6
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
337
Okunma
GECE YARISI OTOBÜSÜ
29 Şubat 1984 Çarşamba günü Erzurum Halk kütüphanesinden çıkıp evine gitmek için otobüs beklemeye koyulan Jack Michy, o sırada hınçla yağan karın altında Yoncalık Mahallesinden evine doğru beyaz bir yılan gibi uzayıp giden Ali Ravi Caddesine bakıyordu. Şu an caddede kimsecikler yoktu. Zaten bu saatte kimsenin olması da beklenemezdi. Çünkü gece hayatı olmayan bir şehirde yaşıyordu. İnsanlar çoktan sıcacık evlerine gitmiş, yemeklerini yemiş ve daha sonra kıtlama çay içmiş olmalıydılar. Jack Michy’e yabancısı olduğu bu şehre ve insanlarına dair onu en çok şaşırtan şeyi soracak olsalardı büyük ihtimalle kıtlama usulü içtikleri çay kültürünü söylerdi.
Havanın soğuk oluşu ve caddenin adeta unutulmuş bir korku masalı için çizilmiş hali Jack’in bir an ürpermesine sebep oldu. O esnada caddeyi tekin gösteren tek şey sarı ışık süzülen boynu bükülmüş sokak lambalarıydı. Bugün nöbet sırası ona gelmiş olmasaydı yaklaşık iki haftadır kiralamayı beklediği video kaseti izleyecekti. Alaca Karanlık Kuşağı Filminin gösterimini kaçırmış ve uzun zaman bu filmin video kasetini aramıştı. En sonunda Video 25’te çalışan çıkık alınlı yaşlı adam sıranın ona geldiğini haber vermişti. Jack o günün sabah saatlerinde kütüphane müdüründen izin alarak Dadaş Sinemasının hemen yanında bulunan Video 25’e giderek filmi kiralamıştı. Çıkık alınlı yaşlı adam Video kaseti yarına kadar teslim etmesi gerektiğini söylemişti. Eğer gecikirse bir günlük kiralama parası daha alacağını belirtmişti. Jack video kaseti paltosunun iç cebine koyduktan ve ücreti ödedikten sonra tekrar iş yerine geçmişti.
Her ne olursa olsun eve gidip bu filmi sobanın közünde patlattığı tereyağlı mısır eşliğinde izleyecekti. Ama talihi ondan yana değildi. