1
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
180
Okunma
Ölü öfkenin boyunduruğunda idi vakit ve asla altına imza atmayacağı akit ile mimlenmişti ömrü.
Bir afra bir tafra.
Bir devingen mizaç ki yüreğin fermanında saklıydı şiirler ve şiir küreyen acılar nihayetinde ermekle ölmek arasında bir seçim yapacağı küflü yorgunluğun kokusunda kaybolan nem gibi aşk gibi ve İlahi sırdaş gibi.
Küspesi neydi ki mazinin ve kimdi kendini parçalayan?
Bir sözcüğe gebeydi gece aslında geceye gebeydi kadın aslında kadına gebe yorgunluk ve külüstür acılardan geçti yolu illa ki.
Tüneyen baykuş yaslı geceye.
Yaslandıkça dağları eriyen bir buz kütlesinden arda kalan erimiş damlalarla cafcaflı bir yorgunluğun miadı doldu dolacak.
Aklın sınırları zorlanırken belki de sonlanacakken acılar elbet türeyen elbet tükenen elbet izafi bir yokuş çatallı yolların hengamesi ve tutuşan odun yüklü bir şömine.
Kimse kılıf biçecek ant içti öncelikle Tanrıya ve salkım söğüt kurudu yaslandı bilinmeze belki de mintanı sökük bir dervişti acıları sırtlanan ve kadınlığın yolculuğunda zarif bedeniyle tutuşturan bir kıvılcım ta ki öfkesi dinene kadar adamın kanatlarına dokunan ay ışığı bir nebze de olsa içini aydınlatmalıydı ya.
Sözlendi sözcükler ve orta noktada buluştu gerçi bu saatten sonra ne değişecekse.
Lakayt olan evrendi aslında asılı olduğu gökyüzünün takkesi düşecekti ne zamanki ölüm meleği çalsa kapıyı ve dayansa cümbür cemaat yola düştü hayaletler.
Gün özrünü sundu nasıl da yorgundu.
Bir takoz kondu kapının altına ve boydan boya serildi ruhlar.
Kehanetin izini süren meftun gece. Kabrine ziyareti ise an meselesi idi bilinmezin ve sökük eteklerinden dökülüyordu taşlar acının ve gözlerinden kadının.
Kadınlığın ve de insanlığın bir zulme meylettiği ve kürediği kadar hayatı rast geldiği dağınıklık. Şunun şurasında kaç zaman geçmişti ki? Özrüne mi sahip çıkacaktı kader yoksa öz veri yüklenmiş gencecik bir kadın mıydı bu dünyadaki son misafir?
Hüzünle kitlendi.
Hüzne sürüklendi.
Tek şahit idi Yaratan ve yaratıları ihanet ederken İlahi Güce.
Sözcükler lüksü bile değildi ömrün aslında ömür hibe edilmişti korkuya.
Kat çıkan her duygu ve kapı önüne yığılan her yük.
Yüksünmeden seven tek canlı ve karşılık beklemeyen bir sabi. Yüreğin çarpıntıları ile sarsıldı dünya ve akan yaşlardan denizlere ulaştı özgür ruh.
Öncesinde bir sefil kız çocuğu ayağını çoktan okuldan kesmiş akabinde bir çocuk gelin acıları kırmızı kuşağına eklemiş.
Paye veren acılarla düşmüştü madem yola ve mademki gözünden düşmüştü insanlığın…
‘’Hatice…’’
‘’Buyur baba.’’
‘’Oradan bir tas sıcak su getir hele.’’
İncecik bedeni ve küçük elleri oysaki en yakışandı ona okul önlüğü ve kalem ama sözcükler korkuyordu tıpkı onun gibi ve geceli gündüzlü kimselere görünmeden yazar çizerdi elbet okurdu ve okudukça okuyası gelirdi ne olsa bu bir rahmetti Rabbinin de sunumu.
Bir saçı vardı örülü.
Bir de kaderi vardı mesafeli mutluluğa.
Bir anacığı vardı ki bir zamanlar gel gör ki genç yaşında göç etmişti ne zamanki sekizinci ve son düşüğünü yapmıştı ki.
Doğurmuştu kaç kere ve kaç kere kırılmıştı kolu kanadı ve ebe yine müjdeli haberi verememişti.
‘’Hele de, ebe kadın. Oğlan değil mi?’’
Her seferinde örselenen bir rahim ve rahmet. O beden nasıl dayanırdı ki bunca yüke ve altında ezile ezile odununu da taşıdı kadın tarlasına da gitti ve sürdü toprağı. Irgat düşlerin meyvesini toplayacaktı ne zamanki yatsa yatağına.
Mayasında vardı bir kez acı ve imkansızlık ve hemcinslerinden farklı bir hayat yaşamıyordu hani gerçi o, köyünde ve yatağında mücadele verirken kim bilir kaç milyon kadındı benzerini yaşayan?
Ne fark ederdi ki? Ha kentte ha köyde?
Üstelik benzer kaderi yaşıyordu bunca kadın: eğitimli olsa da olmasa da ne de olsa sunulan buydu elbet erkeklerin gözünde bir kadın her zaman el altında bulunandı ve hak ettiğine bir şekilde nail olan.
Evet, şanslı olan kadınlar da vardı ama benzer sonlar değil miydi bir piyango gibi farklı hanelere vuran o ay ışığında ölümün soğuk nefesi değil miydi bir ailenin hele ki kadının yakasına çöreklenen?
Hatice Kız.
Sonrasında Hatice Kadın.
Ve rahmetli anacığı, Hafize Kadın ve onun annesi ve bir diğerinin kızı ya da gelini.
Ne çok gel-git.
Ne çok meddücezir.
Ne çok hüsran.
Ne çok talan.
Yalnızlık aslında Allah’a mahsustu ama her kadın da yalnızdı.
Göğe otağı kuran bir dervişti belki de her biri ya da azize.
Mevsimin soluk teninde donan bir bakış ya da kayan bir ömür.
Ne çok severdi anacığını Hatice ve tüm sağlıklı doğan kardeşlerini aslında her kız kardeşini gel gör ki babası Hatice’nin hangi kızını kucağına alıp da alnından öpmüştü helalliğinin?
Acılar arpa boyu.
Acılar adam boyu.
Ne uzayan ne kısalan.
Ne sonlanan ne de sonlanması beklenen.
Bir kaderdi diğerin öncülük eden ve kederdi kadının başını bağlayan en çok da güçten düşen narin bedenler elbet erkeksen şansın fazlaydı ve yaşama ihtimalin ve güç de elindeydi eğer ki erkek olarak doğmuşken.
Hatice Kız.
Hatice Kadın.
Bir çocuk gelin daha ve anası ile aynı akıbeti paylaşan.
Ne hurafeler vardı sonlanacak ne de bir lanetti sonlanması mümkün olmayan.
Anası idi ilk ve son sığınağı şimdi ise kadının kabri her yolu düştüğünde başı yana düşüp de bildiği duaları defalarca okuyan.
Nispet yapan kader.
Köyün ileri gelenleri ve Hatice’nin babasının akıl hocaları ne de olsa köy yeriydi genelde köyün erkeklerinin de uğrak yeri iken köyün kahvehanesi.
Ne sırdı ne de ser Hatice’nin güzelliği üstelik okula gidip gelirken küçük kız kaç kişi ona göz koymuştu elbet babasının kulağına gidip de…
‘’Rüstem Ağa, artık gelinlik kızdır Hatice. Var git okuldan al kaydını da baş göz edelim senin kızı.’’
İyi de ne ara büyümüştü bu kız?
Düşünme ihtimali da yoktu ne de olsa aklı fikri köylünün çıkardığı dedikodulardı zaten o günden sonra kızını okula göndermemeye yemin etti gerçi Hatice bunu duyduğunda yıkılmıştı ama…
‘’Kız, git üstüne başına düzgün bir şeyler giy.’’
‘’Neden ki baba?’’
‘’Bana karşı mı geliyorsun sen?’’
Nevri dönmüştü bir kez adamın hem gözleri çakmak çakmaktı.
‘’Anası kılıklı seni.’’
Kader hep aynı mı olacaktı ve adı illa ki kederle yer mi değiştirecekti?
Derken günler günleri kovaladı ve el sıkıştı Rüstem Aksak Nuri ile üstelik askerlik arkadaşı üstelik oğlunun askere alınması da an meselesi idi. Detayları elbet konuşmadılar elbet Hatice’nin fikri dahi sorulmadı ta ki kapısına dayanana kadar Hatice’nin.
Hatice öksüz kız kardeşlerine hem annelik hem ablalık yapıyordu da gerisi gelmiyordu işte.
‘’Zamanı geldi kız.’’
‘’Anlamadım baba.’’
‘’Anlarsın, anlarsın yakında. Hadi git de bana şöyle okkalı bir kahve yap sonra da derim diyeceklerimi.’’
Sözcükler efsunlu muydu yoksa yakıcı mı?
Yanan yürek miydi yoksa köy meydanı mı?
Ateşe benzin döken ahali ve Rüstem’in aklını çelen.
‘’Baba…’’
‘’De git kız. Sus ve otur aşağı.’’
Hatice biliyordu başına gelecekleri ki sınıfındaki kaç kız arkadaşını babaları okuldan almamış mıydı?
Hatice biliyordu annesi ile aynı kaderi paylaşacağını.
Paylaşmalı mıydı peki?
Ha Hatice ha Şule ha Susam ha Zeynep.
Kaderinden kaçanlardı vardı elbet ama sonları müphem bir de kadere razı gelenler tıpkı Hatice’nin rahmetli anası gibi.
Gelişmemiş ufacık bir beden anne olmak için çok çelimsiz idi ve o vücut gelişip olgun bir bedene kavuşmalıydı ve hiçbir kız çocuğu bu kaderi yaşamak mecburiyetinde değildi zaten Rüstem Ağanın kafası çalışmazdı da en azından ona öğretilen buydu ve biliyordu ki; söz ağızdan bir kere çıkar ve çıkmıştı da.
Hatice.
Evlendirildi zorla ve sayısız düşük yaptı.
Şule ve Ayşe ve Zeynep ise bir çıkış yolu buldu ve şehre göç etti.
Nice kız nice kadın okul yolunda büyüdü ve diplomaları ile bir yer edindiler toplumda ve aydınlık erkeklerle evlendiler sözüm ona ve aklı eren her olgun insanın onlara saygı ve sevgi ile yaklaşması gerekirken…
Kimisi okul çıkışı öldürüldü.
Kimi evlenmekten caydıkları için.
Kimi şiddet görüp artık dayak yemekten bıktığı için soluğu mahkemede alan.
Kimi sokak ortasında öldürüldü.
Kimi evinde odasında.
Kimi çalıştığı iş yerinde.
Suçları ne miydi?
Kadındı her biri ya da küçücük bir kız çocuğu ve tek suçları pembe bir nüfus kâğıdına sahip olmaktı.
Kimi şehrin ortasında ölümle tanıştı; kimi köy meydanında kimi baba ocağına dönüp de kaçarken kocasından.
Çünkü onlara bu dünyada sahip çıkan kimse yoktu Allah’tan başka üstelik yasalar dahi koruyamazken kadını ve kız çocuğunu…
‘’Hatice, ne cehennemdesin kız…’’
Oysaki onlar cennet bahçesinde yaşamaya layık peri kızlarıydı ve dünyalarını cehenneme çeviren illa ki erkeklerdi: kocası ya da babası ya da sevgilisi ya da erkek kardeşi ya da durduk yerde onlara kafayı takan sapkın bir yabancı ve de yabancılar.
Yaşadıkları cehennem artık onları cennet yolcusu yapmıştı ve Yaratan’ın tanıdığı yaşama hakkı ise zebani misali erkeklerin tarafından ellerinden alınmıştı üstelik dünya aslında kimse için yaşanılası güvenilir bir yer değilken hele ki kadınsan.
5.0
100% (5)