9
Yorum
34
Beğeni
4,9
Puan
765
Okunma
Dünya, çoğu zaman renkten mahrum bir tablo gibi durur önümüzde. Tüm ışıkların sönüp gölgelerin hüküm sürdüğü bir boşluk... Bazen bir gökkuşağı gökyüzüne serilmiş bir renk çizgisi değil; hayata tutunmak için sığınacak bir umuttur. Gurbetin ortasında beliren o zarif kemer, sıladan uzak bir yüreğin göğe yazdığı hasret mektubudur. Rengini yağmurdan değil de özlemden alır.
Bir rüzgâr eser, içime işler,
Göğün gözü yaşlı bakar.
Bir renk doğar bulutların içinden,
adı memleket, üzerime üzerime yağar…
İki doğrunun bir noktada kesişmesi, geometri değil, kaderin kalemiyle yazılmış bir hikâyedir. Bazen yollar bir istasyonda kavuşur, bazen bir veda terminalinde ayrılır. Nehirler denize, insan kendine akar. Her yolculuk bir parça eksiltir, her durak bir ağırlık yükler yüreğe. Denize ulaşan nehir sessizleşir, insan da yıllar içinde susa gömülür. Gurbet dilsiz, geceleri çığlıktır.
Toprağından uzaklaştığında durgun ve derin içe geçişi insanın.
Nehrim sustu, içim doldu.
Bir çığlık yankılandı boşlukta.
Kendime yürüdüm yavaşça,
ayak izlerim kaldı gurbet toprağında.
Okyanuslarla kıtalar birbirinden ayrı görünse de içten içe birbirine yaslanır. Tıpkı bir annenin uzakta kalmış evladına olan gizli duası gibi... Haritada uzak düşse de memleket, insanın içinde hep bir sarmal gibi döner durur. Yastığa başını koyduğunda, uzak bir ezan sesi gelir kulağına; çocukluğunun yankısı gibi.
Ezan böler uykumu
ansızın,
Minarenin gölgesi düşer yüzüme.
Sınırlar çizmiş olsa da mesafeyi,
kalbim hâlâ aynı kentin içinde atar.
Ufuk çizgisinde saf tutmuş dağlar aşılmaz sanırsın, lakin insan içindeki dağı aşmaya çalışırken anlar nelerle savaştığını. Geçmişiyle, eksikleriyle, birikmiş kırgınlıklarıyla. Güneş gurbete de doğar da sönük kalır yabancı konan adımıza. Gökyüzü hep yerinde kalır ama insanın gözü bazen başka bir göğün mavisini arar, bakışlar yukarıya değil, içeriye döner.
Gözüm semada,
İçimde çökük bir dağ var.
Biriktikçe yorgunluklarım,
Güneş bile doğmaz bana.
Zaman geçer... Yıllar geçtikçe yalnızca takvim yaprakları değil insan da eksilir. Sılaya yazılamamış mektuplar, gurbette hiç dinmeyen yağmurları biriktirir yüreğine. Çocukken terk edilen sokaklar, büyüdükçe sesini yükseltir rüyalarında. Her rüya, bir başka sabaha kırgın uyanmaktır. Gurbet, sadece mesafe değil; insanın kendine yabancılaştığı apayrı bir dünyadır.
Yollayamadığım mektuplar birikti,
ıslandı gözyaşlarımla satırlar.
Çocukken yürüdüğüm sokaklar hâlâ adımı fısıldar.
Gurbetin tam ortasında beliren o renk cümbüşü, isyandır sessizliğime. Ne kadar uzak kalırsam kalayım, içimde hep bir “dönüş” çağrısı taşır özlemek ağrısı. Yağmurdan sonra çıkan değil de yağmurun içinden geçen bir cesaretle parlar ebemkuşağı…
İşte bu yüzden göçebe yaşamak, sadece hasret değil; sılaya dönecek günü umut etmektir. Her adımda anadiyarına atılmış hayali bir iz bırakarak yürümektir. Ve bir gün, bir tren ya da bir uçak, seni tekrar evine götürdüğünde, gökyüzü aynı olur ama sen değişmişsindir. Dışarıda değil de içindedir gökkuşağı…
Bir bilet değil, bir dua taşırsın cebinde.
Yolun evine değil, kendinedir…
Doğduğu topraklara vardığında
sessiz bir senfoni gibi yaşama akar insan…
En güzel müzik, en çok sustuğumuz yerden yükselir.
Göz yaşı ve umutla ufka bakar, el sallar, sallarsın...
Vaha Sahra
24 Nisan 2025
23:23
5.0
88% (7)
4.0
12% (1)