0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
212
Okunma
Jülide hayatı boyunca hep mantığıyla karar veren bir kadın olmuştu. Kalbinin sesini dinlerse hayatın ipleri elinden kaçar korkusuyla, umudunu yıllarca bilindik limanlara demirlemişti. Sırtı uzak denizlere daima dönüktü zira yeni denizler keşfetmek, uzak hülyalara dalmak için heyecan da duymazdı. Hayatı çoğu kez farkına bile varmadan kaçırırdı, belki de onun perspektifinde, bir konuda başarılı olup kendini kanıtlamak her şeyden daha önemliydi. Jale ise tam tersi bir karaktere sahipti, oldum olası kalbi güzel başında atarcasına duygularına bel bağlardı. Bazı zamanlar öylesine duygusallaşırdı ki ağlamaktan bile çekinmez, çocuk gibi hislerinin onu ele geçirmesine izin verirdi.
İki kardeş de hayatı uçlarda yaşardı, biri aşırı duygusal ve sevgi dolu diğeri ise mantıklı ve taş kalpliydi. Kız kardeş zıt karakterler olduğundan pek anlaşamaz, çokça kavga eder ama hemen barışırlardı. Kavga sonrasında barışmazlarsa kavganın onlar için ne önemi vardı? Büyük kavgalar onları üzerdi, haksız olan hangisiyse barışamayacakları korkusuyla tasalanır fakat her defasında bir şekilde barışırlardı. Kardeşlik, kolayca kopamayacak büyük bir bağ gibiydi. Birbirini iyi anlamda desteklemek, affetmek, sevmek bunlar olmadan bir anlamı yoktu. Jale ve Jülide, onlar bilmese de bu hikâyede hep kardeş kalacaklardı. Hiç ayrılmayacak, tekrar eden kavgalar sonrasında bir yol bulup yine barışacaklardı.
Herkes yatağına çekilmiş, vakit geç olmuştu. Jale ve ablası Jülide uyku tutmadığından ayaklanmış, mahmur bakışlı sarı duvarların çevrelediği salonda oturup kalmışlardı. Misafirler gittikten sonra üst kattaki yatak odalarına hiç çıkmamışlardı. Bir süre hararetli bir şekilde konuşup farklı konular arasında dolaştılar. Jülide gözünde canlanan anıların verdiği heyecanla, “Jale hatırlıyor musun? Sen küçükken de buraya gelirdik. Radyoda ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum’ her çaldığında ayağa kalkıp, bir o yana bir bu yana sallanıp etrafta süzülürken dans ederdin. Yarım yamalak konuşmanla şarkı söylerdin. O küçük halinle çok komiktin.” dedi. Jale, “Arabesk sevmem aslında... Ama doğru, küçükken o şarkıyı çok severdim. İçimde bir çocuk var hâlâ, belki de hiç büyütmediğim.” dedi. Jülide, kardeşi böyle konuştuğu zamanlarda onu romantik ama bir o kadar tuhaf bulur, yoğun hisleri onun için bir anlam ifade etmezdi. Sıkılmış bir ses tonuyla, “Yine başladın… Haydi! Bana mutfaktan bir bardak su getir.” dedi.
Jale mutfağa gidince dolabı açtı, bardağı eline almasıyla elinden kayıp yere düşürmesi bir oldu. Jülide arkasında belirmişti, “Senden kırk yılda bir, bir bardak su istedik onun da bardağını kırdın. Kenara çekil de ben alayım.” dedi. Dolaptan aldığı bardağa sürahiden doldurduğu suyu kana kana içti. Jale, “Ben isteyerek kırdım çünkü değil mi? İyi… Bir dahakine sen alırsın o zaman.” dedi. Jülide “Senin dilin çok uzadı. Kapının arkasında faraş olacaktı onunla cam kırıklarını alıver. Sabah kahvaltı hazırlarken birinin ayağına batmasın. Ben yatıyorum, iyi geceler.” dedi. Jale eline aldığı faraşla yerdeki cam kırıklarını hızlıca süpürdü, eve geldiğinde mutfak tezgâhına bıraktığı limonu alıp dolaptan çıkardığı ahşap kesme tahtasının üzerinde ikiye böldü. Bir bardağa sıktığı limon suyuna daldırdığı parmağını sağ göğsündeki örümcek ısırığının üzerinde gezdirdi. Limonu sürünceye kadar yarası iyice şişmiş etrafındaki kızarıklık büyümüştü.