0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
146
Okunma
Homoseksüellik konusu, tarih boyunca farklı toplumlarda ve inanç sistemlerinde tartışmalara yol açmış, dini, ahlaki ve sosyal açıdan derin etkiler oluşturmuştur. İslam, Hristiyanlık ve diğer kutsal dinler, homoseksüelliği insan fıtratına ve ahlaki düzenlere aykırı bir eylem olarak görmüş, bu davranışı açık bir şekilde kınamışlardır. Kur’an-ı Kerim, İncil ve diğer kutsal metinler homoseksüelliği ahlaki yozlaşmanın bir göstergesi olarak ele alır. Kur’an’da, özellikle Lut Kavmi örneği üzerinden bu konunun ele alındığını görmekteyiz. Araf Suresi 81. Ayet: “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Aksine! Siz aşırıya kaçan bir kavimsiniz.” ifadesiyle bu davranışın sapkın bir eylem olduğu açıkça belirtilmiştir. Aynı şekilde, İncil’de de homoseksüel davranışlar, ahlaki çöküşün bir örneği olarak tanımlanmıştır
24 Bunun üzerine Tanrı, onların kalplerini kötü düşüncelere teslim etti. Onlar, bedensel arzularını tatmin etmek için kendi bedenlerini birbirlerine harcadılar. 25 Tanrı’nın gerçeğini yalanla değiştirip, yaratılanı Yaratan’a tapmaktan ve O’na hizmet etmektense, yaratılan şeylere tapmayı tercih ettiler. 26 Bu yüzden Tanrı, onları aşağılık tutkulara terk etti. Kadınlar, doğanın gerekliliği olan ilişkilerini karşılıklı olarak değiştirdiler. 27 Aynı şekilde erkekler de kadınlarla olan doğal ilişkilerini bırakarak, kendi aralarındaki tutkulu isteklerle birbiriyle kötü bir şekilde ilişkiye girdiler. Erkekler, kendilerine yaraşan cezayı kendilerinin içinde aldılar. 28 Ve onlar Tanrı’yı tanımaktan vazgeçtikçe, Tanrı da onları kirli düşüncelere terk etti. Böylece yapmamaları gereken şeyleri yapmaya başladılar.(Romalılar 1:24-28).
Bu ayetler, homoseksüelliğin yalnızca fiziksel bir davranış olmadığı, aynı zamanda insan zihninde ahlaki bir bozulmaya işaret ettiğini ortaya koyar. Allah, bu tür davranışları bireysel ve toplumsal yozlaşmanın bir nedeni olarak görmüş, bu eylemleri kesin bir şekilde yasaklamıştır. Homoseksüellik, birey ve toplum üzerinde çeşitli olumsuz etkiler oluşturabilir. Bu etkiler hem ahlaki değerler hem de psikolojik ve fiziksel sağlık açısından değerlendirilmelidir:
1. Zihinsel ve Duygusal Bozukluklar
Homoseksüelliğin bir bireyin zihninde oluşturduğu bozulma, genellikle duygusal izolasyon, melankoli ve sosyal uyumsuzlukla ilişkilendirilir. Kutsal kitaplarda ifade edilen “fıtratın bozulması” kavramı, bireyin yaratılış amacından saparak ahlaki ve manevi bir çöküş yaşamasına yol açar.
2. Toplumsal Yozlaşma ve Ahlaki Çöküş
Toplumların ahlaki değerleri, bireylerin davranışlarına göre şekillenir. Homoseksüelliğin yaygınlaştığı toplumlarda, aile yapısı gibi temel sosyal kurumlar zarar görür. Aile kavramının zayıflaması, gelecek nesillerin sağlıklı bir ortamda yetişmesini tehlikeye atar.
3. Sağlık Riskleri ve Ekonomik Yük
Bilimsel çalışmalar, homoseksüel bireylerin HIV/AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Örneğin, ABD hükümeti her yıl HIV tedavisi için 24 milyar dolardan fazla harcama yapmaktadır. Bu durum, homoseksüelliğin yalnızca bireylerin değil, toplumun genel sağlığını ve ekonomisini de olumsuz etkilediğini ortaya koyar. Homoseksüel ebeveynler tarafından yetiştirilen çocuklar, cinsel kimlik karmaşası ve psikolojik sorunlar yaşayabilir. Araştırmalar, bu çocukların cinsel saldırıya maruz kalma riskinin daha yüksek olduğunu ve ilerleyen yaşlarda intihar eğilimleri gibi ciddi sonuçlarla karşılaşabileceklerini göstermektedir. Bu nedenle, çocuklara erken yaşlardan itibaren cinsel istismara karşı eğitim verilmesi, kendilerini koruma becerilerinin artırılması hayati önem taşır. Bazı çevreler, homoseksüelliğin genetik bir yönü olduğunu iddia ederek bu davranışı meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ancak bilimsel araştırmalar, bu iddiaları destekleyen kesin bir delil bulamamıştır. Homoseksüelliğin genetik olmadığı aksine psikolojik olduğu sonucuna varılmıştır ve hormon seviyeleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Dolayısıyla, homoseksüellik genetik bile olsa, bireylerin ahlaki değerlerini ve iffetlerini korumaları gerektiği gerçeği değişmez. Homoseksüelliğin bireysel ve toplumsal zararlara yol açtığı gerçeği göz önüne alındığında, bu konuda bilinçlendirme çalışmaları yapılması zorunludur. Ancak bu süreç, şiddet veya dışlama gibi yöntemlerle değil, sevgi ve anlayışla ele alınmalıdır. Toplumun daha ahlaklı ve sağlıklı bir yapıya kavuşması için şu adımlar atılabilir:
