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz İkisi arası beş dakika yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
İkisi Arası Beş Dakika yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL