2
Yorum
12
Beğeni
0,0
Puan
193
Okunma
Bazen bir mısra, bir hayattan daha fazlasını anlatır. Ama asıl mesele o mısranın ne söylediği değil, neyi sessizce içinde tuttuğudur. Şiir, sadece yazılan kelimelerden ibaret değildir. Aslında şiir, söylenmemiş olanın, yazılamamış olanın çevresinde döner durur. Ve bazı şiirler, yalnızca şiir değildir, bir sezgi, bir çağrışım, bir hatıra, hatta bir dua gibi okunur.
Şair, kalemle değil, sessizlikle konuşur çoğu zaman. Her sustuğu yerde bir başka gerçek filizlenir. Duygular, kelimelere sığmadığında başlar asıl şiir. Kağıda düşen her sözcük, bir yokuşun başlangıcıdır, ama o yokuşun sonu çoğu kez yazılamayan bir satıra varır. Orada okuyucu yalnız kalır. Orada herkes kendi şiirini duymaya başlar.
Şiirden daha fazlası dediğimizde, aslında bir arayışı kastederiz. Duygunun sözü geçtiği, anlamın şekil değiştirdiği bir arayış. Çünkü insan kalbi, tek bir dizeyle yetinmez. O, dizelerin ardındaki boşlukları da hisseder. O boşlukta yankılanan bir ses vardır, İlahi, evrensel, insani bir ses. Ne tam olarak duyulur, ne de tam olarak susar. Hep aradadır. Hep bir adım ötededir.
Bir şiir bazen bir şafağı bekler. Gecenin koynunda doğmayı unutan bir sabah gibi. Henüz var olmamış, ama varlığı hissedilen bir zaman gibi. O bekleyişin içinde bir ses daha vardır, Müzikal bir akış… İçimizde bir yerden çalan bir ezgi… Kimi zaman yalnızca gözyaşlarımızın duyduğu bir melodi…
Ve biz, o şiiri okurken ya da yazarken, aslında kendimizi yazıyor gibi oluruz ama gerçekte öyle değil. Her mısra, kendi içimize inen bir merdiven gibidir. Güzellik oradadır. Sade ve derin. Kafiyeler şekil değil, yankı olur. Şair ise sadece bir hatırlatıcı hissetmeye cesaret eden bir tanık.
Bazı şiirler bitmez. Sadece susar.
Ve bazı suskunluklar, şiirden daha fazladır.
*
Mehmet Demir
12625