Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Çağdaş Durmaz
Çağdaş Durmaz

323. SAYFA

Yorum

323. SAYFA

( 2 kişi )

0

Yorum

4

Beğeni

5,0

Puan

163

Okunma

323. SAYFA

323. SAYFA



Profesör Arda Zorlu’nun elleri, Firavun II. Amenhotep’in mezar odasında bulduğu parşömen tomarını açarken titriyordu. Mısır’ın batı çölündeki kazı alanı, gece yarısı ayazında sessiz bir hayalet şehre dönüşmüştü. Kitap, koyu kahverengi deri cildiyle sıradan görünüyordu. Sadece kapağında, kum taneleri arasında kaybolmuş bir labirent oyulmuştu. Ama içindeki yazılar... Kufi hatla yazılmış, tanımlanamayan bir dildeydi. Arda, 322 sayfa boyunca bu dili çözmek için ömrünü tüketmiş, sadece tekrarlayan birkaç sembolü anlamlandırabilmişti: "Kelam, Kumda Saklıdır... Kelam, Gerçeğin Kapısıdır."

Arda, mum ışığının titrek alevi altında, bu kader sayfasına ilk kez dokundu. Sayfa, diğerlerinden farklıydı. Parlak, ipek gibi bir kumaştı. Üzerinde tek bir cümle vardı, bu sefer anladığı bir dille: "Hazır mısın, Hakikat Yolcusu?"

Arda: (Parmak ucu cümleye değdiği an, odadaki mumlar bir rüzgar esmemesine rağmen aynı anda söndü. Karanlıkta, kalbi göğsüne vururken sesi boğuk çıktı.)
“Kim var orada?”

Sadece kendi nefesinin hırıltısını duydu. Sonra sayfa altın rengi bir ışıkla alev aldı. Ama yanmıyordu. Işık, odanın ortasında dönen bir kum fırtınası yarattı. Kum taneleri, sayfadaki labirentin aynısını havada örüyordu.

Ses: (Kum fırtınasının içinden, kadınsı, hem fısıltı hem gök gürültüsü gibi bir tınıyla geldi. Her kelime, Arda’nın kemiklerinde titreşiyordu.)
“Labirent, senin zihninin haritası Arda. Her kıvrım, bir şüphen, bir korkun, bir tutkun. Geçmek ister misin? Gerçeğin ötesini görmeye hazır mısın ?”
Arda, nefesini tuttu. Bu, bir halüsinasyon olamayacak kadar gerçekti. Soğuk ter, şakaklarından süzüldü. Arkeoloji, hep dolaylı kanıtların peşinde koşmaktı. İşte şimdi, kanıtın ta kendisi çağırıyordu.

Arda: (Sesi kum fırtınasının uğultusunu yarmaya çalışırken titredi.)
“Kimsin sen? Bu kitap nedir?”
Kum fırtınası hızlandı. Labirentin merkezinde bir geçit belirdi: Sonsuz yıldızlarla dolu gökyüzü gibiydi, ama yıldızlar kum taneleriydi.


Ses:
“Ben, ilk kelamın yankısıyım. Bu kitap bir anahtar. Sadece 323. Sayfa, hakikate açılan kapıdır. Diğer sayfalar sadece kilidi tanımlar. Gel!”
Arda, bir adım attı geçide doğru. Bu, mantığın reddettiği ama ruhun çağırdığı bir andı. Ayakları kumlu zemine bastığında , kendini sonsuz bir kum denizinde buldu. Ufukta, devasa, rüzgarla aşınmış kumtaşı sütunlar yükseliyordu. Gökyüzü, mor ve turuncu çizgili, tanımsız bir yıldız kümesiyle kaplıydı. Karşısında, beyaz bedevi kıyafetleri içinde, yüzü ince bir tülle örtülü bir kadın duruyordu. Gözleri, koyu kehribar renginde, derin ve bilgeydi.

Ses: (Tülün altından gelen ses, kitaptakiyle aynıydı, ama daha yakın, daha insani.)
“Hoş geldin, Hakikat Yolcusu. Ben Şehrazat. Kelamın ve Kumun Bekçisiyim.”
Eliyle geniş çölü işaret etti. “Gördüğün, Kelamın özünün maddeleşmiş hali. Her kum tanesi, söylenmiş ya da söylenmemiş bir sözcük. Her rüzgar, bir fısıltı ya da bir çığlık.”
Arda, ayaklarının altındaki kumun titreştiğini hissetti. Sanki sayısız ses, derinlerde mırıldanıyordu.



