3
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
448
Okunma
...
Ananın Gölgesi, Iraz’ın Çilesi
Eğlenen Hasan ve Çöken Güneş
Iraz, Ali’yi yorganıyla birlikte göğe kaldırır gibi taşıdı eve.
Ama o gün evin duvarları biraz daha daraldı, tavan alçaldı sanki. Herkes gibi yaşayamayan bir adam ve herkes gibi konuşamayan bir kader girdi içeri.
Anası o sırada çoktan yatağa düşmüştü. Düşmek ne kelime; gövdesi yatakta, dili sokakta geziyordu.
Evin içi, artık sadece bir mekân değil, bir imtihan salonuydu.
Ali sessizdi.
Gözleriyle konuşurdu.
Iraz’a her baktığında, utançla sevgi arasında sıkışmış bir çocuk olurdu.
Ama Iraz, ona her bakışında “sen hâlâ benim ilk göz ağrımsın” diye fısıldardı içinden.
Diliyle değil, ekmeği bölüşerek, alnını okşayarak, Ali’nin çoraplarını gece sessizce değiştirerek…
Ama evin bir başka köşesinde bir başka hikâye yeşeriyordu.
Ali’nin kardeşi Hasan, anasının gözdesi, ama köyün en tasasız delikanlısı…
Yazlık gömlek, kışlık yalandı onun dünyasında.
Anası, yatağından kalkmadan karar verirdi:
– Hasan’a bir eğlencelik gerek, Iraz!
– Hasan’ın keyfi kaçtı Iraz!
Ve o “Iraz!” her seferinde bir kırık daha bırakırdı Iraz’ın adında.
Köylü duyardı dedikoduları, ama duymamış gibi yapardı.
Çünkü köyde, kadınlar yutkundukça hayat normal sanılırdı.
Iraz sustu.
Çünkü sesi çıksa, o evin tek direği yıkılırdı.
O sustu, çünkü Ali nefes alıyordu.
Sustu, çünkü çocukların ayak sesleri hâlâ evin içindeydi.
Ama bir gece…
Iraz, avluda diz çökmüşken, dua niyetine toprağa konuştu:
“Allah’ım, ben seni sadece sevinçte çağırmıyorum. Acıyı da aldım, senin bildiğin gibi taşıyorum. Ama sabrın da bir dili var. Susmak değil, yanmak. Sen duyuyorsan bu suskunluğu, beni bir gün dinlendir.”
Ve o gece, gökteki yıldızlar bile yere daha yakın durdu sanki.
Sonraki sabah, Hasan eğlenirken, evin içinde başka bir haber yankılandı.
Iraz’ın bir sabah sütün başında bayılması, köydeki taşların bile susmasına sebep oldu.
Kadınlar onun alnına soğuk bez koyarken, biri “çok oldu dayanması” dedi.
Ama kimse Ali’nin gözlerinden düşen tek damla yaşa bakamadı.
Iraz, tekrar kalktı.
Çünkü hâlâ bitmemişti.
Bitmeyecek.
.. Çocuklar, Emek ve Kadınlığın Sessiz Çığlığı
Iraz yeniden ayağa kalktı.
Ama bu sefer yürekten değil, alışkanlıktan.
Çünkü kadınlık bazen yokuşu çıkmak değil, yokuş olurken sırtında başkalarını taşımaktı.
Her sabah, güneşten önce uyanırdı.
Ocağı yakarken, kömür değil, içini tutuştururdu.
Kazandaki suyu değil, kendi ömrünü kaynatırdı.
Çocuklar…
Onlar bilmezdi.
En küçüğü annesinin sırtına sarılırken “sen en güzel battaniyemsin” dediğinde, Iraz gülümserdi.
Ama içinden bir yaprak daha düşerdi ömrünün ağacından.
Komşu kadınlar bazen sessizce göz süzerdi.
“İçli ama dik duruyor,” derdi biri.
Ama kimse, her gece yastığa sessizce damlayan gözyaşlarını görmezdi.
Çünkü kadın ağlarken sesi çıkmaz, omzunu ıslatırdı.
Ve sabah, o ıslaklığı kimseye çaktırmadan silerdi Iraz.
Ali’nin yatağı başında, geceleri kitap okur gibi onun alnını okşardı.
Parmaklarıyla bir şiir yazar gibi…
Gecenin sessizliğinde sadece Ali’nin nefesi değil, Iraz’ın tükenen sabrı yankılanırdı.
Anası hâlâ yatağında emir verir, Hasan hâlâ köy meydanında kahkaha atardı.
Ama evin içinde Iraz, her gün biraz daha eksilirdi.
