2
Yorum
13
Beğeni
0,0
Puan
335
Okunma
Kuş seslerinin bile uğramadığı, duvarları çatlamış, boyaları dökülmüş bir mahallede doğdular.
Ayakkabılarının ucu hep açıktı; kimi zaman çamur, kimi zaman toz dolardı içine.
Sokak aralarında oynarken, hayatı öğrendiler:
Üşüyerek büyümeyi, aç karnına koşmayı, ağlamadan uyumayı...
Okul uzaktı. Defterleri yoktu.
Öğretmenleri belki bir gün gelecekti, belki de hiç.
Ama her sabah, sanki okula gider gibi hazırlanır, içlerinde bir gün gerçekten gidecekleri umudunu taşırdı hepsi.
Öyle temiz, öyle saf bir hayaldi ki bu, yırtık elbiselerine bile inatla sarılırdı.
Bir gün, mahallenin en köhne evine genç bir kadın geldi.
Adı Elif’ti.
Elinde bir çanta dolusu kitap, yüreğinde ise bir koca orman vardı.
Çocuklar etrafına toplandı, ilk başta çekingen… sonra gözlerinde parlayan bir ışıkla.
Elif yere bir bez serdi, kitapları açtı:
"Bugün ilk kelimemizi öğreneceğiz." dedi.
Ve ilk kelime "umut" oldu.
Çatlak duvarların arasından bir şey filizlendi o gün.
Bir kelime, bir satır, bir cümle derken, küçük kalplerin içinde bir dünya büyümeye başladı.
Artık o mahallede çocuklar hayallerini fısıldıyordu birbirine:
"Ben doktor olacağım."
"Ben öğretmen olacağım."
"Ben yazacağım... herkesin sesi olacağım."
Ve Elif, her sabah çantasını sırtlanıp, çatlak duvarların arasına yürümeye devam etti.
Çünkü biliyordu:
Değişim büyük binalarda değil, yıkık sokaklarda başlıyordu.
Ve bir çocuğun dünyası değişirse, koca bir gelecek değişebilirdi.
Ve şimdi soruyor o çatlak duvarların çocukları sessizce
"Bizi duyan var mı?
Bizi gören, kalbimizi duyan, hayalimizi taşıyan biri var mı?.."
Sen var mısın?
Ben varım.
Ve biz birlikte yazdıkça daha çok çocuk var olacak bu hayallerde..
...
Yıllar geçti.
O eski sokaklar değişmedi belki, duvarlar hâlâ çatlak, yollar hâlâ yamalıydı.
Ama o çocukların kalbinde açılan o ilk pencere...
İşte o, bir daha hiç kapanmadı.
Melek, o küçük kız çocuğu, şimdi beyaz önlüğüyle mahallenin ilk doktoruydu.
İlk muayenehanesini açtığında, kapısına gelen ilk hastası yıllar önceki arkadaşıydı çıplak ayakla top oynadıkları Mahir.
Mahir ise öğretmen olmuştu.
Ve her sabah, çocukların çatlamış ellerine kalem tutuşturuyordu.
"Bir kelime, bir dünya kurar." diyordu onlara.
Elif...
O genç kadın, hâlâ o mahalledeydi.
Saçlarına aklar düşmüş, ama kalbindeki orman daha da büyümüştü.
Artık bir kütüphane kurmuştu sokak arasında.
Dış cephesi yamalıydı belki ama içerisi, çocuk sesleriyle çınlıyordu.
O çatlak duvarlı evler, o yoksul sokaklar...
Bir şey olmuştu onlara:
Kendilerine inanmayı öğrenmişlerdi.
Ve şimdi, her yeni doğan çocuğa eski masallardan fısıldıyorlardı:
Umut, çatlaklardan sızar.
Işık, karanlığın en kör köşesinden doğar.
Sen yeter ki düşlerine sarıl.
Ve her sabah mahallede bir küçük ritüel başlamıştı:
Çocuklar evlerinden çıkarken, ellerindeki kitapları başlarının üstünde taşıyorlardı.
Gururla.
İnançla.
Hayallerinin ağırlığıyla değil, hafifliğiyle...
Çünkü bir zamanlar çatlak duvarların arasında doğmuş kelimeler,
şimdi koca şehirlerde yankılanıyordu.
Ve Elif her sabah usulca kütüphanenin duvarına bir cümle daha kazıyordu:
"Hayaller yoksulluk tanımaz."
" Bir çocuk, yalnızca oyunla, sevgiyle, eğitimle büyümelidir.
İş değil, hayal kurmak onların hakkıdır.
Sessiz kalmak, o küçük ellerin kanına ortak olmaktır."
Peri feride ÖZBİLGE
03.05.2025