Arda: (Şaşkınlıkla etrafına bakınıp, bir avuç kum aldı. Kum, parmakları arasından akarken, anlık görüntüler belirdi gözünde: Antik Mısır’da bir tapınak duası, bir çocuğun ilk kelimesi, kayıp bir medeniyetin son çığlığı...)
“Bu... bu nasıl mümkün?”
Sesi hâlâ titriyordu, ama bu sefer korkudan değil, saf hayranlık ve meraktandı.

Şehrazat: (Kumlara oturdu, Arda’yı yanına davet etti.)
“Kitap, ‘Kumların Sırrı’dır. İnsanlığın kolektif bilincinin, ruhunun, sözlü ve yazılı her birikiminin fiziksel tezahürüdür. 323. Sayfa, bu bilinç okyanusuna açılan tek geçittir. Sen, onu aktifleştirecek üç şartı yerine getirdin: Kelama susamış bir kalp, karanlıkta yanan bir mum ışığı ve en önemlisi, kendi varlığına dair tozunu.”
Arda, kazı alanındaki çalışma masasını, mumun söndüğü anı, parmağından düşen ince bir toz zerresini hatırladı. Kendi tozu... insanın en temel, en unutulmuş kalıntısı.

Arda: (Daha yakından bakmak için eğildiği kumdaki görüntüler kayboldu. İçini kemiren bir soru vardı.)
“Neden ben? Neden şimdi?”
Şehrazat’ın gözleri, örtünün ardından derinleşti.



Şehrazat:
“Çünkü labirentin merkezindeki en büyük korkun... bilinmeyenle yüzleşmek. Ve en büyük tutkun, kayıp olanı bulmak. Kitap, bu çelişkiyi taşıyanları seçer. Sen, kayıp şehir Ubar’ın peşindeyken bile aslında., kendi kayıp kelimelerini arıyordun Arda.”
Arda irkildi. Ubar... Arabistan’ın efsanevi kumlar altındaki kenti. Araştırmaları hep onunla alay eden meslektaşları tarafından küçümsenmişti. Şehrazat, onun iç dünyasını okuyor gibiydi.

Şehrazat: (Elini uzattı. Avuç içinde, minik bir kum saati belirdi. İçindeki kum, mor ışıkla parlıyordu.)
“Zamanın burada farklı aktığını biliyorsun. Ama gerçek dünyada, senin için sadece bir nefeslik zaman geçti. Dönmek istersen, şimdi söyle.”
Arda, saate baktı. Üstteki kum, yavaşça aşağı akıyordu. Dönüş? Şimdi? Bu mucizeyi terk etmek?



Arda: (Kararlı bir sesle, gözlerini Şehrazat’ın bilge bakışlarına dikti.)
“Hayır. Labirentin merkezini görmek istiyorum. Gerçeği saf gerçeği deneyimlemeliyim.”
Şehrazat, az önce oturduğu yerden kalktı. Kumlar, onun hareketiyle dalgalandı.

Şehrazat:
“Öyleyse yürü. Ama unutma: Burada gördüğün her şey, senin zihninin bir yansıması. Korkuların can bulabilir. Arzuların seni yoldan çıkarabilir.”
Dev kum sütunlarının arasına doğru yürümeye başladılar. Kum, her adımda farklı renklere bürünüyor, farklı sesler çıkarıyordu: Bazen bir savaş narası, bazen bir ağıt, bazen bir beşik ninnisi.

Arda: (Bir sütuna dokundu. Taş, anında toz olup dağıldı, yerine gençliğinde kaybettiği köpeğinin görüntüsü belirdi. İçi burkuldu.)

Bu... işkence gibi!”
Şehrazat, kolunu tutup onu ileri çekti. Dokunuşu, buz gibiydi.

Şehrazat:
“Geçmişe takılırsan, kum seni gömer. Bak, önümüzde!”
Yol, ikiye ayrılmıştı. Soldaki yol, altın kumlarla döşeli, ılık bir ışıkla aydınlanmıştı. Sağdaki ise koyu gri, dikenli kaya parçalarıyla kaplı, üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Arda, içgüdüsel olarak altın yola yöneldi.

Şehrazat: (Sertçe durdurdu onu.)
“İşte ilk sınav! Altın yol, kendini kandırma yoludur. Rahatlık, onay, başarı yanılsaması. ,ama labirentin merkezine götürmez. Gri yol kabul yoludur. Hataların, pişmanlıkların, kırılganlığınla yüzleşmek için. İşte hakikat orada.”

Arda, gri yola baktı. Yolun başında, babasının ölüm döşeğindeki halüsinasyonunu gördü. Babasının ona “yetersizsin” diyen gözleriyle. En derin korkusuyla yüzleşmekti bu yol.

Arda: (Dişlerini sıkarak gri yola adım attı.)
“Yürüyelim.”
Her adım, ağırlaşıyordu. Kayalar, ayaklarını kanatıyor, bulutlar sanki zehirli bir sis püskürtüyordu. Ubar’ı bulamayışının pişmanlığı, meslektaşlarının alaylı bakışları, yalnız geçen gecelerin ağırlığı ,hepsi somut bir baskıyla üzerine çöktü. Sendeleyerek düşmek üzereyken ;

Şehrazat: (Koluna girdi, destek oldu. Sesi, zehirli sisin içinde berrak bir çeşme gibiydi.)
“Kabul etmek, teslim olmak değildir. Yükünü görmezden gelmek yerine, onunla denge kurmaktır. Bak ve gör!”

Şehrazat, kanayan ayak izlerine dokundu. İzler, anında minik çiçeklere dönüştü. Gri yol, yavaş yavaş açıldı. Önlerinde, ışıldayan kumdan bir kapı belirdi. Kapının üzerinde, kitabın kapağındaki labirentin merkezindeki sembol vardı: İç içe geçmiş iki üçgen.

Şehrazat: (Yüzündeki tül hafifçe dalgalandı.)
“Merkez burası. Ama Arda... içeri girdiğinde, kendi gerçeğinle yüzleşeceksin. Kim olduğun, neden burada olduğun... ve bu kitabı neden bulduğunun asıl nedeni. Dönmek için son şansın.”
Arda, kapıya baktı. Işık, gözlerini yakıyordu. Korku ve merak, kalbinde savaşıyordu. Ama artık kaçamazdı.



Arda: (Ellerini kumdan kapıya bastırdı.)
“Açıl!”
Kapı, sessizce içeri doğru kayboldu. İçerisi sonsuz bir beyazlıktaydı. Bir şekil vardı ortada: Küçük bir kum kalesi. Kalenin önünde, sekiz yaşında bir çocuk oturuyor, kumdan kaleler yapıyordu. Çocuk başını kaldırdı. Gözleri, Arda’nın gözlerinin aynısıydı. Bu, kendisiydi!

Küçük Arda: (Kumdan bir kule dikerken, gülümseyerek sordu.)
“Kayıp şehri buldun mu ?”
Sesi masum, merak doluydu. Arda’nın içi sızladı. Bu çocuk, Ubar’ın peşine düşmesinin tek nedenini temsil ediyordu: Babasına kendisini kanıtlama arzusu, kabul görme açlığı. Gerçek hazine, kayıp bir şehir değil, kayıp çocukluk hayalleriydi.



Arda: (Diz çöküp çocuğun yanına oturdu. Sesi kırıktı.)
“Hayır. Bulamadım. Belki de asla bulunamayacak.”
Küçük Arda, kumdan bir kapı yaptı kalenin duvarına.


Küçük Arda:
“Önemli değil. Bak, kendi kapımı yaptım. Sen de yapabilirsin. Gerçek kapı işte burada senin içinde hadi bul onu.”

Minik eliyle kalbine dokundu. O anda, beyazlık dağılmaya başladı. Işık, geri çekildi. Arda, kendini Şehrazat’ın yanında, kum denizinde buldu. Elleri boştu. Kum kalesi ve çocuk gitmişti. Yerine, kalbinde tarifsiz bir huzur ve derin bir hüzün karışımı vardı.



Şehrazat: (Yüzündeki tül, hafifçe kalktı. Altında, Arda’nın annesine benzeyen, ama binlerce yaşında bir bilgeliği barındıran bir yüz vardı.)
“Labirentin merkezini gördün. Gerçek hazinenin kumların altında değil, kendi içinde olduğunu anladın. Şimdi dönme zamanı.”
Elini uzattı. Avucunda, mor kumla dolu minik bir kese vardı.



Arda, Şehrazat’ın avucundaki mor kumu görünce nefesi kesildi. Kum, soluk ışığıyla nabız gibi atıyordu. Çöl rüzgarı ansızın kesilmiş, her şey donmuş gibiydi.

