1
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
354
Okunma
Kurban ve Kurbiyet:
Kurban, İslâm geleneğinde sadece bir ibadet değil, aynı zamanda bir hakikat arayışı, bir kendini feda ediş, bir yaklaşma eylemidir. Bu yaklaşma ise, tasavvufî terminolojide kurbiyet olarak adlandırılır.
Kurban bir sembol; kurbiyet ise bu sembolün kalbidir.
Bu yazıda, kurbanın metafizik hakikati ile kurbiyetin tasavvufî boyutunu incelemeye çalışacağız.
Kurban, görünürde bir gölge gibidir; kan ve etten oluşan maddi bir gerçeklik.
Ancak bu gölgenin ardında, görünmez ama en güçlü bir hakikat saklıdır: Kurbiyet...
Gölgenin ardında kalan öz, varlığın en yüce hâlidir.
Kurbiyet, bu özün insan ruhunda zuhurudur.
O, sessiz ve derin bir sırdır; ancak gönlü hakikate açanlar onun gölgesinde vuslata erişir.
Fıkhî olarak kurban, belirli şartlar dâhilinde Allah rızası için kesilen hayvandır.
Lakin bu zahirî tanım, batınî anlamı izah etmez.
Tasavvufî düşüncede kurban, nefsin ve benliğin kesilmesi, kulluğun teslimiyetiyle Hakk’a yaklaşma niyazıdır.
İbrahim gibi nefsini kurban sehpasına yatırmak, kurbiyettir.
Hz. İbrahim’in (as) İsmail’i kurban etmeye yönelmesi, dışarıdan bir feda, içeriden ise bir fenâ hareketidir,
benliğin Hakk’a mutlak teslimiyetidir.
Kurban yalnızca kesilen bir hayvan değil; kişinin Allah yolunda terk ettiği her şeydir:
Malı, arzusu, makamı, hatta bazen en çok sevdiği şeyleri…
Kurban, sadece bir koyunun boğazlanması değil;
O’ndan gayri her şeyden gönül koparmaktır.
"Kulun takva, ihlâs, zikir, ibadet ve feda ile Allah’a manevî olarak yaklaşma hâlidir."
Tasavvufta bu, seyr ü sülûk sürecinde kazanılan bir yakınlıktır.
Kurbiyet, bir durak değil, bir hâl, hatta bir vuslat ateşidir.
Herkes kurbiyet davası güder ama her gönül ona eremez; aşkın binlerce menzili ve belâsı vardır.
Kurb-i Enbiyâ: Peygamberlerin Allah’a doğrudan vahiy ile olan özel yakınlığıdır.
Kurb-i Evliyâ: Velî kulların zikir, riyâzat, ihlâs ve fenâ ile ulaştığı manevî yakınlıktır.
Kurb-i İbâd: Sıradan müminlerin takva ve ihlâs ile kazandığı kurbiyettir.
Tasavvufta bu yakınlık fenâ fi’l-lâh ’’Allah’ta yok olma’’ ve ardından gelen,
bekā bi’l-lâh ’’Allah ile var olma’’ hallerine açılır.
Kurban bir vasıtadır, kurbiyet ise neticedir.
Kurbanın özü, benliği feda etmek suretiyle Hakk’a yakınlık kazanmaktır.
’’Allah’a ne etleri ulaşır ne kanları; O’na ulaşacak olan yalnızca sizin takvânızdır.’’ (Hac 37)
mealindeki ayet bunu açıkça göstermektedir..
Tasavvufî metinlerde nefs, kurban edilmesi gereken bir hayvan gibi tarif edilir.
Zira hakikî kurban, nefsin arzularından soyunmaktır:
’’Ey yol eri! Nefsini kurban et ki, Allah’ın yakınlığında bir sığınak bulasın.’’
Kurbanın asıl manası: Teslimiyettir.
Hz. İsmail’in teslimiyeti, kurbiyetin özüdür:
’’Babacığım, emrolunduğun şeyi yap; beni sabredenlerden bulacaksın.’’
Bu söz, ilâhî iradeye mutlak teslimiyetin ve kurbiyetin zirvesidir.
Bugünün insanı, kurbanı sadece et ve sosyal yardımlaşma aracı olarak görmekte;
kurbiyeti unutarak şekle saplanmaktadır.
Oysa:
’’ Kim ki nefsini kurban etmedi, sevgiliye nasıl ulaşsın?’’
Kurbiyet, kırılmış kalplerin, silinmiş benliklerin, Hakk için terk edilmiş sevgilerin yoludur.
Sonuç olarak; Kurban Feda’dır, Kurbiyet Fenâ’dır
Kurban, bir zahirî ibadettir; lakin bâtınî anlamı feda ve teslimiyetle derinleşir.
Kurbiyet ise, bu ibadetin ruhudur; hakikî kulun Hakk’a yaklaşma arzusudur.
Feda olmadan fena olmaz,
Bu vesileyle nefsin arzularından sıyrılıp, kurbiyet makamında bir bayram yaşama dileklerimle..,
Bayramınız mübarek olsun...
...andelip...
5.0
100% (1)