0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
143
Okunma
İsyan yüklü dudaklarını kemirmeye başladı ansızın peyda olan o sancının dibe vurmasıyla, iniltiler eşlik etti içinin suskun feryadına.
Elindeki torbayı bir köşeye savurdu ve cenin pozisyonu aldı istemsizliğin hakir serzenişinde, içinde dalga dalga kabaran öfkeyi de boca etmek adına ve eli telefona gitti.
Sabit ev telefonundan hariç-diz üstü bilgisayarı dışında tek teknolojik sürüm kullanmıyordu ne de olsa-ıslık çalarcasına, sözüm ona algı gücüyle erişecekti kocasının nerede olduğunu bilmediği o fevri ve kaba davranışlarını da görmezden geldiği.
Karnı ağrımaya başlamıştı öyle ya; ellisini devirmiş bir kadının rahmine kaç düşük sığardı ki?
Öfke zincirine eklenen hüznü, bayat ekmek tadıyla eş tutuyordu son zamanlarda ne de olsa dini bütün bir kadındı üstelik eşrafın kinayelerini görmezden gelip, başını bir açıp bir kapadığı.
Evveliyatı geldi aklına: İlk gençlik yılları ve yeni yetme bir genç kız iken kurduğu o deli dolu hayaller. Neler gizliydi dününde aslında gününde de katıksız hayalperest gel-gitlerine maruz kalıyordu kâh oğlu kâh kocası.
‘’Zan…’’dedi. Tutuklu ruhunu sığıntı bir kelama sığdırmak istemese de.
‘’Zamansız…’’diye fısıldadı geniş evinin salonuna.
‘’Ben…’’der demez salonun ortasına yığıldı.
Tüm bunlar olup biterken, kır saçlı adam kırıklarını aldırıyordu geçmişinin.
Kırağı çalan bayat nidalar savuran genç hastalarının ardından nükseden o beşeri ihtiraslarını muayenehanesine salıp, güdümlü havan topu misali, düşüyordu yolu evine aslında mecburdu belki de çömez bir asistan olduğu günlerini özlüyordu sözüm ona ne de olsa gençti karısı o zamanlar ve hayli güzel. Üstelik istikrarlı bir seçim yaptığına inanıp, gönül evine buyur etmişti, gözünü yine ilk kez eşinde açtığına yürekten inandığı karısını.
Lanetli bir geçmişi olsaydı kadının, er geç yüzüne vururdu aslında yüzüne vurmasını gerektirecek sayısız çentik doluydu geride kalan çeyrek asırlık evlilikleri.
Kadının adını koyan madem Tanrı görünümlü ölü yazar kadındı ne olurdu bir kez değişiverse kaderi belki de harf farkıyla kederin yüküyle savruluyordu o kırık ve çökkün serzeniş.
Zaman aman verdikçe ve Tanrı, yürü ya kulum, dedikçe üstelik.
Çok insan karşı çıkmıştı bu genç çiftin evliliğine aslında Anadolu kadını anası idi ilk ve tek onaylayan kişi ya o kalburüstü İstanbullu anne-babası, uğruna kocasının kadının yine düşünmeden sırt çevirdiği?
Bir notaydı madem evliliklerini ansızın yürürlüğe koydukları ve mademki bir rotaydı, hayata bir-sıfır yenik başladıkları!
Zamanın sarkacında, İstanbul’un da göbeğinde ama amansızlığın haddi hesabı da yoktu hani hele ki; karısı öykündükçe mutlu evlilikler yapan iki ablasına.
Ailenin tek kızı olsa ne çıkacaktı ki ne de olsa Freud’a bile pabucunu ters giydirecek bir kadındı kayınvalidesi.
‘’Yapma, etme oğul…’’bile dememişken annesi ya kayınvalidesine ne demeliydi?
İlk olarak vasiyetinden çıkardı bu talihsiz evliliğe mademki baş koymuştu kızı.
Sonra da rest çektiler ailecek hele ki; o iki, kendini beğenmiş ablası yok muydu Kumru’nun?
Ailecek taşralı olsalar ne çıkardı ki sonuçta birbirlerini sevmişler ve yola birlikte çıkmışlardı.
Her nedense son iki gündür, geçmişin lanetiyle uğraşıyordu adam üstelik eve dönüş yolunda üstüne üstük varış mesafesi üç beş kilometre ile sınırlıyken.
Yine de yapacağını yapıyor saatler sonra varıyordu evine.
‘’Selam karıcığım.’’
‘’Kusura bakma, kurs saatim yaklaştı Kemal.’’
‘’Ne yani, senin kursun zaten bitmemiş miydi?’’
‘’A, evet, bitti ama bu, bir üst seviye.’’
‘’Bu saatten sonra ikinci dil öğrenip ne yapacaksın ki hem bildiklerin yeter sana yoksa birilerine mi özendin yine?’’
