0
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
141
Okunma
Bir zamanlar, hatıralarımız zihnimizin derinliklerinde saklı kalır, sadece sohbetlerde, çay sofralarında paylaşılırdı. Bugün ise hayatımızın her anı, telefon kameralarının, beğeni butonlarının ve yorum kutularının süzgecinden geçiyor. Yaşadıklarımız, anı olmaktan çıkıp birer gösteri haline dönüştü. Acaba hala kendi hikâyemizin kahramanı mıyız, yoksa sadece takipçilerimizin onayına muhtaç figüranlar mı olduk?
Eskiden, Taksim’deki bir çay bahçesinde oturup düşüncelere dalmak, o anı yaşamak için yeterliydi. Şimdiyse, orada bulunmanın anlamı ancak doğru filtreli bir fotoğraf ve altına yazılan özentili bir alıntıyla tamamlanıyor. Önceden, anılarımız içimizde sessizce büyürdü. Artık paylaşmadığımız anlar sanki hiç yaşanmamış gibi. İnce belli bardakta demli çayın buğusu, sıcak sohbetlerin samimiyeti ya da Boğaz kıyısında yalnız bir yürüyüş - bunların hepsi beğeni almadıkça değersizleşiyor sanki.
Sosyal medya bize özgürlük vaat etti; kendimizi ifade etmemiz için bir platform sundu. Fakat zamanla bu özgürlük, sürekli gözetim altında olma haline dönüştü. Her paylaşım artık sadece bir anlatı değil, aynı zamanda bir başarı göstergesi. Kaleme aldığımız bir yazı anında puanlanıyor; bir düşünce, dakikalar içinde mahkeme edilip hüküm giyiyor. Özgün olmaktansa, beğenilir olmak daha önemli hale geldi. Gerçek samimiyet, algoritmaların tozlu raflarına kaldırıldı.
Özgür iradeyle yaptığımız paylaşımlar, görünmez bir baskıyla şekilleniyor. Nişantaşı’ndaki bir lokantada sipariş edilen yemek, gerçekten açlığı gidermek için mi yoksa Instagram’da paylaşılacak bir kare yakalamak için mi seçiliyor? Bir kitap sayfasının altı çizilirken, gerçekten ruhumuza dokunduğu için mi yoksa sadece story’de alıntılanmaya uygun olduğu için mi işaretleniyor? Yaşamak ile paylaşmak arasındaki çizgi her geçen gün daha da belirsizleşiyor.
Her anın kaydedildiği bu dijital çağda, en büyük çelişki şu: Aslında hiçbir şey gerçekten hatırlanmıyor. Çünkü anılarımız, içimizde olgunlaşma fırsatı bulamadan, başkalarının beğenisine sunuluyor ve orada eriyip gidiyor. Paylaşılmayan bir an, yaşanmamış gibi hissettikçe, hayatın hakiki dokusu kayboluyor.
Belki de kendimize şu soruyu sormalıyız: Dijital dünyada yaşadığımız anılar gerçekten bizim mi, yoksa sadece ekran karşısındaki tanıdık-yabancıların onayına sunulmuş birer yanılsama mı?
Turgay Kurtuluş
5.0
100% (2)