3
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
546
Okunma
______
Samsun’a bir sabah vakti ay doğmadan varan dalgalar, denizi değil, bir kadının dizlerini yıkıyordu o gün. Ayaz, yakadan değil ciğerden sokuluyordu. Emine, çarığını sıyırıp diz çöktü denizin kıyısına. Ellerini suya daldırdı; parmaklarıyla oğlunun saçlarını okşar gibi. Ama oğlu orada değildi. O, dört yıl önce bir sabah vakti, “Ana ben gidiyorum,” deyip ardına bakmadan düşmüştü yola. Cepheye, Sivas’a, oradan Erzurum’a, oradan bilinmez bir mezara.
Ama Emine’nin kalbi hep buradaydı. Samsun’da. Oğlunun bir zamanlar vapur rıhtımına bakıp da, “Ana şu deniz var ya… Bir gün bizim umutlarımızı da taşır bu su,” dediği yerde.
Emine, toprağı değil, suyu eşeleyen bir kadındı artık.
19 Mayıs sabahıydı.
Samsun sokakları ıslaktı ama yağmurdan değil. Geceden kalma sessizlik, kente örtü gibi serilmişti. Evlerin bacaları yanıyor, tencerelerde sabah çorbası değil, umut kaynıyordu.
Emine’nin beli bükülmüştü ama boynu dimdikti.
Bugün onun bayramıydı.
Oğlunun değil, vatanın doğduğu gündü bu.
Yaşmağını kan kokan bir gömleğe sarar gibi sardı başına. Oğlunun cepheden gönderdiği tek hatırası, kurşun delikli mintanı yıllardır sandığında saklıydı. Kimseye göstermedi. Göstermedi ama her sabah dua ederken kokladı, gözyaşını onun üzerine sildi. “Sen vatanına kefen oldun, bana da duvar oldun,” derdi.
Komşular Emine’yi “acı kadını” diye tanırdı.
Ama kimse onun sabahları tandırın başında nasıl “Dağ başını duman almış” diye mırıldandığını bilmezdi.
Kimse onun geceleri, damın başında yıldızlara bakarak oğlunun adını kaç kere andığını duymazdı.
Kimse, onun tarlaya gittiğinde toprağı nasıl oğlunun alnı gibi okşadığını görmezdi.
O sabah, bir delikanlı daha geldi Emine’nin kapısına.
Zeynep’in oğlu…
Zeynep, Emine’nin gençlik arkadaşıydı. O da bir yiğidini toprağa vermiş, şimdi torunuyla avunuyordu.
Çocuk, heyecanlıydı.
“Emine Nine, bana kınalı bir yazma verir misin? Bugün yürüyüş var. Ata’mızın Samsun’a çıktığı gün bu. Biz de çıkacağız meydana!”
Emine gülümsedi.
“Al evladım,” dedi.
Oğlunun mintanını örttüğü yazmayı çıkardı sandıktan.
“Bu yazma, bir yiğidin kanını örttü evladım. Şimdi senin alnını örtsün.
Ama unutma… Bu renk, sadece bayram değil, emanettir. Ağlamayı da, gülmeyi de bilene…”
Çocuk gitti.
Emine ardından bakarken, ellerini dua için açtı.
Gökten bir damla düştü. Yağmur muydu, gözyaşı mı bilinmez.
Samsun meydanında bir marş yankılanıyordu artık:
“Bağımsızlık benim karakterimdir!”
Kalabalığın içinde kimse Emine’yi görmedi.
Ama Emine, hepsini gördü.
Oğlunun gözlerini, küçük bir çocuğun bakışında…
Kocasının dirayetini, genç bir öğretmenin adımlarında…
Toprağa düşen yiğitlerin hayalini, meydandaki dalgalanan bayrakta…
Evine döndüğünde gün akşama durmuştu.
Emine kapının eşiğine oturdu.
Tandırın üstünde kaynayan suya bir avuç arpa attı.
Oğlunun yokluğunda aç kalan kırlangıçlar için.
Bir gün sonra gelecek torunlar için.
Ve belki de kendisi için…
Gözlerini ufka çevirdi.
“Bir vatanı doğurmak için önce analar ölür, sonra millet büyür,” diye mırıldandı.
İçinden oğluna bir mektup daha yazdı ama yollamadı.
Çünkü artık biliyordu…
O mektup Samsun’un taşında, bayrağın gölgesinde, her çocuğun yüzünde okunuyordu zaten.
Ve o gün…
Samsun’un denizinde bir karanfil açtı.
Kırmızıydı.
Çünkü bir ana, içinden bir oğul daha uğurlamıştı.
Peri Feride ÖZBİLGE
19.05.2025