‘’Ne yani? Bu, benim özgür seçimim. Buna da mı karışacaksın? Hem yemek hazır. Dolapta her şey. Kadın bu gün tüm gömleklerini ütüledi. Oğlanı soruyorsan, o da okulun bisiklet turnuvası için şehir dışında. Ne eksiğin var da bana hesap soruyorsun hem sen?’’
İşte yine kuramsız laf dalaşına başlamışlardı. Geçen her yeni gün mademki bir önceki günü aratıyordu…
Telaşla ellerini cebine soktu ve arabanın anahtarını verdi kocasına.
‘’Al şunu.’’
‘’Neden?’’
‘’Direksiyonu doğru dürüst kavrayamıyorum. Ya sat başkasını alalım ya da…’’
‘’İstersen özel şoförün olayım ne de olsa dünden tecrübeliyim. Az direksiyon sallamadım hani, sobada odun yaktığımız günlerin hatırına hem…’’
Aniden kesti sözünü ne de olsa pişman olacağı bir şeyler söylemek yakışık almazdı.
‘’Ne halin varsa gör. Bu saatten sonra senin öğrencilik masallarını dinleyemem hem namaz saatin de geçti. Sen hiç mi korkmuyorsun Allah’tan? Sen ki bir ömür namazında şimdi gelmiş, haftanın her gününe özel saç renginle…’’
Sustu.
Susmalıydı.
Seneler evvel nasıl da keyfine varırlardı birlikte yaptıkları ne ise hele ki; ezan okunduğunda yan yana namaz kıldıkları o günler…
Paris’ten kutu kutu aldığı parfümün kokusu neredeyse başını döndürecekti ki kocasının, içini çekti en azından günaha girmemek adına içinden la havle çekti adam.
‘’Bakıyorum ki; beyimiz artık fetva veriyor. Hani nerede o çağdaş doktorumuz? Hani, paranın kokusunu metrelerce evvelden alan ve ufacık hanım kızlarımıza estetik yapan o ünlü sosyete doktorumuz?’’
Her şeye razıydı adam ama kariyerine çamur atan bu iğneli sözleri duydukça…
‘’Yeter artık yeter. Ben bu işin tahsilini gördüm üstelik yasa dışı bir şey de yapmıyorum. Ne yani, mesleğimde tutundaysam ve insanlar bana geliyorsa benim suçum ne? Üstelik o beğenmediğin mesleğim sayesinde her ay kart limitini kat ve kat yükseltiyorum üstelik avukatıma ve bankama verdiğim basit bir talimatla.’’
Zaman aşımına uğramış cümlelerdi bunlar ama getirisi hep can sıkan ve bayat ayrıntılardı yine Kumru’nun gözünde.
Hele ki; şu son iki gün.
Aslında kararsız olduğu kadar zamansızdı da benliğiyle yüreğinin çeliştiği belki de vicdanının artık eskisi kadar sızlamadığı.
Günler mademki torbaya giriyordu kadın ve adam ayrı rollerini aykırı insanlarla oynuyorlardı ne önemi vardı ki basit ayrıntıların da haddi hesabı yok iken?
Çalıntı roller de cabasıydı. Bazen senaryoya dâhil olan bir hizmetçi bazen adamın cazibesine yenik üşen o asistan kızlar bazense…
Her şeyin farkındaydı her ikisi de ama sakladıkları kadar sakınıyorlardı da yeni bir hayata başlamak adına cesaret edemedikleri her ne ise. Ne yani, bu saatten sonra ayrı yollara mı sapacaklardı ya da öfkelerine yenik düşüp ayrılmış eşlerin mizansenine dahil olup kukumav kuşu gibi tek kişilik hayatlar mı süreceklerdi?
Ayrıntılardan boğulan ailenin tek çocuğu Bülent ise hiç mi hiç oralı değildi bu gündelik hır gürle-ya da dışarı yansıttığı tablodan çok farklı o ruh halini gözlerden uzak yaşıyordu.
Keyfi gıcır arkadaşlarına da özenmiyor değildi hani yine de savruk hayatları olan ebeveynlerine söz geçirmenin imkânsızlığını bilip o da alıyordu mutsuzluktan ağzının payını. Belki bir kelamı yetecekti aralarını düzeltmeye iyi de ne onu dinleyen vardı ne de adam yerine koyan.
Yaş dönümünde hele ki bir kadın için, en sıkıcı detay iken yeniden çocuk sahibi olamama olasılığı.
Kumru sanıyordu ki; yeniden dünyaya bir çocuk getirmek her şeyin tek çözümüydü. Saplantı derecesinde kanıksamıştı bu düşünceyi. Gitmediği ne doktor kalmıştı ne de hastane. Gördüğü tedavilerin haddi hesabı yoktu üstelik bu da yetmezmiş gibi, gördüğü tedavilerle muazzam kilo almıştı.
En yakın arkadaşları bile onu tanımazdan geliyorlardı bazen gelişen paranoyalarına ek olarak saldırgan kimliğini de özümsemişti neredeyse.
