2
Yorum
15
Beğeni
0,0
Puan
277
Okunma
Anlatmak için bile yürek ister bazen…
Günümüzün hastalığı ne bencillik ne narsisizm…
Görünmeyen ama her yere sızan bir ben merkezlilik var.
İnsanlar artık dünyayı dört mevsimiyle kendi etrafında dönen bir sahne sanıyor.
Diğer herkes; ya alkışçı ya da sessiz seyirci…
Sen, dost bildiğin birine derdini anlatırsın,
o seni konuşmanın ortasında yalnız bırakır:
“Ben de çok kötüydüm geçen hafta…”
O an anlarsın, aslında hiç dinlenmemişsin.
Yalnızca “sıranı savmışsın.”
Böyle ilişkilerde vefa aranmaz; çünkü o ilişkilerde vicdan yoktur.
Sadece egoların çatıştığı bir tiyatrodur orası.
Senin rolün: dinleyen.
Onunki: hep anlatan.
Ve böylece senin ruhun küçülür.
Varlığın silikleşir.
Kendini o ilişkinin içinde değil, kenarında hissedersin.
Çünkü senin acın “rahatsız edici” bulunmuştur.
Çünkü senin susuşun, onların kendini anlatma süresini böldüğü için gereksiz sayılmıştır.
Vefa, bir omuzdur.
İhtiyacın olduğunda kendiliğinden uzanır.
"Ne oldu?" demeden gözlerinden anlar.
Ama şimdi insanlar kendi ağrısından başka hiçbir acıyı tanımıyor.
Sen anlatırken bile dinliyormuş gibi yapıyor, çünkü senin cümleni kendi derdine bağlayacak bir fırsat kolluyor.
Sen acıyı anlatırken, o seni pas geçip kendi başını okşuyor.
Bir mesajla dert dökerler,
ama senin cevabın "canım ben de çok kötüydüm" dedikçe
okunmamış bir mesaj gibi kalır.
Sanki dünya onların başının üstünde dönen dev bir fanus.
Sana sadece dinleyici rolü düşmüş.
Ama sen de bir insansın.
Senin de uykusuz gecelerin, içten içe susan yanların var.
Senin de elinden tutan bir vefa eline ihtiyacın var.
Vefa, bir insanın bir başka insana duyduğu minnetten öte bir şeydir;
bu, kalbin bir başka kalbe eğilmesidir.
Ama günümüz dünyasında insanlar sadece kendi dertlerini anlatmak için var gibi.
Senin kırıklarını değil, kendi çarığı yırtılmış diye ağlayanlarla dolu etraf.
Peki ya sen? Kim sordu canının ne halde olduğunu?
Kim tuttu sen anlatmadan önce yüreğini?
Bazen susarsın.
Konuşmak istemediğinden değil,
anlatmaya değecek bir yürek bulamadığından.
Oysa içinde çığlıklarla dolu bir sessizlik vardır.
Ve sen susarsın…
Çünkü anlatacak yerin yoktur,
çünkü herkes kendi derdinin yankısını senin kulaklarına dayamıştır.
Vefa işte orada başlar.
Sesini bastıranlar arasında
sana kulak veren bir kalp varsa,
orada bir hayat başlar.
Bir insanın, başka bir insanı gerçekten görmesiyle doğan şeydir vefa.
Ama günümüz ilişkilerinde vefa artık bulunması zor bir define gibi…
Gömülmüş. Unutulmuş. Üzerine beton dökülmüş.
Sen anlatmak istersin,
o seni dinler gibi yapar ama aslında kendi sırasını bekliyordur.
Sen içini dökersin,
o “Ben de geçen gün...” diye başlar ve kendine geçer.
Ve sen, kendini yalnızlığın içinde iki kat yalnız hissedersin.
İşte o an anlarsın:
Vefa yoksa, orada bağ da yoktur.
Orada sadece geçici alışkanlıklar vardır.
Vefasızlık,
çiçek susarken ona güneş vermektir.
Parlıyor gibi görünür ama içinde yavaş yavaş kurur.
Çünkü ihtiyaç duyduğu şey, sıcaklık değil, anlayıştır.
Ben merkezli insanlar,
kendi dertlerini megafonla anlatırken,
karşısındakinin acısını duyamaz.
Çünkü onlar kendi yankılarını alkışlayan seyirciler arar.
Sen “canım acıyor” dersin,
o “Benim de ayaklarım ağrıyordu geçen gün” der.
Oysa senin bahsettiğin acı;
bir yerinin ağrısı değil, hayatının içten içe sönüşüydü.
Vefa, çığlığı duymak değil,
fısıltıyı sezmek sanatıdır.
Gülüşteki eksikliği, gözdeki nemi anlamaktır.
Zamanla kendini geri çekmeye başlarsın.
Aramazsın. Yazmazsın.
Çünkü artık kendine şunu söylersin:
“Ben varım ama onlar için yokum.”
Ve en acısı nedir biliyor musun?
Bunu fark ettiklerinde bile sana sormazlar:
“Sen neden sustun?”
Çünkü hâlâ kendilerindedir akılları.
Sen sadece bir ara durak, bir dinlenme bankı, bir yastıktın.
Ama sen bir insandın.
Bir kalbin, bir suskunluğun, bir sitemin vardı.
Ve artık bilirsin:
Seni dinlemeyen birine kalbini açmak;
susuz bir toprağa çiçek ektim sanmaktır.
Kök tutmaz.
Yeşermez.
Sadece içindeki tohum tükenir.
Vefalı insan, susmanı duyan, gözünü okuyan,
sana “nasılsın?” deyince gerçekten bekleyen kişidir.
O, sen anlatmadan bile hissedendir.
Seninle sadece gülerken değil,
ağlarken de aynı yerde kalandır.
Eğer bir insan seni sadece neşende yanına alıyorsa,
ama kederinde uzağındaysa,
o sana ait değildir.
Onu yüreğine alma.
Vefa, hatırlamaktır.
Senin en sessiz gününde bile,
“nasılsın” kelimesini gerçekten sormaktır.
Anlatma değil, dinleme becerisidir.
Kendine odaklı değil,
karşısındakiyle birlikte yürüyebilmektir.
Bir ilişkide sevgi yetmez.
Saygı da tek başına çare değildir.
Ama vefa varsa,
orası bir yuvaya dönüşür.
Yoksa... herkes birbirinin gölgesine basmadan kaçmaya çalışır.
Unutma:
Seni gerçekten düşünen, senin sustuğun anları da duyan kişidir.
Geriye kalan sadece yankıdır… sesin gider, ruhun asla ulaşmaz.
Vefasızlık,
bir çiçeğin suya sırtını dönmesi gibidir.
Solarsın…
Sen anlatırsın, o aynaya bakar.
Sen ağlarsın, o gözyaşını parfüm zanneder.
Vefalı bir dost,
kırıldığında camı değil seni koruyandır.
Ve seni hatırlayan değil, unutmayan insandır.
“Sana gelmeyeni bekleme.
Sesini duymayana içini anlatma.
Vefasız bir gölgede
yürek üşür, insan tükenir.”
Peri Feride ÖZBİLGE
20.06.2025