1
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
110
Okunma
Bölüm 2 – Uğurlayan Gözler, Susan Kalpler
Köyün içinden geçen toprak yol, o sabah sessizdi.
Sadece valizlerin tıkırtısı ve Yusuf’un ayakkabılarının çamura saplanan sesi duyuluyordu.
Annesi yolun kenarında yürüyordu onunla. Elinde bir bohça vardı.
İçine Yusuf’un yeni gömleğini, bir çift yün çorap ve babaannesinden kalan eski bir dua kitabını koymuştu.
Kalbi, o bohçanın içindekilerden çok daha fazlasını yüklenmişti ama anlatmıyordu.
Yusuf, o sabah köyden ayrılacağını biliyordu. İlçedeki yatılı okulu kazanmıştı.
Okul müdürü, “Bu çocuk zeki, bu çocuk başka.” demişti. Ama Yusuf başka olduğunu hiç hissetmemişti.
O sadece başka türlü yalnızdı.
Minibüs köy meydanında bekliyordu. Motoru çalışıyor ama hareket etmiyordu. Sanki zaman, veda edilecekleri bekliyordu. Yusuf valizini arabanın arkasına yerleştirdi. Annesi yanına yaklaştı.
“Korkma. Dua et. Kimseye eğme başını. Sessiz ol ama içine de kapanma.” dedi.
Cümleleri yavaştı, ses tonu titrek.
Yusuf cevap vermedi. Sadece başını salladı. Yutkundu. Birkaç kelime düştü dudaklarının arasından ama dışarı çıkamadı. Annesi Yusuf’un alnına eğildi, saçlarını kokladı. Belki de o anı hafızasına hapsetmek istedi.
Çünkü bir annenin en zor anı, evladını okula değil de hayata uğurladığı andır.
Minibüs hareket ettiğinde, Yusuf arka camdan bakıyordu. Annesi küçüldü, küçüldü... bir noktaya dönüştü.
O nokta bile gitgide silindi. Ama Yusuf’un içinde bir boşluk açıldı, o büyüdü. İlk defa bu kadar yalnız hissetti kendini.
Ve ilk defa ağlamadı.
Çünkü bazı gözyaşları gözden değil, içten akardı.
Yusuf’un gözleri kurumaya başlamıştı artık.
İlçeye vardığında hava daha serindi. Yabancı kokular vardı. Beton kokusu, araba egzozu, yabancı insanların parfümü...
Her şey garip, her şey yabancıydı. Yusuf çantasını sırtladı ve yatılı okulun kapısından içeri adım attı.
O okulun duvarları yüksek, avlusu soğuk, sınıfı kalabalıktı. Herkes birbirini tanıyordu.
O, kimseyi tanımıyordu. Sırasına oturduğunda hemen yanındaki çocuk “Sen nerelisin?” diye sordu.
“Köyden geldim...” dedi Yusuf, başını eğerek.
“Köy mü?” dedi çocuk küçümseyerek. “Köylüler okumaz ki…”
Yusuf sustu. Zaten bu cevaba hazırdı.
Çünkü bazı kelimeleri çok önceden ezberlemişti:
Susmak, aldırmamak, içine atmak…
Gece olunca yatakhaneler sessizleşti. Pencereden dışarıya baktı Yusuf.
Ay, köydeki kadar parlak değildi sanki. Gözlerini kapattı. Bir çamur yolu, bir pınarın başı, annesinin gözleri...
Hepsi birden zihnine doldu.
Ve Yusuf o gece ilk defa dua kitabını açtı. Annesi koymuştu ya hani bohçaya…
Dua okumayı tam bilmezdi ama sayfalarını çevirdi usulca.
Çünkü insan, annesinin koyduğu dualarla güçlü hissederdi.
...andelip...
5.0
100% (3)