0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
347
Okunma
Jale elinde çay fincanlarının olduğu tepsiyle odaya girdi. “Ne oldu Reyhan Abla, uzaklara dalıp gitmişsin. Uykun geldiyse, uyuyabiliriz. Benim için fark etmez.”
Reyhan, “Yok canım, o kadar uğraşmışsın. Çaylarımızı içelim de sonra uyuruz.” Jale su ısıtıcısını kapatmadığını fark etti, “Bir dakika, geliyorum.” Su ısıtıcısını kapatmak için uzanırken, tezgâhtaki turşuların olduğu kabı yanlışlıkla lavabonun içerisine devirdi. Turşuları toplayıp, çöpe attıktan sonra musluğu açtı fakat su gelmedi. Musluğun sabah bozulduğunu hatırladığından, ellerini bir yere değdirmeden tuvalete yöneldi. Salona geri döndüğünde, Reyhan’ı uyuyakalmış vaziyette bulunca, üstünü örttü. Çayını içip yatağına uzandığında vakit iyice geç olmuştu, bütün gece bir sağa bir sola dönüp, sabah kadar uyuyamayacağını henüz bilmiyordu.
Sabahın ilk saatleriydi, Jale beyaz elbisesiyle merdivenlerden aşağı iniyordu. Metelerin evine çıkan o dar yolu görür görmez kalbi sıkıştı. Artık hiç konuşamayacaklar mıydı? Bahçeyi sulayan kadın, zamanın uzağına çekilmiş bir hayal gibiydi. Jale ne olduğunu tam anlayamadan, ayakları onu o yola soktu; içgüdülerinin bastırdığı bir çığlık gibiydi bu yürüyüş. Bahçe kapısına vardığında, Mete’yi gördü. Masada tek başına oturuyordu, elinde boş bir çay bardağı, gözleri bir yere sabitlenmişti.
Mete başını kaldırdı, sesi kuru ve keskin çıktı: “Ne oldu niye geldin?”
Jale kapının önünde dimdik durdu, beyaz elbisesi rüzgârda hafifçe savruluyordu. Gözleri kıpkırmızı ama kararlıydı, “Seninle konuşmak için buradayım, eğer istersen.”
Mete bir an duraksadı. Sonra gözlerini kaçırarak, “Seninle konuşacak bir şeyim yok.”
Jale yaklaşarak hafifçe korkuluklara yaslandı, sesi yumuşaktı: “Bir ihtimal bile yok mu?”
Mete’nin sesi alaycıydı ama içinde kırık dökük bir özlem gizliydi. Gözlerini kaçırarak, “Bir ihtimal daha yok fakat sana son bir şans vereceğim… Buradan gitmen için.”
Jale yavaş adımlarla yürüyüp Mete’nin yanına oturdu, “Hadi ama Mete, sen de biliyorsun. Konuşmamız gereken şeyler var.”
Mete, “Hiç havamda değilim, özür dilersen belki dinlerim.”
Jale, “Özür dilerim, dün de dilemiştim. Beni affet Mete. İnan ki böyle olsun hiç istemezdim.”
Mete, “Nasıl bir şey isterdin peki?”
Jale sinirlenmeye başlamıştı, “Sen korkağın tekisin. O örümceği sevdiğin kadar beni sevmedin. Ona dokunmaktan korkmuyorsun ama bana beni sevdiğini söylemeye gelince ödün kopuyor değil mi? Keşke hiç görmeseydim o aptal örümceği. Seni de hiç tanımasaydım. Sahi, biz arkadaş mıyız değil miyiz? O bile belli değil. Belirsizlik içinde yüzüp durmaktan çok yoruldum. Senin bu yaptığına faydacılık diyorlar.” Ayağa kalkmasıyla sinirle bahçe kapısına yürümeye başladı. Mete şaşkınlıkla arkasından gidip, onu bileğinden yakaladı. Jale ani bir öfke patlaması yaşıyordu, yüzüne bağırarak, “Ne var, ne? Bak! Son şansımı kullanıyorum ve buradan gidiyorum.”
Mete’nin asık suratı sonunda aydınlandı. Jale’yi sinirlendirmek hoşuna gitmişti, gülümsedi, “Tamam, tamam. Özrün kabul edildi. Son şansını kullanmak istersen yine gidebilirsin tabi.”
Jale bir adım geri çekildi. Ama olduğu yerde kaldı. Ellerini yavaşça indirip nefes aldı. Gözlerini kaçırmadan konuştu. “Ne kadar sinir bozucusun. Hep böyle miydin sen?”
Mete başını hafifçe yana eğdi, bakışları derinleşti. “Seni seviyorum. Eğer sinir bozucu biriysem, ölüm bizi ayırıncaya dek, platonik olarak devam edebilirim.”
Jale bir an başını eğdi, sonra onun gözlerine bakarak gülümsedi. “Platonik olarak devam etmeyi de beceremezsin sen.”
Mete omuz silkti, “Denerim.”
Mete’nin gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı, dudakları hafifçe kıvrıldı.
Jale olduğu yerde duruyordu, derin bir nefes aldı.
Mete başını yana eğdi, ona bakan gözleri buğuluydu.
Jale onun yüzüne uzun uzun baktı, kalbi göğsünü parçalayacak gibi atmaya başlamıştı. Gerçekten onu seviyor muydu? Yoksa sadece onsuz kalmaktan mı korkuyordu? Ama o an, Mete’nin gözlerindeki ışıltıyı gördü. Kayıp korkusuydu bu. Jale’nin içine keskin bir kıpırtı yayıldı. Bu aşktı.
Çünkü Jale, Mete’nin uzağında olduğunda göğsünde bir baskı hissediyordu. Mete’nin başına kötü bir şey gelirse diye korkuyor, geceleri uykusuz kalıyordu. Onun gülümseyip gülümsememesi bile bütün gününü mahvedebiliyordu.
Mete onu kaybederse ne yapacaktı? İçinde isimsiz bir ürperti hissetti, onu seviyordu, bu duygusundan emindi. Ona acımıyordu fakat sürekli nasıl olduğuna dair bir merak aklını kurcalıyordu. Özellikle kendisinden uzakta olduğunda, zihnindeki kuruntuların etkisiyle içini büyük bir iç sıkıntısı kaplıyordu. Sürekli yanında olsa ne kadar huzurlu olabileceğini düşündü.
Mete sesini yumuşatarak sordu, bakışlarında küçük bir çocuğun umudu vardı. “Bugün balık tutmaya gidecektim. Bana eşlik etmek ister misin? Üstelik öğle güneşinde, kafama güneş geçsin istiyorum. Senin sevdiğin gibi olsun.”
Jale içini çekti, gözlerini kıstı ama gülümsedi. “Kafana güneş geçmesine gerek yok. Zaten yeterince sersemsin.”
Mete homurdandı. “Kırıcı olmaya başlıyorsun.”
Jale gözlerini devirerek, hafif alayla: “Senden öğrendim.”
Mete’nin yüzündeki hayal kırıklığını görünce duraksadı. Sonra sesi yumuşadı: “Tamam, geliyorum.” dedi.
Mete’nin gözleri birden irileşti; sanki kalbinin en ıssız ve zifiri karanlık yerine güneş doğmuştu. Bakışlarında, yıllardır özlemini çektiği bir yüzü ilk kez gören bir âşığın titrek sevinci vardı. “Ama bir şartım var… Bana kitap okuyacaksın. Söz mü?”
Jale başını eğdi, gözlerinin içi gülüyordu. “Söz.”
5.0
100% (1)