1. Ailelere, çocuklarına dini ve ahlaki değerleri aşılamaları konusunda rehberlik sağlanmalıdır.
2. Medya, homoseksüelliği özendirici içeriklerden kaçınmalı ve toplum bilincini artırmaya yönelik programlar üretmelidir.
3. Eğitim kurumları, gençlere sağlıklı ilişkiler ve toplumsal değerler hakkında doğru bilgi vermelidir.
Homoseksüellik, dini ve ahlaki açıdan sapkın bir davranış olarak tanımlanmış ve birey ile toplum üzerinde derin olumsuz etkiler bırakmıştır. Bu davranışın yaygınlaşmasını önlemek için toplumun tüm kesimlerine büyük sorumluluk düşmektedir. İnsan fıtratına ve ilahi emirlere uygun bir yaşam sürmek, hem bireylerin hem de toplumun refahı için vazgeçilmezdir. Ancak bu süreçte, sevgi, anlayış ve bilinçlendirme temelinde hareket edilmelidir. Zira homoseksüellik genetik olmayıp psikolojiktir. Homoseksüelliğin psikolojik bir yönü olduğu iddiası, özellikle modern psikoloji ve psikanaliz ekolleri tarafından sıkça ele alınmış bir konudur. Bu bağlamda, homoseksüel eğilimlerin bireyin çocukluk döneminde yaşadığı çevresel faktörler, aile ilişkileri, travmalar, rol model eksiklikleri gibi psikososyal etkenlerle şekillendiği ileri sürülmektedir. Freud başta olmak üzere klasik psikanalitik düşünürler, homoseksüelliği bireyin cinsel kimlik gelişiminde yaşadığı sapmalarla açıklamaya çalışmıştır. Freud’a göre, çocuklukta ebeveynlerle kurulan ilişki, özellikle de aynı cins ebeveynle sağlıklı bir özdeşleşme kurulamaması, bireyin ileriki yaşlarda cinsel yönelimini etkileyebilir. Örneğin, otoriter veya ilgisiz bir baba figürüyle büyüyen erkek çocukların anneleriyle aşırı özdeşleşerek homoseksüel eğilimler geliştirmesi mümkündür. Bağlanma kuramları, bireyin çocukluk dönemindeki bakım verenlerle kurduğu bağın, ileri yaşlardaki ilişkilerini ve kimliğini etkilediğini ortaya koymuştur. Güvensiz bağlanma biçimleri geliştiren çocuklarda, özellikle sevgi, şefkat ve güven ihtiyaçları karşılanmadığında, bu boşluğu başka biçimlerde doldurma çabası, cinsel yönelim sapmalarına zemin hazırlayabilir. Özellikle çocuklukta yaşanan cinsel istismar, cinsiyet kimliğinde kafa karışıklığına ve sapkın eğilimlere neden olabilmektedir. Bu bağlamda, birçok klinik çalışma, homoseksüel bireylerin çocukluklarında cinsel taciz ya da travmatik ilişkiler yaşama oranının heteroseksüel bireylere göre daha yüksek olduğunu göstermiştir. Homoseksüellik sadece bireyin iç dünyasından kaynaklanmaz; aynı zamanda sosyal çevre ve medya tarafından da etkilenir. Çocuklukta ve ergenlikte maruz kalınan cinsel içerikli yayınlar, cinsiyet rolleriyle ilgili yanlış modellere yönlendirme yapabilir. Homoseksüelliğin normalleştirildiği ve hatta övüldüğü medya içerikleri, gelişim çağındaki bireyler üzerinde yönlendirici bir etki yapabilir. Sosyal öğrenme kuramı, bireyin davranışları çevresindeki rol modelleri taklit ederek öğrendiğini vurgular. Bu nedenle, aile yapısının bozulduğu, ahlaki sınırların bulanıklaştığı toplumlarda, bireyler daha kolay alternatif cinsel yönelimlere kayabilir. Modern bilimin sunduğu veriler, bu yönelimin genetik olmadığını, çevresel, duygusal ve kültürel etkilerle şekillendiğini göstermektedir. İnsan yaratılışıyla uyumlu bir hayat yaşamak ve toplumsal yapıyı korumak adına, bu konunun ciddiyetle ele alınması, ancak dışlayıcı değil, eğitici, bilinçlendirici ve sevgi temelli bir yaklaşım sergilenmesi gerekmektedir. Topluma düşen görev, bireyleri anlamak ve onlara doğru yolu göstermek için empati, ilim ve hikmetle yaklaşmaktır.