2
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
274
Okunma

1980 yılının kasvetli bir ekim sabahıydı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin taş merdivenlerinden inen Aysel (22), dalgın gözlerle Çağlar’ı (25) bekliyordu. Çağlar’ın gözlerinde, o karanlık dönemin gölgesi vardı. "Bugün son!" demişti dün gece, Laleli’deki küçük kahvede çayını yudumlarken. "Broşürleri dağıtıp bitireceğiz." Aysel, onun solgun yüzüne dokunarak "Korkuyorum." dedi. Çağlar Aysel’in bir çınar yaprağı gibi titreyen parmaklarını avuçlamıştı: "Adımızı bir gökkuşağına yazacağız, güzelim. Evlendiğimizde bir kızımız olacak. Adını Yağmur koyacağız, gülüşü senin gibi ılık rüzgârlar estirecek."
Ertesi gün sabaha karşı ( 12 Eylül 1980) tank paletlerinin metalik gürültüsü Laleli’yi inletirken, Çağlar’ın evinin kapısı bir balyoz darbesiyle paramparça oldu. Aysel, üç sokak ötedeki pansiyonunda, kırılan camların çığlığını duydu. Sabahın ilk ışığında, kırık kapı eşiğinde sadece Çağlar’ın siyah deri ceketi duruyordu. Sol cebinde mürekkebi terle dağılmış bir not: "Aysel’im... Kendine iyi bak. Ben hep yanında olacağım." Yakasında kurumuş bir meşe palamudu asılıydı.
1996 Edirne. On beş yıl boyunca Çağlar’sız bir hayatı ilmik ilmik ördü Aysel. Evlilik tekliflerine, "Kalbim bir kez çarptı, durdu bir daha asla" diyerek set çekti. Bir mayıs sabahı, paslı telefon çaldı: "Aysel Yılmaz ile mi görüşüyorum ? ’’ Aysel evet buyurun dedi. Kayseri Yetimhanesinden arıyorum. Çağlar Bey’in emaneti bir kız var." Aysel, ilk kez saçlarına düşen akları görmezden gelerek yola çıktı. Yetimhanenin badanası dökülmüş bahçesinde, saçları rüzgârda çalkanırken kitap okuyan on yaşında bir kız gördü. Gözleri, Çağlar’ın elleri gibi ıslak toprak rengini taşıyordu. Müdür seslendi ; "Çağlar bey Yağmura her ay mektup yazardı. Ama uzun süredir yazmıyor. "Aysel, kırık bir dal gibi bahçeye yürüdü. Yağmur, Aysel’i görür görmez : "Beni hep ’kızım’ diye severdi." Aysel, o küçük bedeni kucağına aldığında sanki Çağları kucaklıyordu. Yağmur ’’Siz babamın bana bahsettiği o muhteşem kadınsınız , annemsiniz değil mi ?’’ Aysel’in gözleri doldu ’’ Hem de sonsuza dek kızım ’’ Yağmur , Çağların evlat edindiği yetim bir kızdı annesi ve babası 12 Eylül kayıplarındandı.
Yıl 2010, Kadıköy. Yağmur artık yaralı bir kuşun kanadına renk veren ressamdı. Moda sahilindeki ahşap atölyesinde, fırça darbeleriyle savaş mağduru çocukların portreleri çiziyordu. Bir nisan akşamı, kapı tokmağı üç kez vuruldu. Gelen, restoratör Alp’ti (32). "Tarlabaşı’ndaki yıkık duvar resmini kurtaracağız," dedi ellerinde eski devrimci posterlerinin yırtık parçalarıyla. Yağmur, babasının çizdiği broşürlerin aynısını görünce nefesi kesildi. Alp, duvarda Çağlar’ın kayıp portresini bulmuştu. O gece, boyalı eller birbirine değdi. Yağmur, babasının ceketini çıkardı: "Bu, annemin kalbini alan adamın yadigârıdır." Alp, ceketin sol cebindeki meşe palamut izini okşadı: "Köklerimiz aynı toprağa uzanıyor." dedi. Bu konuşmadan bir yıl sonra Alp ile Yağmur sessizce evlenmişlerdi.
