1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
249
Okunma
Tanrıcılık Oynayan Sistem: Yaşamın Bedeli ve Vicdanın Sessizliği
Bir kalp daha susar, göz kapakları kapanır.
Doktorun saatine bakar: “Zaman doldu,” der.
Bebek henüz ilk nefesine tutunamamışken
birileri nefesi kesmenin tarifini yapar.
“Yaşamak pahalı,” diye fısıldar sistem,
ölüm ise bedelsiz bir prosedür gibi uygulanır.
İnsan ne zaman tanrı olmaya kalktı?
Ve kim buyurdu ki:
"Bu beden yaşlandı, artık verimsiz."
Kim kesti yaşamın sigortasını,
yalan bir teşhisle yazılan kader reçetesi gibi?
Bir monitör ötmez artık —
ne acı ki, sessizlik raporu geçer kayıtlara.
Bir çete değil sadece bu:
Vicdanın inkârı, insanlığın iflasıdır adı.
Ve biz hâlâ neyin sağlığını tartışırız
ölüm, bir kodla kayıt altına alınırken?
Bir yeni doğan, bir ihtiyar, bir gariban…
hepsi aynı dosyada, aynı sistemde
Birileri kalpsiz,
hesap makineleriyle çalışır olmuş hekim yeminleri.
Tanrı, merhametiyle bilinir.
İnsan?
Parayla mı tanrıcılık oynar?
Yoksa güçsüzü seçip kurban mı eder
sırf yaşamak lüks sayıldığı için?
Ey hayat!
Sen artık kimlerin elindesin?
Ve sen ey insanlık!
İçinden kaç bebeği sağ bırakabildin?
Bir hemşirenin parmak ucunda durur zaman,
bir doktorun göz bebeklerinde biter insanlık.
Nefesler sayılmak içindir burada,
yaşam hakkı değil — sadece gider kalemi…
Ey insan,
ne zamandır başkasının yaşamı üzerine plan yapmaya başladın?
Ne zamandır “verimli değil” deyip
bir nefesi yersiz saydın?
Peki hangi evren küçüktür
bir reçeteye sığacak kadar?
Bir gün doğumunda kırılır mı hiç
tarihin aynası?
Kimi doktorlar Hipokrat’a değil,
hipoteklere bağlıdır artık.
Ve bazı hastaneler
kutsal mekân değil;
ölümün ticarileştiği tapınaklardır.
Ey zaman!
Sen neden durmazsın bir koridorda
ölüm, haftalık nöbet çizelgesine işlenmişken?
Ve o soru:
“Sen, kaç hayata göz yumdun?”
Unutma:
Vicdan sustuğunda,
ölüm bile doğal olmaz.
Ve hayatın bedeli,
yalnızca yaşayanlara ait kalmaz.
İnsan Ne Zaman Tanrı Rolüne Büründü?
Tıbbın görevi, yaşatmakken; bazı karar mekanizmaları artık yaşama hakkını seçmeli sunar hale geldi. “Yaşı geçmiş”, “ekonomik yük”, “geri dönüşü düşük yatırım” gibi ifadelerle bir bedenin kaderi çiziliyor. Yaşam, potansiyel yerine maliyet olarak ölçülüyor.
Bu, yalnızca bir sağlık politikası tercihi değildir. Bu bir etik çöküştür.
Sözde “gereksiz” görülen tedaviler, aslında gözden çıkarılmış hayatlara ait.
Bebekler, hastane protokollerinde “maliyet unsuru” olarak değerlendirilirken, yaşlılar “doğal sürecini tamamladı” bahanesiyle kaderine terk ediliyor. Oysa ne doğum ne ölüm bir sistem kararıdır. Bu, insan olmanın sınırına dokunmak değil midir?
"Yapacak bir şey yoktu" diyen bir hemşire, "öncelik sırası böyle" diyen bir doktor, "kaynağımız sınırlı" diyen bir yönetici... Hepsi aynı zincirin halkası.
Ve o zincirin ucunda, nefesi kesilen masumlar var. Yazıklar olsun size, bize, hepimize...
Ey okur, bir gün senin ya da sevdiğinin yaşam hakkı, bir doktorun “öncelik sırası”na bağlı kalırsa ne hissedersin? İşte orada başlar adaletin gerçek anlamı. Orada anlaşılır Tanrı’nın yerini almanın ne büyük bir kibir olduğu.
Yaşatılmayan bebeklerin, unutulan yaşlıların ve susturulan vicdanların yankısıyla son sözüm şudur: Sağlık sisteminde değil, merhamette düzelme başlamadıkça; insanlık, sadece teknik bir başarıdan ibaret kalır. O zamana kadar... Yazıklar olsun size, bize, hepimize.
5.0
100% (5)