7
Yorum
22
Beğeni
5,0
Puan
319
Okunma
Gün mü aydın olmuş, ben mi kararmışım? Bir ben var ki benden içeri ben, ben diye yanarmışım. Kendimin dedikleri hariç her denilene kanarmışım. Öğrenilmiş bir çaresizlikle ahvalime bakarmışım. Senelerce İngilizce dersi alıp da İngilizce öğrenemeyen birisi olarak güzel Türkçemizde -miş’li geçmiş zamanın öğrenilmiş zaman olduğunu bildiğimden ve de hayatta her bir ademoğlunun ya da adem kızının kaç yaşında olursa olsun bir öğrenci olduğunun farkında olduğumdan yazıyorum aydınlanmamış günlerin sabahlarına bu kelimeleri. Bu mevzu bahis aydınlanmamış ve maalesef aydınlanamamış günlerden oluştuğu için ömrüm dediğim zaman dilimi; epeyce sahip olduğum için onlara, özgürce savurabiliyorum hayata ve insanlara. Artık hep beraber kabul edelim ki merhum yazar Fyodor Dostoyevski’nin İnsancıklar’ı da yaşamıyor artık bu dünyada. Herkesin her şeyi bildiği bir insan türüyle karşı karşıyayız çağımızda ve ne yapacağımızı da açıkçası bilemez bir haldeyiz biz. Peki, biz kimiz? Geride kalanlarız işte. İlerlemiş çağımız insanının gerisinde kalan kişiler; eski kafalılar. İnternet, bilişim, yapay zekâ vb. gelişmeleri anlamaya çalışanlar. Zira anlamların kendilerine bir yer bulamadığı çağımızda hala bir şeyleri anlamlandırma derdinde olanlar, insanların hala şiir okuduğunu sananlar, bir ezgi duyduğunda duygulananlar, ekonomiyi hala çözememiş ev sahibi olamamış kiracılar. Zira bize böyle anlatılmamıştı hayat, zira bana böyle anlatılmamıştı hayat. Çalışan, namuslu olan, dürüst olan, mert olan kazanırdı falandı ve filandı ya hani. Hani böyle yetiştirmişlerdi ya bizi hala platonik duyguların olduğu o yıllarda. Yahu kardeşim o zamanda vardı namussuzu, namerdi, tembeli, arsızı, hırsızı ama bu kadar genel geçer bir yaşam biçimi haline gelmemişti tüm bunlar. Mevzu yalnızca ülkemize sığdırılamayacak kadar da büyük üstelik tüm dünya kadar. Sanmayın yalnızca bizde oluyor tüm olanlar. Tüm dünya, tüm insanlık böyle alev alev tükeniyor; tüketiliyor, geriye hiçbir şey kalmamacasına. Normalimiz bu artık ve anormalimizi düşünemiyorum bile. Düşünmek de istemiyorum artık açıkçası. Düşünerek çıkabileceğini de düşünmüyorum bu bataklıktan. Bana tanımlanan ömrün sonuna kadar hayatta kalmalıyım diye onurlu bir görevin neferiyim yalnızca işte o kadar.
Amerikalı bir psikolog olan Abraham Maslow, 1943 yılında beş basamaktan mütevellit bir piramit oluşturmuş “İhtiyaçlar Piramidi” adında insan ihtiyaçlarını sistematiğe dönüştüren. Fakültede ekonomi dersi aldığımda tanışmıştım Abraham’la ve ortaya koyduğu İhtiyaçlar Piramidiyle. Abraham’ın piramidi bana oldukça mantıklı gelmişti. Bir teşekkür edeyim diye de geçirdim ama geç tanışmışım kendisiyle. Ben 2002 yılında bu dersi almıştım ama Abraham 1970 yılında vefat etmiş. 62 yaşında vefat eden Abraham’nın kabri Amerika’nın Massachusetts eyaletindeki Cambridge şehrinde bulunan Mount Auburn Mezarlığı’nda ve yolum oraya düşerse uğrar bir çiçek bırakırım kabrinin başına. Bizde ölene Fatiha okunur, Hristiyanlıkta da izlediğim filmlere göre mum dikilir sanırım. Yani en azından ben öyle tahmin ediyorum. U zun lafın kısası Abraham’ın beş basamaklı İhtiyaçlar Piramidinin ilk ve en alt basamağında fiziksel yani temel yaşamsal ihtiyaçlar olan yeme içme, uyku, solunum, cinsellik ve barınma bulunuyor. İkinci basamağında ise güvenlik ihtiyacı olarak isimlendirdiği tehlikelerden korunma, barınma güvenliği, ekonomik güvenlik, sağlıklı ve düzenli bir çevre var. Üçüncü basamak ise ait olma ve sevgi ihtiyacı olup aile ve arkadaşlık ilişkileri, sevme ve sevilme, bir gruba ait olma, sosyal bağ kurma ihtiyaçları yer alıyor. Bir de sevgisiz yaşanmaz derler, üçüncü basamağa kadar gayet de yaşanabiliyormuş diye düşünüyor insan. Dördüncü basamak ise saygı yani değer ihtiyacı olup başkaları tarafından saygı görmek, kendine güven ve özgüven, statü, başarı ve takdir edilme, kendini değerli hissetme ihtiyaçlarından oluşuyor. Piramidin en tepesi ve beşinci basamakta ise kendini gerçekleştirme ihtiyacı yer alıyor. Yani kendi potansiyelini gerçekleştirme, yaratıcılık ve problem çözme, kişisel gelişim, anlam arayışı ve içsel tatmin ihtiyaçları bulunuyor. Merhum psikolog Abraham diyor ki bir alt basamağa sahip olmayan birey bir üst basamağı algılayamaz. Yani birinci basamağı sahip olmayan bir fukara sonraki dört basamağı algılayamaz ve anlayamaz. İşte Abraham’ın da bahsettiği gibi kardeşlerim birinci basamak da ömrünü geçirmiş olan bir fukara olarak diğer basamakları algılayamadığımı açık yüreklilikle beyan edebilirim. Şiirleri ve şiir okumayı sevmeyen bir toplumda şair, okumakla pek alakası olmayan bir toplumda yazar olmayı düşleyen bir budalalığın nereden kaynaklandığını senelerdir düşünen ben bu budalalığı bu noktaya kolaylıkla bağlayabilmenin huzurunu yaşıyorum. Zira ben kendimi bildim bileli karnımı doyurmaya çalışıyorum. Barınmaya çalışıyorum. Senelerce uğraştım ve yine de ev sahibi olamadım. Çünkü hayata sıfırdan değil eksilerden başladım. Senelerin kiracısı nasıl kendini gerçekleştirsin? Şimdi birinci basamakta barınma ihtiyacı var, diyeceksiniz ki kiracılıkla da olsa sen barınma ihtiyacını karşılıyorsun kardeşim ne diye arabesk yapıyorsun? Esasında bende jazz yapmak isterim ama ikinci basamakta da barınma güvenliği var kardeşlerim. Bu memlekette hangi kiracının barınma güvenliği var kardeşler? Sevgi, saygı, özgüven ve başarı konularına hiç girmiyorum bile.
Ben senelerin müzmin kiracısı Abraham abinin de bahsettiği gibi ve hatta Dostoyevski’nin İnsancıklarının da yaşadığı ölçüde kiracılıktan yılmış ve bezmiş bir vaziyetteyim değerli okuyucular. İnsanların beşer onar ev sahibi olduğu bu düzeni bozuk dünyada benim gibilerin bir tane bile evinin olmaması miras hukukumuz ve özel mülkiyet saçmalığının insanlar tarafından nasıl kabul gördüğünü sorgulamama neden oluyor. Kimsesi olmayan dürüst bir insan olarak tek maaşımla nasıl ev sahibi olabilirim? Ben kırk üç yıldır bir yolunu bulamadım. Eğer bilen biri varsa beri gelsin lütfen.
5.0
100% (13)