İki gündür birbirlerini değil görmek aynı havayı telaffuz etmemek adına yine farklı saatlerde dolanıyorlardı evin farklı katlarında. Belki de eski o tek odalı evlerindeki huzuru kolaçan ediyorlardı birbirlerini görmezden gelip.
*
Kumru yaklaşık yarım saat baygın vaziyette kalıp aniden açmıştı gözlerini.
Üstünü başını kolaçan etti ve ilk evvel aklına gelen şeyi yapmaya karar verdi ne de olsa zamandan da mekândan da lav edilmişti yoksa şeytan mıydı kollayan her nefesini ve her yürek atışını?
Şeytani duygular azıcık uzağında dursaydı ya?
Bazı bazı gölgelere rast gelmişti gözleri kapalıyken ve oğlunun çığlıklarını duymuştu sözüm ona kâbus bellediği ama gerçekle örtüşüp örtüşmediğini de bilemediği.
Sahi, kâbus mu görmüştü ne de olsa aldığı antidepresanların haddi hesabı yoktu zaten bu yüzden o son düşüğü yapmamış mıydı?
‘’Anne, bana yardım et.’’diyen bir sesti çalınan kulağına.
Yine karnını okşadı sonra saçlarını elledi. Sahi, kaç gün olmuştu saç rengini değiştirmeyeli?
Ya kocası onu sonsuza kadar terk ederse?
‘’Kendine gel’’diye haykırıp iki tokat savurdu yüzüne.
Hayli sarsılmıştı aslında farkına varmadığı çok şey vardı da bir şekilde içinin kararmasına da engel olamıyordu.
‘’Oğlumu özledim. Sesini duymak istiyorum.’’
İyi de oğlunun cep numarasını bile bilmezken…
‘’Ya, bana ihtiyacı varsa?’’ diye mırıldandı sonra da vazgeçti bu düşüncesinden.
‘’Kazık kadar adam oldu artık. Gerekirse babasını arar. Hem benim mini mini bebeklerim olacak. Onlara süt vereceğim hem daha yaşım kaç ki? Belli mi olur sonra ve sonra yeniden hamile kalırım.’’
Gözlerinden iki damla yaş gelmesine bile izin vermeyecekti.
‘’Hayır, hayır, ağlamak yok. Hem doktorum ne dedi? Üzülmek yasak. Ya, sonra doğmamış çocuklarım hastalanırsa?’’
İstemsiz bir çığlık çıktı boğazından ve derken…
Ürkmüştü zira sessizliği bölen telefonun sesi ile bölünmüştü geçici edindiği sözüm ona huzur.
Tele sekreter az sonra devreye girerdi gerçi onu kurmasını da bilmiyordu lakin kocası idi madem o lanet doğmamış bebeklerin babası, ne vardı yani, bir işe yarasın.
Ansızın irkildi Kumru duyduğu ses ile.
‘’Anne, cevap ver. Lanet olası, cevap ver.’’
İyi de oğlu şehir dışındaydı okul takımı ile birlikte şimdi ne gereği vardı arayıp da rahatsız etmesinin?
‘’Bülent, söyle oğlum. İyi misin?’’ demesine gerek kalmadan…
‘’Babama ve sana ve doğmamış kardeşlerime sunuyorum canımı. Al ve tepe tepe kullan doğmamış çocuklarını. Dilerim ki, sana ettiğim lanetle asla gün yüzü görmezsin…’’demesinin ardından duyduğu ses her şeyi açıklamasına yetti bu ansız telefon görüşmesinin. Tek bir ses ve tok da üstelik hele ki ardından gelen Bülent’in son iniltisi gerçi bunca zaman içerisinde onca iniltisine tanık olmamıştı ama.
Ve hattan düştü Bülent’in sesi.
Aramak zorundaydı oğlunu en azından bunun bir şaka olup olmadığını anlayacak ve akabinde özrünü sunacaktı Bülent. Öyle ya, ne hakkı vardı annesinin hayallerini çalmaya?
‘’Numarası, numarasını bilmiyorum.’’der demez telefonda numaranın çıkıp çıkmadığına baktı. Hemen geri dönerse belki ulaşırdı oğluna ya da:
‘’Ne gerek var, şimdi rahatımı kaçırmaya?’’deyip banyoya yöneldi.
Derin bir sızı hissetti içinden dışarı sızan buruk bir sızı ve gelen kanı gördü.
‘’Allah kahretsin, sırası mıydı şimdi?’’
İşte yine kaybetmişti bebeğini üstelik anlam veremediği o lanete de söylenirken ve ağlamaya başladı hıçkıra hıçkıra. Öyle ya, bebeğini kaybetmişti, hem de koca bebeği Bülent’i üstelik ne uğruna?
Pekişen iç sesiyle, salâvat getirdi ve bıraktı kendini banyo penceresinden o dipsiz boşluğa belki de boşluk demekten imtina ettiği ahretin girizgâhında çoktandır beklerken onu dünkü hayalleri ve için için kavuşmayı dilediği hangi çocuğu ise sahip çıkmaktan aciz kaldığı.
5.0
100% (3)