Arda: (Parmakları titreyerek keseye uzandı. Dokunur dokunmaz, zihnine bir sel gibi görüntüler aktı: Piramitlerin inşa edildiği an, Babil Kulesi’nin yıkılışı, ilk mağara resimlerinin boyandığı o kutsal karanlık...)
“Bütün bunlar insanlığın hafızası mı?”
Sesi kum taneleri arasında kayboldu.



Şehrazat: (Tülü tamamen kaldırdı. Yüzü artık binlerce yaşın ağırlığını taşıyor, gözleri derin kuyular gibiydi.)
“Hayır, sana ait olan hafıza. Kumların sırrı, her yolcuyu kendi özüyle buluşturur. Senin gerçeğin kaybetme korkusuyla şekillendi. Ubar’ı araman, babanın sana ‘yetersiz’ diyen bakışlarından kaçıştı sadece.”
Arda’nın göğsüne, çocukken babasının ölüm döşeğinde duyduğu o son sözler saplanmış gibiydi: “Hiçbir şeyi tamamlayamazsın Arda...”

Arda: (Mor kumu avucunda sımsıkı sıktı. Kum, ılık bir enerji yayıyordu)
“Peki şimdi? Bu kumla ne yapacağım?”
Şehrazat, ufukta beliren soluk bir kapıyı işaret etti. Gerçek dünyaya açılan geçit daralıyordu.

Şehrazat:
“Seçim senin. Kumu toprağa serpersin, bir daha asla hatırlamazsın. Ya da içine ,özüne çekersin. Kelamın özü, seninle bir olur. Ama dikkat et: Gerçeği taşımak, artık hiçbir yalanın gölgesinde yaşayamayacaksın demektir. Tıpkı benim gibi...”
Şehrazat’ın bedeni, rüzgarsız bir anda kum tanelerine ayrışmaya başladı. Yüzündeki hüzünlü tebessüm, en son kaybolan şeydi.
“Unutma Arda! Kitap bir araçtı. Asıl sır senin cesaretinde saklı”
Son kelimesi, çölün sonsuzluğunda yankılandı ve sustu. Arda yapayalnız kaldı. Elindeki mor kum kesesi, tek gerçeklik gibi ellerinde ısınıyordu.



Arda, daralan geçide doğru koşarken, avucundaki keseyi açtı. İçindeki mor kum, ışık saçarak havada dans etmeye başladı. Şehrazat’ın sözleri çınlıyordu kulağında: “İçine çekersen...”
Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Mor kum, bir girdap gibi ağzından, burnundan içeri doldu. Boğazında kum tanelerinin sıcak dokunuşunu, göğsünde patlayan bir güneşin enerjisini hissetti.
O kum tanelerini ,geçit ise onu yuttu aynı anda.

( Mısır Çölü, Kazı Çadırı.)
Arda, masanın üzerine yığılmış halde gözlerini açtı. Başucunda, Kitap açık duruyordu. 323. Sayfa artık bomboştu. Üzerinde tek bir kelime, tek bir işaret yoktu.

Hemen ayağa fırladı. Avucunu açtı. Avuç içinde bir tutam mor kum parlıyordu. Gerçekti! Her şey gerçekti!
Dışarı fırladı. Gece, billur gibi berraktı. Kumlar, artık ona başka türlü görünüyordu. Her tanenin içinde bir fısıltı, bir renk, bir kelime vardı. Çöl, canlı bir kütüphaneydi!
Ama sonra sırtında bir ağırlık hissetti. Döndü kitap, kapağındaki labirent sembolü solarken, toza dönüşüyordu! Rüzgar, onu alıp çölün karanlığına savurdu.

Arda, elindeki mor kuma bakarken, Şehrazat’ın son sözleri beynine kazındı: “Asıl sır senin cesaretinde saklı...”
Kitap yok olmuştu. Sır, artık onun içindeydi.

(Üç ay sonra, İstanbul Üniversitesi Antik Çağ Dilleri Bölümü )
Arda, kürsüde konuşuyordu. Salon tıklım tıklım doluydu. Müze Müdürü Zeynep Hanım, ilk sırada oturuyor, Arda’nın anlattıklarına şüpheyle bakıyordu.
Arda, 323. Sayfayı, kumların sırrı’nı, Şehrazat’ı anlatıyor ama mor kumdan ve içine alışından tek kelime etmiyordu. Sadece kitabın yok oluşunu gösteren bir toz bulutunu projeksiyondan yansıtıyordu.



