0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
131
Okunma
Köydeki iki kahvenin arasındaki yolun kenarına yanaşmış bir kamyonetten ’’ Haydeee kavun var karpuz vaaaar ! Kesmece bunlaaaar ! ’’ diye seslenen bir erkek sesi çınlamakta. Bu iki kahveden başka, yolun karşısındaki üçüncü kahvenin müşterilerinin de kulaklarında çınlamakta bu ses.
Mal sahibi olmayan, yabancı kiracı kahvecinin daha bir dikkatini çekmiş olacak ki; elindeki boş çay bardaklarını ocaklığa bıraktı, sigarasını tüttürmekten vazgeçmeden satıcıya doğru yöneldi. Dokuz-on yaşlarındaki, ona kahvede yardım eden, birlikte kahvede yaşadıkları oğlu babasının karpuzcuya doğru gittiğini görünce, karpuz almaya gittiğine hükmederek umutlandı. Genelde, her gelen satıcıdan bir şeyler alıp yedirirdi çocuğa.
Kahveci kırklı yaşlarda, kısa boylu, cılız, kirli sakallı, hafif bıyıklı, dik saçlıydı. Oldukça harap giyinikti. Karpuzcu takkeli, konuşkan, esnaf tipli, önlüklü, orta yaşlıydı. Kavun ve karpuzlara bakılıp, elleyip, sesleri dinlendi, hatta koklandı birlikte. Önceden kestiği kavun ve karpuzdan tattırdı adam kahveciye. Uzun uzun karşılıklı konuştular. Daha sonra ellerini birleştirip sallamaya başladılar. Bu, pazarlık yaptıklarını simgeliyordu. Uzun pazarlıktan sonra, adam, kamyoneti kahvenin bahçesindeki kuyunun kenarına yanaştırdı.
Adam, atıyor, kahveci yakalayıp bahçedeki çimenlerin üzerine yerleştiriyordu. Bir miktar kavun ve o kadar da karpuz almıştı kahveci. Kuyunun yanındaki yeşil çınardan başka, kahveye daha yakın olan oldukça iri, iki yüz yıllık olduğu söylenen, gövdesini iki adamın zor kucaklayabileceği kadar kalın olan kara çınar ve bir kaç da akasya ağacı sayesinde, bahçe oldukça gölge ve serin olurdu.
Hesaplar yapıldı, son bir pazarlık daha yapılıp anlaşma bitince, kahveci cüzdanını çıkarıp hesabı ödedi.
’’Allah bereket versin!’’ dedi adam.’’ hayrını gör.’’
’’Bereketin, bul, sana da hayırlı işler!’’ deyip ayrıldılar.
Çocuğuna seslenip, yanına çağırdı kahveci. Koşarak geldi çocuk. Kavun ve karpuzları görüp sevindi. Daha önceleri de köylerden gelen üzümcülerden alıp kahvenin önünde satmışlardı. Yine babasının satmak için onları aldığını anlamış ve mutlu olmuştu. Elini çocuğun omzuna koyup ;
’’Hadi bakalım, sat bunları da kiramızı ödeyelim. Ağa’nın yaptığı zamlarla, başka türlü başa çıkacağımız yok!’’
’’Tamam baba! Sen hiç merak etme ; satarım ben onları!’’ diye heyecanla cevap verdi çocuk, kendinden emin bir şekilde.
’’Karpuz on lira, kavun on beş! Tane hesabı!’’
’’Tamam baba ; karpuz on lira, kavun on beş!’’
İndirirken kırılan bir karpuzu alıp, çocuğa göstererek ;
’’ Koş bıçağı getir. Şunu birlikte bir yiyip tadına bakalım.’’ Çocuk, koşarak kahveye gidip, elinde bıçakla döndü. Önce bir dilim çocuğa uzatıp verdi adam. Daha sonra da kendine bir dilim kesti.
’’Çok tatlıymış baba!’’ dedi çocuk, şapırdanarak.
’’ Hadi bakalım, başla satmaya öyleyse! Senin işin şimdi bu, sergiden sakın ayrılma. Arada bağırmayı da da ihmal etme.’’ Çocuk, bir anda pazarcı esnafı kılığına bürünüverdi bile. Sık sık ve heyecanla da bağırmaya başladı:
’’ Haydeee karpuz vaaar, kavun vaaar! Kesmece bunlar, kesmeceeeeee!’’
Çocuğun bu halini gören babası, gülümseyerek döndü kahveye.
’’ Kesmece değil mi?’’ diye soran herkese;
’’Evet, kesmece bunlar!’’ diye karşılık verip kesmeye başladı çocuk sattığı karpuzları. Fakat durum pek iç açıcı değildi. Karpuzların da kavunların da çoğu bozuk çıkıyordu. Çoğu zaman iki-üç tane kestikten ancak sonra sağlamı bulunuyordu. Moraller bozulmaya başladı.
Akşam olup kahve kapandı, hesaplar yapıldı. Eksilen mallar çok, toplanan para azdı. Serginin uzağına bir sürü bozuk kavun ve karpuz atılmıştı.
Şimdi yatma zamanıydı. Sergi bu şekilde, açıkta bırakılamazdı. Köyde önemli hırsızlık hemen hiç duyulmazdı. Fakat, kümeslerden yumurta, tavuk çalmak; bahçelerden ayva, erik vb. koparmak ; hatta ahırdaki ineklerden birazcık süt sağmak bile hırsızlıktan sayılmaz, gençlere bu konuda hoşgörü ile yaklaşılırdı. Bu durumda, sergiden gençlerin kavun, karpuz çalmaları da olağan sayılacaktı. Fakat, durum zaten kötüydü. Bir tane bile çalınmasına göz yumacak halleri yoktu.
Adam, kahveden eski kumaş paltosunu getirip, çocuğun buna sarılarak sergide yatmasından başka çare bulamadı. Çocuk, hiç itiraz etmedi. Korkmadı da. Gece, karpuz sergisinde, karpuz ve kavunların arasında, babasının paltosuna sarılıp yattı, uyudu.
Ertesi gün yine başladı bağırmaya:
’’Haydeeee kavun vaaar, karpuz vaaaar! Kesmece bunlaaaaar, kesmeceeeee!’’
Ne var ki; kesilen karpuzların da kavunların da çoğu bozuk çıkıyor, iki üç tane attıktan sonra, sağlamına ancak rastlanıyordu. Sergi boşaldığında, sermaye bile kurtarılamadı. Büyük zarar etmişti adam. Çocuğu karşısına aldı, önce sigarasını yere fırlatıp ayağıyla ezdi, sonra da kasketini yere fırlattı. Bu defa korktu çocuk. Babasının vurma alışkanlığı yoktu ama öfkesi çok kötüydü. Çoğu kez böyle öfkelendiğinde, ne yapacağı ne söyleyeceği belli olmazdı.
’’ Başka çaremiz kalmadı! Böyle giderse, kiramızı ödeyemeyiz, Ağa da bizi kahveden kovar, sokakta kalırız!’’ diye bağırınca, çocuk sokakta kalmaktan tedirgin oldu. Durum ciddiydi. Kira yüksekti ve mal sahibi gerçekten de onlara acıyacak biri değildi.
’’ Tek çaremiz kaldı; kahvede içki satmak!’’ deyip öfkeyle kahveye döndü adam. Çocuk olduğu yerde titriyordu şimdi.
Bir kaç gün sonra, kahvedeki tahta oturakların altında, tahta kasalı, altışar, koyu renkli bira şişelerinin dizildiği kasalar yerlerini almıştı bile. Biralar satılacak ama kahvede içirilmeyecekti.
Fikret TEZEL