1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
324
Okunma
Bir sabah, içimden ejderha geçti…
Bu sabah yine içimde bir dağ yıkılmış gibi kalktım. Uyanmak dediysem öyle neşeyle değil ha…
Gözümü açar açmaz hayat, suratımın ortasına “Bugün de geldim” diye tokadı yapıştırdı sanki.
Saat çalmış, telefon sessiz, perdeden sızan ışık yalan gibi.
İnsan bazen uyanmaz…
Yataktan değil de, hatıralarından kalkar gibi olur.
Ben bu sabah, çocukluğumdan, düş kırıklıklarımdan, biraz da yarım kalan insanlardan kalktım.
Kafamın içinde biri konuşuyordu sanki. Ama ben değildim.
Daha yorgun, daha huysuz bir ses:
“Yine aynı ...tan döngü başlıyor dostum,” diyordu.
Ama sonra içimden başka bir ses karşılık verdi:
“Eee, napalım yani? Gömleği mi yakalım, evi mi terk edelim, yoksa kahveye mi yazılalım tekrar?”
Geldim aynanın karşısına, baktım.
Bir yüze değil de, ömrümün kırışıklıklarına denk geldim sanki.
Göz altlarımda birkaç sessizlik çukuru,
Alnımda düşünce trafiği sıkışmış…
Ve dudaklarımda söyleyemediğim bir “yeter ulan” var yıllardır sıkışmış.
Çıkıp sokağa attım kendimi. Hava garipti.
Ne soğuk, ne sıcak...
Sanki gökyüzü bile “Bugün nasıl hissettiğimi bilmiyorum” diyordu.
Bir gri var havada, ama belli etmiyor derdini.
Öyle bir gri ki… insanı ne ağlatıyor, ne güldürüyor.
Tam depresyon rengi yani. Doymamış neşeye, ama bezmiş dertten.
Bir sokak kedisi geçti önümden.
Simsiyah, karnı top ama gözleri aç.
Beni şöyle bi süzdü:
"Ne ayaksın sen be adam?" der gibi...
Ben de baktım ona, içimden cevap verdim:
“Bilmiyorum be koçum, ne zaman kimliğimi yere düşürdüm de yerine bu boşluğu aldım, hatırlamıyorum.”
Bir kafeye oturdum. Çay söyledim, ama garson bana “Şeker koyayım mı?” bile demedi.
İnsan bazen çayına konulmayan bir şekerle bile üzülüyor yahu...
Çünkü mesele şeker değil, mesele hatırlanmak.
O an düşündüm;
Galiba hayatta en çok “fark edilmemek” can yakıyor.
Var gibisin ama hiç kimsenin aklında yoksun.
Ve tam o anda…
İçimden bir şey geçti. Bir ejderha.
Ama öyle kanatlı falan değil.
Omuzları düşük, sigarası sönmüş, yorgun bir ejderha.
Bana baktı, “Yeter be, sal gitsin,” dedi.
Ama sonra pencere kenarındaki menekşeye takıldı gözü.
O çiçek…
Saksının kenarından eğilmiş, ama hâlâ direniyor.
Ejderha sustu, sonra içini çekti:
“İyi lan... şu çiçek bile umudunu kaybetmemişse,
Sen kimsin de böyle pes edesin?”
Sonra kalktım.
Çayı içmeden. Hesabı ödemeden.
Çünkü bazen borçlar bile değerini yitiriyor,
İnsanın içi eksildikçe…
Yürüdüm.
Kaldırımın çatlağından çıkan otlara baktım.
Kimse sevmemiş, sulamamış ama inatla orada.
Kök salmışlar, sırf var olma inadına.
Birileri onlara “yabani” der,
Ama ben onlara “özgür” dedim içimden.
O an anladım:
Hayat bir savaş değil sadece.
Hayat, bazen küfür etmeyip küfre iç geçirmektir.
Bazen dayanamayıp ağlamak değil,
Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etmektir.
Ve evet...
Bazen içimizden geçen o küfürlü cümleleri sansürlemiyoruz diye değil,
Sansürlemekten yorulduğumuz için sessiz kalıyoruz.
Ama yine de…
Her şeye rağmen,
O gri gökyüzünün arkasında hâlâ mavi var.
Ve o mavi,
Belki de sırf biz inadına yaşadığımız için yerinde duruyor.
Merhaba benim adım Mustafa...
Çayını şekersiz içen ama hayata hâlâ biraz şeker saklayanlardan…
5.0
100% (1)