2
Yorum
14
Beğeni
5,0
Puan
166
Okunma
İnsan, kendi varlığının sürprizidir. Bir sabah, nereden geldiğini bilmeden uyanır bu dünyaya; ne öncesi vardır ne de hakiki bir sebebi. Zihin açıldıkça derinleşen bu belirsizlik, sadece bir merak değil, aynı zamanda bir sancıdır. “Neden varım?” sorusu, hiçbir zaman bir cevaba ulaşmayı amaçlamaz aslında; o, varlığın içinde yankılanan sonsuz bir çatlak gibidir.
Her birey, varoluşa atılmış olmanın ağırlığını taşır. Bu, Heidegger’in deyimiyle “dünya-içinde-olma” halidir. Ancak bu hal, ne bir kararın sonucudur ne de rızanın. Bir anlamda hepimiz, dünyaya ‘zorla çağrılmış misafirleriz.’ Özgürlük dediğimiz şey, bu zorunluluğun içinde bir yön tayini çabasıdır: mecbur olduğumuz bir varoluşun içinden, anlamlı olanı inşa etme umudu.
Ama ya anlam, gerçekten de bizden bağımsızsa? Ya anlam dediğimiz şey, sadece boşluğun üstünü örtmek için uydurduğumuz bir kandırmacaysa? Camus’nün dediği gibi “absürd” tam burada devreye girer. İnsan, evrenin sessizliğine çarparak anlam arar. Ancak evren, ne soru sorar ne de cevap verir. Sessizlik, kudretiyle boğar bizi. İşte o zaman düşünce ile varlık arasında bir uçurum belirir: Biz, düşünebildiğimiz için değil, düşünebildiğimiz halde cevap bulamadığımız için insanız.
Felsefe, bu suskunluğa gözünü dikip konuşmaya çalışır. Tanrı’yla, bilinçle, maddeyle, hiçlikle... ama hep bir eksik, hep bir boşluk kalır. Çünkü belki de varlık, tümüyle kavranamaz; sadece sezilebilir, yalnızca yaşanabilir. Bilmek yerine hissetmeye mecbur olduğumuz bir bilinmezliktir var olmak.
İnsan, kendi bilinç kuyusunun dibine baktıkça başka sorular da doğar: “Ben kimim?” “Ben, bir ‘ben’ olduğumu nereden biliyorum?” Descartes, düşünüyorum öyleyse varım dedi; ama belki de tam tersi doğrudur: Var olduğum için düşünüyorum. Düşünce, varoluşun sebebi değil, sonucudur. Biz düşünürüz çünkü yaşarız, acı çekeriz, özleriz, unuturuz. Ve her unutuluşta biraz daha kayboluruz kendimizden.
Özgürlük, bu varlık sarmalında tek gerçek tercihtir. Fakat özgürlük bile bazen bir lanettir. Sartre’ın söylediği gibi, “İnsan özgürlüğe mahkûmdur.” Yani seçmeye, yön belirlemeye, sorumluluk almaya mecburuz. Bu mecburiyet içinde kimliğimizi, inancımızı, hatta gerçekliğimizi inşa ederiz. Oysa her seçim, başka bir olasılığın ölümü demektir. Belki de bu yüzden hiçbir zaman tam anlamıyla huzur bulamayız.
Yani , varoluş problemi bir sorundan çok, bir eylem biçimidir. Cevaplar ararken kurduğumuz her tümce, biraz daha derinleştirir o ilk çatlaktan doğan yankıyı. Ve belki de yaşamak, o çatlağı onarmak değil, onu anlamlı bir sessizliğe dönüştürme sanatıdır.
5.0
100% (6)