4
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
226
Okunma
Ahşap basamaklardaki küçük ayaklar hızla çekildi.
Antredeki ağır saatin gece yarısı çanları çalarken,
Maria Puder, etekleri ahşap zemini, elleri pirinç kaplı kapının kulpunu okşayarak çalışma masasının kurulu olduğu yarı karanlık odasına girdi.
Kum saatinin boynu inceldi; taneleri düşerken evdeki sesler yavaşladı.
Parmak uçlarıyla, irice bir mumun sarı ışığıyla yaladığı, tozdan sureti unutulmuş; Alzheimer’a yakın masasını okşadı.
Masadaki kargaşa ve hatta kavga, çok uzun zamandır orada, onun sessiz ve dalgınlığına eşlik ediyordu.
Buruş buruş kahverengi nevresimlerin üzerine yığılmış sabahlık, elbise ve kirli çamaşırları tozlu elleriyle ayak ucuna ittirip yatağına tırmandı; emekleyerek.
Başını yastığa uzatmadan, yatağın orta yerinde dizlerini karnına, kürkünü burnuna çekerek oracıkta uyuya kaldı.
İlk taneyle birlikte, pencerede ikinci bir sabah belirdi.
Küçük ayaklar merdivenin basamaklarını süpürerek alt kata koşarken dizlerini karnından çekti. Masada duran, günün tarihini gösteren takvime baktı. Tamı tamına bir hafta geçmişti.
Bugüne kadar kapısına kimse gelmediyse, bu, Raif Bey’in onu çoktan unuttuğunu gösteriyordu.
Yardımcının masaya servis ettiği kurabiyeler ve üzerlerine yer yer damlatılmış çikolata taneleri, ensesinde bir yapışkanlık hissiyle, çocukların avuçlarından masaya ufalandı.
Masadaki kırıntılar kumla akraba oldu; tabaklarda sahil çizildi.
Gözlerini pencereden dışarı; boy boy otların bittiği, çitlerin, rüzgârın dokunuşuna karşı koyamadığı o sarhoşluğuna, bahçedeki yosun tutmuş havuza dikti.
Küçük dişlerin arasından çıkan her kıtırtıyla bakış açısını değiştirdi.
Yardımcı, masayı silmiş, yere düşen kırıntıları faraşla toplamıştı ki antrede, evdeki herkesten daha çok yer kaplayan saat, on biri vurdu; dong, dong, dong!
Hızlı adımlarla üst kata çıktı Maria Puder. Çalışma masasında duran kum saatini boğazından tutup ters çevirdi.
Ters çevirdiğinde, duvardaki gölgeler yer değiştirdi.
Onları bir süre izledi. Sonra, daha çok izler gibi yaptığının ayırdına varınca, gözlerini duvardaki küçük tabloya çevirdi.
Bu resmi çizerken Raif Bey’in ruhu bile duymamıştı. Ve zaten sık sık atölyede buluşmalarının sebebini de hiç sormamıştı.
“8. Gün…”
Maria Puder, tablodaki masumiyet ve derinliğe dalmışken, kum saatinden bir tanecik, merdiven aralığında takıldı; öğle güneşini bekledi.
Zamanın, beklerken tembel; kendi haline bırakılmışken bu denli aceleci olması, yaşı ilerledikçe ayırdına vardığı bir şeydi.
Ellerini kum saatinin camından içeri uzattı. Avucuna dökülen kum, tanıdık gelen eski bir hikâyenin harflerine dönüştü.
“Kürk Mantolu Madonna…” dedi fısıldayarak.
İtiraf edilmediği için yutulan tüm sözcükler, özenle kundaklanmıştı aynı fısıltı içinde.
Süslü kelimeler döşeyeceğine zamanın zeminine, fısıltıyla selamlamak daha içtendi onun için.
Başını kaldırdı ve fısıltısından daha yüksek bir sesle düzeltti: “Hayır! Maria Puder!”
Kumun içinde başka bir saat daha vardı; o, başka bir evi sayıyordu; başka Raif Beyler, başka Maria Puderler ve merdivenleri süpüren başka küçük ayakları…
“Dong, dong, dong!”
Gece yaklaşınca kum ağırlaştı; zaman masanın üzerine çöktü.
Küçük ayaklar, ahşap basamakların, duvardaki yankı ve tavandaki gölgelerin temizliğini az evvel bitirmişti. Bir bir sayıyordu istemeden akan zamanı.
Bir müddet, masadaki kargaşanın soluk almadan ve bir kez olsun duraksamadan, canhıraş kavgasını izledi. Yoruldu. Terlemiş iki avucuyla yüzünü kapadı. Yataktaki dağınıklığı bir kez daha ittirdi ayak ucuna. Başını usulca, ortası çukur yastığına bıraktı.
Masadaki kalınca mum, sobanın sıcağından dengesini yitirmiş ama hâlâ işlev görüyordu.
Son taneyle birlikte soba tütmeyi bıraktı. Odadaki sessizlik, karanlığın avuçlarında büyüdü.
Pencereden odaya tırmanan ay ışığı, mumun bütün hâkimiyetine el koyarken, yerdeki kızıl kilimden yükselen tozlar, ay ışığında parlayarak gelen geceye bir dans armağan etti.
Kum saati boşalınca takvim nihayet bir günlüğüne nefes aldı.
Gece, çoğu vakit beklenmeyen bir zaman dilimiydi. Buna rağmen çoğu kez çivi çakılmışçasına kıpırdamadan kalırdı. Bu kez öyle olmadı. Maria Puder, gözlerini kapar kapamaz uyuyakaldı.
“9. Gün…”
Sabahın erken saatinde, daha son kum tanesi düşmeden oradaydı.
Yatağının üzerindeki ütülü, beyaz nevresimler, sessizlik ve karanlığın çekip gittiğini göze sokarcasına, ucu ucuna, intizamlı bir şekilde sergileniyordu.
Son kum tanesi düştü.
“Dong, dong, dong!”
Aşağıdan gelen dong sesiyle beraber devrilen son kum tanesine gülümseyerek uzandı.
Kum saatini tekrar çevirdi; ev, yeni bir sıraya girdi.
Raif Bey’in artık onu düşünmediğinden emindi. Gülümsedi. Çocukların cıvıltıları duvarlarda seke seke, aralık kapısından içeri girerek masadaki tozları özenle temizledi.
Artık Raif Bey eksik olsa da Maria Puder, kendisi olarak başlayacağı ilk gün için emin adımlarla odasından gülümseyerek çıktı.
“10. Gün…”
“11. Gün…”
“1 yıl sonra…”
Zeynep Perçin
5.0
100% (3)