0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
209
Okunma
Albert Einstein’a atfedilen “Sorunlar, onları yaratanların mantığıyla çözümlenemez” sözü, kütüphanelerde tozlu raflara sıkışmış bir cümle değildir. Bazen akıl hastanesinin ağır kapılarının ardında yankılanan, paslı bir gerçekliktir. Çünkü aynı düşünce, aynı korku ve aynı saplantılarla beslenen bir zihin, kendi yarattığı bataklıktan çıkamaz.
O kapıdan içeri adım attığınızda, ağır bir ilaç kokusu ciğerlerinize dolar. Duvarlar, yılların sessizlik lekeleriyle kirlenmiş, kirli beyaz… Koridorun sonunda, demir parmaklıklı pencerelerden içeri titrek bir ışık düşer. İçeridekiler o ışığa bakarken, gözlerinde garip bir dinginlik..
Ama asıl soru şu: İçeridekiler mi deli, yoksa dışarıdakiler mi? Onları buraya tıkan eller, hangi aklın ürünü? İnsanı burada çürüten, bazen hastalığın kendisi değil; “normal” tanımını tekeline almış dış dünyanın hoyratlığıdır.
Bir odada, yaşlı bir adam tavana bakar; çatlaklardan kendine çıkış yolları çizer. Bir diğeri, günlerdir konuşmamış, duvarın gölgesine gülümser. Bir başkası, elleri titreyerek defterine aynı cümleyi yazar: “Ben suçsuzum, sadece düşündüm.”
İlaç saatleri, buranın tek değişmeyen ritmi. Metal tepsilerde, renkli haplar: korkuyu susturur, öfkeyi yatıştırır, taşkın sevinci törpüler. Ama aynı zamanda sorgulamayı, yeni bakışı ve isyanı da uyuşturur. Sorunu çözecek olan akıl, önce felce uğratılır.
Dışarıda ise benzer bir delilik hüküm sürer. Savaş masalarında, aynı haritalara bakan liderler “barış” adına yeni savaşlar tasarlar. Toplumlar, adaleti eski kalıplarla tanımlar. Nehirleri kirleten zihniyet, temiz suyun ne olduğunu unutur. Ve dışarıdaki herkes, kendi aklını “normal” diye kutsar.
Gerçek çözüm, o parmaklıkları hem içeride hem dışarıda kırmaktan geçer. Farklı bir mantık, kirletmeyen bir el, yeni bir bakış… Ama bunun için cesaret gerekir. Çünkü yeni düşünce, eski düşünceye hep delilik gibi görünür.
Ve belki de ironinin en sert noktası şudur: Delilik diye tıkladıklarımız, aslında gökyüzünü en doğru renkte görenlerdir.
Bir akşamüstü, hastanenin en arka odasında bir hasta, parmaklıkların arasından dışarı bakar. Gözleri ilk kez bir bulutun altın rengine takılır. Dudaklarından neredeyse fısıltı gibi bir söz dökülür:
— Asıl deliler, dışarıda.
O an, içeridekiler susar. Dışarıdakiler ise zaten hiç duymamıştır.