2012, Evlerinin balkonunda Yağmur, Alp’in omzunda uyuyordu. Göbeğindeki hareketlenme onu uyandırdı. "Kızımız olacak," dedi Yağmur, gözlerinde bir neslin kavuşamayan hayalleriyle. "Adını Çınar koyalım. Kökleri anne ve babamızın sevgisinde olsun." Tam o anda, sokakta gölge gibi süzülen bir siluet durdu. Sırtında yılların yorgunluğu, saçlarına kar düşmüş ama gözleri hala delikanlı ateşiyle yanan bir adam. Çağlar, kırık camlı pencereden Yağmur’u görünce, bir meşe gibi sarsıldı. Baba-Kızın yıllar sonra ilk bakışmasıydı. Çağlar, sokak lambasının soluk ışığında eriyordu. Yağmur, merdivenlerde babasının soluk soluğa kalan nefesini yakaladı. "Baba..." diye inledi, sesi kırık bir plak gibiydi. Çağlar, kızının ellerine sarıldığında, ellerindeki nasırlar Yağmur’un yanaklarını çizdi: "Hapiste kaybolan her gece, senin resimlerinle ısındım kızım." Yağmur, babasının yüzündeki bıçak yarasını okşadı: "Annem... seni bekliyor baba ! ’’ dedi.
Onlarca kayıp yılın ardından nihayet kavuşacaklardı.. Aysel, kapıda duran Çağlar’ı görünce kahve tepsisini düşürdü. Çağlar, avuçlarıyla Aysel’in yüzündeki kırışıkları gezdi: "Yüreğim bir kez verildi Aysel... Seninle birlikte gömülmeye geldim." Aysel, parmaklarıyla Çağlar’ın sakalındaki akları okşarken sanki yılların hasret izlerini sildi: "Neredeydin?" "Hapiste , sonrası hep kaçtım. Her kaçışımda Yağmur’un çizdiği resimler ceplerimdeydi." Üç beden bir arada titredi. Yağmur’un karnındaki bebek, o anda bir tekme attı.
2023 Sonbaharı, Beyazıt. Aysel ve Çağlar, Yağmur’un kucağındaki bebeği izliyordu. Bebek, Çağlar’ın deniz rengi gözlerinin aynısına sahipti. Yağmur, Alp’in elini sımsıkı tutarak : "Adını Çınar koyduk. Kökleri sizde."
Çağlar, Aysel’in elini tuttu. Parmakları, birbirine dolanmış meşe kökleri gibiydi: "Görüyor musun? Bizim Yağmur’umuz... kendi ormanını büyütüyor." Aysel, bebeğin avucuna sıkıştırdığı meşe palamudunu gösterdi: "Bir yürek, bir ömür boyu bir insana ancak yeter sandım."
Çağlar, bebeğin minik parmaklarının palamudu sımsıkı kavrayışını izlerken cevap verdi: "Yanılmışsın... Bir yürek, kaç nesil varsa hepsini sarmaya yeter."
Tam o sırada, merdivenlerde koşuşturan gençlerin çığlıkları yükseldi. Çınar bebek, palamudu sallayarak güldü. Çağlar’ın gözlerinde, 1980 sonbaharının ilk yağmuru birikmişti. Aysel, başını onun omzuna koydu. Omzu, hâlâ kayıp yıllardan kalma bir titremeyle sarsılıyordu ama şimdi sıcaktı. Sıcacıktı , çünkü ;
"Gerçek aşk; köklerini zamanın ötesine salan bir meşe gibidir. Dalları kırılsa, gövdesi yaralansa da, her düşen palamut yeni bir orman vaat eder. Bir yürek, bir ömür boyu sadece bir insana adanır ama o insan, kalbin kapısını kaç nesil çalarsa çalsın hepsini içeri alır. Çünkü gerçek sevgi, kanla değil; kayıp yılların sessiz gözyaşlarıyla sulanır. Ve en nihayetinde, bir bebeğin avucunda filizlenir..."
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (2)