1
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
109
Okunma
Asmaya çalışırken bu kancaları birden bir şeyler gerçekleşti.
Aslında birden değil tüm an-ı-larda öyleydi.
Nede olsa her bacak kendi koyununa ait (toynaklara bir-iki).
Sadece gecelerin aydınlığında gezin(ebil)diğim ormana girdim.
Sordum, orman perlerine:
-Benim elim rest çeker mi, kazanırsam yanıtlar mısınız?
-Gerek yok, denildi.
-Sen zaten yanıtın içeresindesin, aynı masada oyuna sürüyorsun ağaçlarını.
(-İyi ama ben neredeyim?)
Baykuşun aynasının yanına geldim, albatrosvari süzülerek.
Kara(r)lıydım; alacaktım yanıtlarımı.
Ansızın ruhumun vizyonundan seyredilebilen çetin bir kavga fışkırdı.
Zor seçiliyordu görüntüler, oyun ağlarından ve ağlara takılı sevgi çiğlerinin vizöre buğusundan.
Hissedilebilen görüntülerden tamamlanmak üzere olduğu anlaşılıyordu.
Haşat ettiğim Ben’im yanında, benimde durumum dış açıcı değildi.
Tek seyircinin kalabalıklığında kaybolduğumu ayırt ettim.
Aç bir laboratuvar faresi gibi korktum.
Labirentte peynir var mıydı ki?
Yargıç elbiselerimi, oksijen tüpümü takıp daldım sol saydamlıktan içeri.
(Haykırırcasına: -İyi ama ben neredeyim?)
Saydamlıktan bir bıçak negatifi uzandı.
Vizyonun görüsüyle banyo; kırmızı mürekkep baskısıyla da tab.
Üzerinde “bıçağı fırlat”, çok silikti ama zorlukla okumaya devam ettim, “cevaba saplanacak”, kazılıydı.
Bıçağın bilmediğim maddeden yapılı sıkıca kavradım, büyük bir hezeyanla fırlattım.
Fırlatır fırlatmaz etraf sivri ve acayip şekillerde saydam parçacıklarla doldu, boştu.
Garip ve hüzünlü sevinci bulmuştum.
Ertesi an kimsenin bayilerde bulamayıp, sırf resimlerine baktığı gazetede o yazıyı okudum.
Yazının yan tarafında bir fotoğraf:
Elinde bir kâse patlamış hayal bulunan biri kalbinden bıçaklanmış, duruyordu öylece koltuğunda;
Koltuğunda, gazete ve gemileriyle...