6
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
329
Okunma
(babamın mavi gözlerine not düşüldü)
Şubat, takvimden düşmemişti daha.
Soğuk, parmak uçlarıma dek sokuluyordu.
Babam öksürüyordu
ama öyle babaca, hafifçe, geçip gider sandığımızdan.
Bir laboratuvar sonucu kadar kırılganmış aslında sabahlar.
Testleri ben aldım,
çünkü babam da bir sağlıkçıydı,
yani meselenin adını duysa,
cümleleri üç saniyede kurar, üç saniyede yıkardı.
Ben önce yıkıldım.
Doktorun “Maalesef kanser” cümlesi,
kulak zarımı değil, içimin balkonunu çökertti.
Çıktım dışarı.
Dünya aynıydı
ne tuhaf.
Hayat devam etmeye utanmıyordu.
Bir çiçekçiye gittim,
gül sordum,
“Gül dediğiniz kışın altın değerinde,” dedi kadın.
Ne altını be abla,
Babam sevdikten sonra her şey gümüş bile kalır…
Üç gül aldım.
İkisi hafif solgundu,
biri inadına canlı
belki ben gibi.
Odasına girdim.
Gülümsedim,
sanki içimde fil ölmüş ama dışımda bahar varmış gibi.
“Hiçbir şeyin yokmuş baba,” dedim,
yalanımın çiçekçiliğini o gün öğrendim.
“Keşke tahlilleri ben görseydim önce,” dedi,
gözlerini camdan dışarı,
mevsimsiz bir sonsuzluğa dikti.
İndik birlikte bahçeye.
Toprak hafif nemliydi,
ve ben ilk kez ağlamayı öğrendim
içe doğru, sessizce.
Böyle mavi gözlü bir adamın yanında
karalar bağlayamazdım çünkü.
O gün öğrendim:
Bazen acıyı gülün altına gizlersin,
ironiyi de cebine koyarsın
ve sevgi, tüm sonuçlardan önce gelir.
Babaya Şiirli Notlar – II: Çay Bardaklarında Kalan Sessizlik
Hastaneden dönüş yolunda
her şey olağandı.
Minibüs yine kalabalıktı,
camlar yine buğuluydu.
Dünya bir şey olmamış gibi
yerinde dönüyordu.
Oysa senin içinde bir şey durmuştu baba
ve bende
bir şey daha susmuştu.
Eve gelince çay koydum.
Çünkü çay her derde devaymış gibi öğretilmişti bize.
İçine biraz limon sıktım,
biraz da “ne diyeceğimi bilmiyorum” duygusu.
Sen, o eski köşe koltukta oturdun yine,
bir elin dizinde, diğerinde fincan.
Göz göze gelmedik.
İkimiz de sustuk.
Ama o sessizlik var ya baba,
o çay bardağının dudağımıza değdiği yerde
çın çın ötüyordu.
"İyiyim," dedin sonunda,
biraz geç kalmış bir sözcük gibi.
İçinde hem yorgunluk, hem sabır vardı.
Ben de "evet" dedim,
ama aslında,
"nasıl dayanacağım?" demekti o evet.
O çaydan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Ama her çayda seni biraz daha anladım.
Az şekerli bir hayat yaşadığını,
bazı şeyleri hep içtiğini,
ama hiç kimseye dökmediğini.
Bardak boşaldı,
kelimeler yine dibe çöktü.
İşte o gün öğrendim:
Bazı sessizlikler,
söylenmiş cümlelerden daha çok şey anlatır.
Ve bazı babalar,
çay gibi demlenir acının içinde,
ama buharını sana çaktırmaz.
Babaya Şiirli Notlar – III: Gömleğinin Sol Cebinde Ne Vardı?
Senin gömleklerin, baba, başka kokardı.
İçine sinmiş makine yağı,
biraz sabun, biraz zaman.
Kimi gün gri, kimi gün çizgili
ama hepsi sendi.
Hepsi biraz yorgunluk,
biraz umut,
biraz da "ben varım" derdi sessizce.
Bir gün, dolabı toplarken
gömleklerinden birini elime aldım.
Sol cebine elimi attım.
Ne bulacağımı bilmeden.
Küçük bir kağıt parçası vardı.
Bir alışveriş listesi belki,
belki de unutulmuş bir tarih.
Ama bana göre orada bir hayat kıvrılıp kalmıştı.
Sol cep…
Kalbe en yakın yer.
Sen hep kalbine yakın tutardın
önemsiz sanılanları.
Bir çocuğun resmi,
bozuk bir vida,
eski bir bilet,
belki de içe atılmış bir cümle:
"Bugün biraz daha yorgunum."