Kadın dediğin nedir ki köy yerinde?
Çocuk büyütür, hasta bakar, dayak yer, çorba yapar, gülümser…
Ama kimse onun hangi duygusunu öldürdüğünü bilmez.
Bir gün, avludaki erik ağacının altına oturdu.
Yüzünü güneşe çevirdi.
Ve içinden dedi ki:
“Ben artık yaşamıyorum. Yaşatıyorum.”
İşte o an, doğa da sustu.
Kuşlar ötmedi, rüzgâr esmeyi bıraktı.
Çünkü Iraz’ın sessizliği, toprağın bağrına bir çığlık gibi düşmüştü.
Ama bu hikâye burada bitmez.
Çünkü Iraz henüz “ben” demedi.
Henüz elleri kendine sarılmadı.
Ve çocuklar…
Onlar hâlâ büyüyor.
..Ali’nin Gidişi – Asker Yoluna Çiçek Eken Kadın
Sabah ezanı, Ali’nin yüzünü yıkadığı çeşmenin taşına düşerken başladı. Iraz, onu pencereden izliyordu; elinde kınalı mendil, gözlerinde yağmurdan kalma bir nisan hüznü… Ali askere gidiyordu. Köy, henüz uykudaydı ama Iraz’ın yüreği uyanmış, bütün kapıları açık bırakmıştı: “Gitme” diyemeyecek kadar güçlü, “Kal” diyemeyecek kadar gururluydu.
Ali gülümseyerek baktı eşine.
“Sen bana gökyüzü gibi bak Iraz. Nereye gidersem gideyim, üstümde ol yeter.”
Ve Iraz, ilk defa ağlamadan bakabildi arkasından. Çünkü aşk, bazı vedaları dua gibi okuturdu insana. Elindeki mendili avucunda sıktı; içine sevgisini, kokusunu, suskunluğunu işlemişti. Ali onu cebine koydu, kalbinin üzerine.
Askerlik Silopi’deydi. Haritanın en suskun köşesi… Ama Ali’nin yüreğinde Iraz’ın sesi vardı. Her sabah çeşme başında duyduğu “Günaydın Ali” yankısı gibi. Kamuflajın cebinde bir çift göz taşıyordu, mavi... minik Elif’in.
Ali, her gece kızı için dualar yazıyordu. Kimi zaman yastık altına sakladığı bir dua gibi, kimi zaman tel örgülere yasladığı bir fotoğraf gibi. Komutanlar onun disiplinine hayrandı ama bilmezlerdi ki Ali, aslında Iraz’ın yokluğuna katlanmak için disiplinin dikenli yoluna razıydı.
Elif doğmuştu. Iraz, sarı saçlı, mavi gözlü bir dünya getirmişti Ali’nin mektuplarına. Babası Hüseyin Efendi, el yazısıyla Ali’ye haber saldı:
“Kızın olmuş yiğidim. Anasına çekmiş güzelliği. Gözleri gök, saçları hasat gibi. İsmini Elif koyduk, elif gibi dimdik olsun diye…”
Ali mektubu okuduğunda, komutanın verdiği şekerleri yan çadırdaki askerlere dağıttı. “Bugün bayram!” dedi. O gece gökyüzünde tek yıldız ona Elif’i gösterdi. O yıldızın altına yemin etti: "Kızımı kendim gibi değil, kendimden daha iyi büyüteceğim."
Ama kader, alnın yazısına kanla mühür basmayı seviyordu.
Pusu...
Terhisine bir hafta kalmıştı. Vedalaşmalar başlamıştı. “Kavuşmaya yedi gün” diye gün sayarken, dağ yolunda konvoyu pusuya düşürdüler. Silah sesleri arasında Ali, cebindeki mendili tuttu. Son nefesinde, Iraz’ın kokusuna sarılarak düştü toprağa. Kızına sarılamadan, bir daha “Günaydın Iraz” diyemeden…
O gece köyde bütün horozlar sustu. Iraz’ın yüreği çöktü.
Gökyüzü kırıldı da yıldızlar döküldü sanki...
Ali’nin anası felç geçirdi. Yatağa düştü, dili tutuldu.
Babası, sabah namazına kalkmadı.
Kalkamadı.
Yatağında gözleri açık, elleri dua pozisyonunda bulundu.
Ali’siz bir sabahı daha taşıyamadı yüreği.
Iraz ne yaptı dersin?
Kızını kucağına aldı. Ve usulca fısıldadı:
“Baban yıldızlara gitti Elif… Ama bak, senin gözlerinde yaşıyor. Gözlerini hiç yere indirme.”
Devam edecek...
Peri Feride ÖZBİLGE
22.04.2025