2
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
273
Okunma

Demokrasi, çoğu zaman yalnızca sandık başına gidip oy vermek olarak algılanır. Oysa gerçek demokrasi, seçim günüyle sınırlı değildir, asıl sorumluluk, sandıklar kapandıktan sonra başlar. Çünkü oy, bir emanettir ve bu emaneti yüklenen seçilmişler, millet adına karar alma yetkisine kavuşur. Fakat bu yetkinin denetlenmemesi, emaneti sahipsiz bırakmak anlamına gelir. Seçenlerin görevi, yalnızca tercih yapmak değildir aynı zamanda seçtiklerinin doğru yolda olup olmadığını da gözlemlemektir.
Bir milletvekili, belediye başkanı ya da herhangi bir kamu görevlisi seçildiğinde, kendi şahsi iradesini değil, toplumun ortak iradesini temsil eder. Eğer halk, temsilcilerinin söz ve icraatlarını takip etmezse, temsil edilen ile temsil eden arasındaki bağ zayıflar. Bu da yönetimin halktan uzaklaşmasına, hatta yozlaşmasına zemin hazırlar. Tarih bize göstermiştir ki denetlenmeyen her iktidar, bir süre sonra kendi çıkarını halkın çıkarının önüne koymaya başlar.
Vatandaşlık görevi çoğu zaman vergi vermek, askerlik yapmak veya kanunlara uymak gibi somut yükümlülüklerle hatırlatılır. Oysa vatandaşlığın en önemli manevi boyutu, demokrasiye sahip çıkmaktır. Bu sahipleniş, sadece seçim günü oy kullanmakla değil, gerektiğinde seçilenleri eleştirmek, sorgulamak, yanlışlarını dile getirmek ve gerektiğinde yasalar çerçevesinde hesap sormakla anlam kazanır. Sessizlik genellikle pasif bir kabulleniş demektir. Unutulmamalıdır ki bir yanlış veya yanlışlar karşısında susan toplum, aynı zamanda o yanlışı fiilen onaylamış olur.
Bunun en çarpıcı örnekleri tarihin farklı dönemlerinde görülmüştür. Denetimsiz kalan yönetimler, çoğu zaman otoriterliğe kaymış, halkın sesini kısarak kendi çıkarını yüceltmiştir. Oysa vatandaşlık bilinci güçlü olan toplumlar, yöneticilerinin her adımını takip ederek yozlaşmayı önlemiş, ülkenin geleceğini güvence altına almıştır. geçmiş tarihlerden günümüze kadar demokrasinin temelinde “halkın gözetimi” vardır. Halkın gözü daima açık olmalı, emaneti devreden bir seyirci değil, emaneti koruyan bir bekçi olmalıdır.
Bu noktada basın, sivil toplum kuruluşları ve yargı mekanizmaları kuşkusuz en önemli rolü oynarlar. Ancak hiçbir kurum, halkın bilinçli ve duyarlı takibi kadar etkili olamaz. Çünkü denetimin en güçlü kaynağı, doğrudan halkın vicdanıdır. Eğer vatandaşlar seçtiklerine hesap sormazsa, hiçbir kurum tek başına demokrasiyi ayakta tutamaz.
Unutulmamalıdır ki emaneti yüklenmek ne kadar ağır bir sorumluluksa, emanete sahip çıkmak da o kadar kutsaldır. Vatandaşın görevi, yalnızca devlete karşı değildir aynı zamanda kendi geleceğine, çocuklarına ve toplumsal vicdana karşıdır. Seçenler, seçtiklerini denetlemedikçe vatandaşlık görevini tam anlamıyla yerine getirmiş sayılmaz. Gerçek demokrasi, işte bu bilinçli takip ve hesap sorma kültürüyle hayat bulur.
“Gerçek adalet, sadece yasaları uygulamak değil, aynı zamanda vicdanı dinlemektir.”
Mehmet Demir
27825