3
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
480
Okunma

ANLAYIŞ VE YARGI
Bu yargı, herkesin ilk aklına gelen yargı değil.
İnsan ilişkilerinde en büyük problemimiz olan, çoğu zaman gereksiz üzüntü ve hatta hiç düşünülmeyen, beklenilmeyen sonuçlara kadar götüren bir yargı…
Özellikle, insanların gittikçe yalnızlaştığı, iyiden iyiye asosyal olduğu, içine kapandığı günümüzde, başkalarına olan güvenimizi yitirmekle kalmadık, kendimize olan güvenimizi de maalesef tamamıyla yitirme noktasına geldik. İnsanları hep çıkarcı, bencil, anlayışsız, algı yoksunu, kendini düşünen diye düşünmekten kendimizi alamaz olduk.
Dışarıyı; insafsız, acımasız; “ekmek aslanın midesinde! ” anlayışıyla iyiden iyiye vahşileştirdik.
Ticarette bile insanların cebindeki parayı almak çok doğal hal almışken yetmedi; yarın eline geçecek, aylık – yıllık kazanacak ne kadar geliri olabilecekse, bu da yetmedi; malı – mülkü, menkulü – gayrimenkulü olabilecek her şeyini elinden alma yarışına girdik. Böyle çok vicdansızca bir “ticaret anlayışı” geliştirdik, oluşturduk. Bunun adına da çok kazanan, kafası çalışan, ticareti bilen, iş yapan ve başaran dedik. Bu tip anlayışı benimseyen ve harfiyen uygulayan insanları göklere çıkarttık, idol yaptık, en ön saflarda yer verdik ve önlerinde el pençe divan durduk…
“İşini bilen adam, canım! ..” dedik.
Bir taraftan da ticarette “duygusallığa yer yok” diyerek ve “Acıma! Acırsan, acınacak hale düşersin! ..” felsefesiyle vicdanlarımızı da söküp attık.
İnsafsızlığı bir erdem saydık…
Böylece hep törpüledik, hep törpülendik…
Gencecik dimağlara “Hayatın ve var olmanın kuralları…” diyerek yırtıcılığı, acımasızlığı, bencilliği, “düşene bir tekme de sen at” anlayışını(!) aşıladık...
Bu düşüncenin elle tutulacak bir yanı var mı?
Öyle ya, tutulacak el bile sıcaklık ister, hissiyat ister.
Tutulacak el meta olursa, eşya olursa et ve kemikten öteye gidemez.
Tuttuğun gibi de istediğin zaman bırakabilirsin, fırlatabilirsin…
Çünkü et ve kemik! ..
Günümüzde arkadaşımız, dostumuz, sosyalliğimiz ufacık sayılabilecek bir sandukadan ibaret.
Sanduka diyorum, bizi içine hapsettiği için; sanduka diyorum, her şeyimizi onun içine sığdırdığımız için…
Ta ki, kapağı gerçek hayata açılıncaya kadar hep kilitli kalacak bir sanduka…
Erişim; aslında erişildiği sanılan…
Paylaşım; belki de paylaşıldığı düşüncesiyle avunduğumuz, teselli bulduğumuz bir sanallık…
Hissiyat; insan olduğunun farkına varıldığı zamanki yaşanılan duygular…
Gerçek olan şu…
Bu bile birbirimizi anlamamız, tanımamız için güzel bir vesile.
Gerçekten bunu dahi yeterince verimli kullanabiliyor muyuz?
Bana göre cevap büyük oranda olumsuz.
Hep, karşımızdakinin en derinlerinde, sözlerinin altında, söylediklerinin temelinde ne olduğunu anlama gayretiyle karşımızdaki insanın varlığını hiçe saydık. Sormadan, asıl amacını öğrenmeden; ihtimallerle hareket ederek hemen sehpayı kurup, ipi boynuna geçirerek hiç tereddütsüz bir tekme atar olduk…
İşte size bir yargı ve anlayış biçimi…
Neden karşımızdakine şans tanımayız?
Neden herkesi çok farklı görürüz?
Neden karşımızdakine, duygularını ve düşüncelerini kendisinin anlatmasına, kendini ifade etmesine hiç fırsat vermek istemeyiz?
Neden kendimizi; düşünce okuyan, geleceği gören, önsezisi en üst seviyede olan biri kabul ederiz?
Her alanda, bu düşüncelerle hayatı hem kendimize hem de başkalarına zehir zıkkım etmeyi başarıyoruz ya! ..
Helal olsun bize! ..
En azından başarabildiğimiz bir şeyler var imiş…
Ne güzel(!) ...
Hikmet Çiftçi
04 Şubat 2012
5.0
100% (4)