Gömleğini giydim bir gün sessizce.
Kolları uzun geldi.
Ama o cepler,
tam içime oturdu.
Sanki senin yokluğun bile
yerini biliyordu üzerimde.
Artık ne zaman sol cebime bir şey koysam,
önce senin adını mırıldanıyorum içimden.
Senin kadar sessizce,
senin kadar derin bir “merhaba” gibi.
Babaya Şiirli Notlar – III: Gömleğinin Sol Cebinde Ne Vardı?
Senin gömleklerin, baba, başka kokardı.
İçine sinmiş makine yağı,
biraz sabun, biraz zaman.
Kimi gün gri, kimi gün çizgili
ama hepsi sendi.
Hepsi biraz yorgunluk,
biraz umut,
biraz da "ben varım" derdi sessizce.
Bir gün, dolabı toplarken
gömleklerinden birini elime aldım.
Sol cebine elimi attım.
Ne bulacağımı bilmeden.
Küçük bir kağıt parçası vardı.
Bir alışveriş listesi belki,
belki de unutulmuş bir tarih.
Ama bana göre orada bir hayat kıvrılıp kalmıştı.
Sol cep…
Kalbe en yakın yer.
Sen hep kalbine yakın tutardın
önemsiz sanılanları.
Bir çocuğun resmi,
bozuk bir vida,
eski bir bilet,
belki de içe atılmış bir cümle:
"Bugün biraz daha yorgunum."
Gömleğini giydim bir gün sessizce.
Kolları uzun geldi.
Ama o cepler,
tam içime oturdu.
Sanki senin yokluğun bile
yerini biliyordu üzerimde.
Artık ne zaman sol cebime bir şey koysam,
önce senin adını mırıldanıyorum içimden.
Senin kadar sessizce,
senin kadar derin bir “merhaba” gibi.
Babaya Şiirli Notlar – IV: Sigaranın Dumanında Saklanan Cümleler
Sen konuşmazdın çok.
Ama sustuğun yerden hep bir duman yükselirdi.
Sigaranın ucunda düşüncelerini ısıtırdın.
Bir nefes alır,
bir ömür susardın.
Dumanını izlemek, seni anlamaya çalışmaktı bazen.
Çünkü sözlerin hep yarım kalırdı,
yaşadıkların hep tamdı.
Bir sabah, pencere kenarında oturuyordun.
Elinde sigara, gözlerin uzaklarda.
Ben “iyi misin?” dedim.
Sen, dumanı üfledin sadece.
O “evet”in bir başka versiyonuydu.
Ne eksik, ne fazla.
Kızardım bazen içtiğine.
Sen de susardın daha çok.
Sonra büyüdüm.
Anladım:
Bazı insanlar sigarayı bırakmaz,
çünkü tutunacak başka bir şeyleri kalmamıştır.
Senin dumanında bir babalık vardı;
karışık, yoğun, yanık…
Ama hep sıcaktı.
Bir gün kül tablasını boşaltırken fark ettim:
Her izmarit, söylenmemiş bir cümleydi.
"Yoruldum" yazıyordu biri,
"Endişeliyim" diyordu bir diğeri.
Ve bir tanesi, sanki sadece susuyordu.
Şimdi ne zaman biri sustuğunda
gözüm otomatik olarak duman arıyor.
Çünkü sen öyle öğrettin:
Bazı sessizlikler yanarak konuşur.
Babaya Şiirli Notlar – V: Balkon Sandalyesi Hâlâ Orada
"
Balkon sandalyesi hâlâ orada,
Eski, biraz yıpranmış,
Ama seninle dolu bir anı gibi.
Gün batarken
oturduğun köşe,
sessizce bekliyor seni.
Her sabah, kahveni yudumladığın o yer,
Bir küçük dünya saklı içinde.
Rüzgâr hafifçe dokunduğunda
gölgeler dans eder,
ve ben seni hatırlarım
o anlarda.
Bazen geliyorsun gibi geliyor,
Ama sonra sadece sessizlik kalıyor.
Balkonun o eski sandalyesinde
bir iz, bir tebessüm,
ve sonsuz bir sevgi var.
Ben oturuyorum bazen,
gözlerim ufukta,
düşüncelerim seninle dolu.
Biliyorum ki,
burası sadece bir sandalye değil,
seninle aramızdaki köprü.
Babaya Şiirli Notlar – VI: Ayakkabılarını Hep Aynı Yere Bırakırdın
Ayakkabıların, baba,
Kapının tam önünde durur,
Beni bekler gibi sessizce.
Küçük bir işaret gibiydi sana,
“Buradayım” der gibi her zaman.
Sabah kalktığımda,
Onlara bakar,
Adımlarını hayal ederim.
Sokağa çıkan, dünyaya dokunan,
Ama hep eve dönen ayaklar.
Yıllar geçti,
Ayakkabılar eskidi,
Sen gitmiş olsan da,
Onların duruşu hâlâ aynı.
Bana sabrı, sürekliliği,
Ve bitmeyen sevgiyi hatırlatıyor.
Bir gün,
Ayakkabılarını giydim,
Ve anladım;
Beni ne kadar koruduğun,
Yolumu ne kadar aydınlattığın
O sessiz duruşlarında gizliymiş.
Not:
“Evet, bir babanın öğreteceği her şeyi ondan öğrendim.”
Babaya Şiirli Notlar – VII: "Bir Şeyin Yoktur Senin" Deyişin İçimi Hep Rahatlatırdi.
Senin o meşhur cümlen vardı ya, baba:
“Bir şeyin yoktur senin.”
Kulağımda hâlâ yankılanır,
Bir yandan teselli, bir yandan inanç.
Hasta olduğumu düşündüğüm anlarda,
Endişelerim büyüdüğünde,
Sen bu cümleyi söylerdin,
Ve birden dünya hafiflerdi.
Belki de inanmak istedin,
İyileşmek için önce ruhun güçlü olmalıydı.
Senin sözlerin, ilaçtan daha etkiliydi bazen.
O cümlenin sıcaklığı,
Soğuk odaları ısıtırdı,
Gözlerindeki o cesaret,
Bana umut verirdi.
Şimdi ben de söylüyorum,
“Bir şeyin yoktur senin,”
Kendime ve sevdiklerime.
Senin inancınla,
Bu dünyaya daha güçlü bakıyorum.
Babaya Şiirli Notlar – VIII: Tıraş Kolonyasının Ardındaki Adam
Sabahları uyanmadan önce,
bir koku dolardı odaya:
limon kolonyası ve sabun köpüğü.
Sen hazırlanırken,
biz uykunun kenarından
hayata göz kırpardık.
Aynanın karşısında ciddi dururdun,
ellerin sakince, titizce çalışırdı.
Ama asıl tıraş ettiğin şey,
zamandı sanki.
Yüzünden değil,
yıllardan arınırdın.
O kolonya, sadece ferahlık değil,
gizli bir zırhtı belki de.
Bir günün ağırlığını sırtlamadan önce
yüzüne sürdüğün bir cesaretti.
Ben şimdi o kokuyu ne zaman duysam,
gözlerim seni arıyor.
Çünkü o koku,
bir babalık hâlini taşıyor hâlâ:
temiz, kararlı, sessiz ve güvenli.
O tıraş kolonyası
hala banyoda duruyor.
Sanki her an
“Hazırım,” diyeceksin gibi…
Not:
“Bir tıraş kolonyasıyla başlardı sabahlar… Meğer sen kokuyla bile bize güven aşılıyormuşsun.”
Babaya Şiirli Notlar – IX: Radyo Çatlak Çatlak Çalarken
Radyo açılırdı sabahın erkeniyle,
Çatlak çatlak bir ses,
Ama evin kalbi gibi atardı.
Sen kahveni yudumlarken,
bir türkü mırıldanırdı içerden.
Hayatın ritmi, o radyoda başlardı.
O eski cihazdan
hem haber geçerdi,
hem umut.
Ekmeğin, yağın,
çayın bile fiyatını
bir melodinin ardından öğrenirdik.
“Sabahın selamı var” derdi spiker,
sen de başını hafifçe eğerdin,
sanki o selamı kabul eder gibi.
Çok konuşmazdın ama
o radyo konuşur,
biz seni anlardık.
Şimdi ev sessiz.
Radyo sustu.
Ama içimde hâlâ
çatlak çatlak bir türkü çalıyor:
Senin sesine benzeyen,
hiç susmayan bir tını.
Not:
“Radyo konuşurdu, sen susardın. Ama ben en çok, sen sustuğunda öğrenirdim hayatı.”
Babaya Şiirli Notlar – X: “Hırkanı Giy, Serin Olur” Dediğin Günler
Sabah serinliğinde
henüz uyanmamışken hava,
sesin yankılanırdı odada:
“Hırkanı giy, serin olur.”
Ne rüzgâr vardı dışarda,
ne de soğuk.
Ama sen hep birkaç adım öndeydin zamandan.
Bir battaniye gibiydin,
görünmez ama sarıp sarmalayan.
Kendini değil,
hep bizi düşünürdün.
Hırka giymek,
senin sesine bürünmekti.
Sıcak kalmak değil sadece,
anlaşıldığını hissetmekti.
Şimdi dışarı çıkarken,
elim hep kalın bir hırkaya gider.
Ve içimden,
bir çocuk gibi usulca mırıldanırım:
“Babam olsa da söylese yine…”
Not:
“Bazı cümleler sadece hava durumunu değil, sevgiyi de haber verir. Seninki hep ikisini birden söylerdi: Hırkanı giy, serin olur.”
Babaya Şiirli Notlar – XI: “Birlikte Susmayı da Öğrettin Baba”
Sen konuşmadığında
rahatsızlık değil, huzur olurdu odada.
Sessizliğin bir dili vardı,
biz o dili öğrenirdik yavaş yavaş.
Kimi zaman pencere kenarında,
kimi zaman televizyon açıkken
ama hiçbir şey izlenmezken,
birlikte susardık.
Sorularımı sormazdım,
çünkü cevabını bilirdim o anda:
Gözlerin konuşurdu zaten.
Kırmadan, acele etmeden,
tüm yanıtlar kadar net.
O suskunluklar,
bir baba-kız/baba-oğul anlaşmasının
en dürüst hâliydi.
Yorulmadan, yormadan.
Şimdi biri uzun uzun konuşsa da,
ben o eski sessizliği özlüyorum.
Çünkü seninle birlikte susmak,
hayatın en dolu cümlesiydi bana.
Not:
“Seninle sustuğum anlar, başka kimseyle konuştuğum anlardan daha anlamlıydı. Meğer kelimesizlik de bir sevgiydi.”
Babaya Şiirli Notlar – XII: Ayakkabılarını Sessizce Çıkardığın Akşamlar
Kapı hafifçe açılırdı,
gürültüsüz bir dönüş olurdu seninki.
Ayakkabılarını usulca çıkarır,
evin dengesini hiç bozmazdın.
Sanki yorgunluğunu bile sustururdun.
Omzunda bir günün ağırlığı,
ama yüzünde bizi görünce
beliren o ince tebessüm:
her şeyin yolunda olduğunu anlatırdı.
Çocuk aklımla sanırdım ki,
güç sessizlikte saklıdır.
Meğer sen öğretmişsin bunu,
ayakkabı çıkarırken bile zarif kalmayı…
Şimdi akşamları
bir kapı açıldığında
seni bekliyorum yine,
ama en çok
o sessiz gelişini.
Not:
“Akşam ezanı okununca herkes evde olurdu. Babam bizi görürdü ama görmezden gelirdi—yokladığını belli etmeden, her şey yerli yerinde mi diye…”
Babaya Şiirli Notlar – XIII: Ezanla Eş Zamanlı Sessizlik
Akşam ezanı yükselirken,
evde bir anda sessizlik olurdu.
Herkes yerinde,
bir yandan dua,
bir yandan bekleyiş.
Babam kapıdan içeri girer,
görürdü bizi ama gözlerini kaçırırdı.
Sanki “Buradayım ama karışmam” der gibi,
görmezden gelirdi varlığını.
O anlarda anladım,
sevgisi öyleydi:
gözle değil, yürekle göstermeli.
Sessizlik, onun diliydi,
sözden daha derindi.
Ve o sessizlikte,
bir babanın sevgisi saklıydı.
Gösterişsiz, sessiz ama
hep bizimleydi.
Babaya Şiirli Notlar – XIV: Dudağındaki Sessiz Dualar
Gözlerin kapalı,
dudağın kıpırdardı usulca.
Duâ mıydı,
dua gibi bir ses miydi,
anlayamazdık belki.
Ama oradaydı hep,
o sessiz dualar,
sanki bütün yükler
orada hafiflerdi.
Biz de öğrenirdik,
konuşmadan sevmeyi,
sözsüz bağlılığı,
duanın bile kelimesiz halini.
Not:
“Bazen en derin dualar dudaklarda değil, kalpte saklıdır. Babamın dudaklarından dökülen sessiz dualar, hayatın en güçlü armağanıydı.”
Babaya Şiirli Notlar – XV: Bir Baba, Bin Şiir
Bir baba vardır,
bin şiirden daha derin,
kelimelerin yetmediği,
sadece yürekle anlaşılır.
Gözlerinin içinde
saklı bir dünya,
her bakışında
başka bir hikâye.
Söylemeden anlatır,
dokunmadan sarar,
sessizliğin içinde
binlerce sevgi saklar.
Ve biz,
o şiirin sayfalarında,
yaşarız hâlâ,
her an, her nefeste.
Not:
“Bir baba, bin şiir gibi;
her biri farklı,
her biri eşsiz,
ve hep kalpte saklı.”
*
Ferdaca
5.0
100% (2)