Zeynep Hanım: (Konuşma bitince ayağa kalktı. Sesi keskin ve alaycıydı.)
“Çok etkileyici bir fantezi Profesör Zorlu! Peki kanıt? Tek kanıtınız, kaybolan bir kitap ve kumlu bir rüya mı?”
Salonda cılız gülüşmeler yükseldi. Ubar hayalinin ardından şimdi de bu! diye düşünenler vardı.



Arda: (Sessizce kürsüden indi. Zeynep Hanım’ın yanına yaklaştı. Gözlerine baktı. Bu gözlerde, gençliğinde sevdiği ama “yetersiz” bulduğu için terk ettiği bir erkeğin hayal kırıklığını gördü. Zeynep Hanım’ın en derin korkusu: Değersizlik... )



Avucunu açtı. İçinde bir tutam mor kum parıldıyordu. Kimse görmedi, sadece Zeynep Hanım gördü.
“Kanıt mı istiyorsunuz Sayın Müdür?” diye fısıldadı.
Parmaklarından bir tutam kumu alıp, Zeynep Hanım’ın önündeki su bardağına serpti.
Su, anında renk değiştirdi. Önce turkuaz, sonra derin lacivert, en sonunda içinde yıldızlar parıldayan bir gökyüzüne dönüştü. Bardaktan hafif bir çöl rüzgarı ve kadim bir ney sesi yükseldi.



Zeynep Hanım: (Gözleri faltaşı gibi açıldı. Yüzündeki alay ve güven ifadesi paramparça oldu. Bardağa uzandı, parmağını suya dokundurdu. Yıldızlar, dokunuşuyla halka halka dalgalandı. Sesi titreyerek, neredeyse duyulmayacak bir fısıltıyla)

“Bu... bu nasıl...?”

Arda, bardağı alıp bir yudum içti. Yıldızlar boğazından aşağı süzülürken, gözlerini salondakilere çevirdi. Artık herkes hayretle ona bakıyordu.


Arda: (Sesi, Şehrazat’ınki gibi hem fısıltı hem gürleme gibi çınladı.)
“Kanıt, kelimelerde değil, görülende saklıdır. Kumların Sırrı yok oldu, evet. Çünkü gerçek sır... kelamın özünü taşıma cesareti isteyen her insanın içindedir. Ben sadece... bir geçittim.”
Zeynep Hanım’ın gözlerine baktı:

“Ve siz Sayın Müdür... kendi labirentinizin korkusundan kaçarak, başkalarının kapılarını mühürlemeye çalışıyorsunuz.”
Zeynep Hanım, bir çığlık atmadan önce, gözlerinde korkunç bir farkındalık parladı. Arda, onun zihnindeki gri yolu görür gibi oldu: Terk edilmişlik, yalnızlık, sürekli kanıtlama ihtiyacı...
Salon buz gibi bir sessizliğe gömüldü. Arda, mor kumu avucunda sımsıkı tutarak çıktı kürsüden. Kapıya yürürken, geride bıraktığı bardaktaki yıldızlı su, yavaş yavaş sıradan suya dönüştü.
Ama kimse, o suyu içmeye cesaret edemedi.



Arda, Boğaz’da bir vapurda ayakta duruyordu. Elinde, içinde mor kum taneleri olan küçük bir cam şişe vardı. Rüzgar, saçlarını dalgalandırıyordu.
Artık Ubar’ı aramıyordu.
Çünkü biliyordu ki, her kum tanesi bir hikaye, her rüzgar bir fısıltıydı. Gerçek keşif, dışarıda değil, insanın kendi iç labirentinde saklıydı. Ve o, artık kendi hakikatini taşıyabilirdi.
Şişeyi Boğaz’ın lacivert sularına bıraktı. Şişe, parıldayan mor izler bırakarak derinlere doğru süzüldü.
Belki bir gün, hakikatine susamış başka bir yolcu bulur onu.
Arda, sırtını rüzgara verdi. Artık bir arkeolog değil, Kelamın Yol Göstereni olarak yürüyecekti. Ve biliyordu ki, Şehrazat’ın son nefesi, onun içinde sonsuza dek yaşayacaktı.
Çünkü sır, paylaşıldıkça çoğalan bir ışıktı.



Güneş, İstanbul’un üzerine düşerken, Arda’nın gözlerinde mor bir pırıltı son kez parladı ve söndü.
Yolculuk onun için daha yeni başlıyordu.



Çağdaş DURMAZ

Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

323. sayfa Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz 323. sayfa yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
323. SAYFA yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL