0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
174
Okunma

Her yaz sonunda, o kısa memleket ziyaretlerinden sonra ağlayarak döndüğüm yolları unutmamalıydım. O gözyaşları, gelecekte beni bekleyen kırıklıkların habercisiydi belki de. Sessizce söylenen bir “bir daha yapma” uyarısıydı. Ama sustum. Unuttum. Daha önce kaç kez incitildiğimi, haksızlığa uğradığımı, dışlandığımı... Hepsi sanki silinmişti hafızamdan. Oysa burada adaletin yerini çoktan başka şeylere bıraktığını biliyordum.
Çocukken, savunmasızken yediğim tokatların izleri hâlâ bedenimde dolaşıyor. Ruhuma işleyen küçümseyici sözlerin yankısı, sessiz anlarda tekrar tekrar çalınıyor kulağıma. Buna rağmen, geçmişin izlerini yok sayarak aynı topraklara döndüm. Kendi kendime kurduğum en büyük tuzaktı belki de bu.
İnancın adı altında dayatılan korkular, kibirle karışık sözler, sadece boyun eğilmesi beklenen bir düzende nefessiz kaldım. Kendini sorgulamayan ama başkasını yargılamaktan geri durmayan bakışlar arasında, varlığımı savunmak zorunda kaldım. Büyüksünüz diye bastırdığınız sesim, cevapsız bırakılan sorularım...
Ne söylense nafile, çünkü mesele hiçbir zaman gerçekten ne söylediğim olmadı.
Şimdi, içimde büyüyen ağırlıkla anlıyorum: bazen değişmesini ummak bile başlı başına bir yanılgıymış. Dayanabilirim sanmak, alışabilirim demek... kendi iç sesini susturmanın en kibar haliymiş aslında. Beklediğim değişim hiç gelmedi. Belki de hiç gelmeyecekti.
Ve sen, güzel İzmir’im…
Bana nefes olmuştun bir zamanlar, kendi kimliğimi saklamadan yürüyebildiğim sokakların, içimi ısıtan denizinle…
Senin sıcaklığınla iyileşmiştim.
Ama şimdi, senden uzakta, nedenini tam koyamasam da bir yabancılık içindeyim.
Sen mi beni bıraktın, ben mi seni unuttum, bilmiyorum.
Sadece bildiğim, bazı dönüşlerin özlemle değil, ağır bir fark edişle geldiği.
Ve bugün, tam da bugün…
Bu kararın neye mal olduğunu daha iyi anlıyorum.
Fahriye Yılmaz
14 05 2025
5.0
100% (1)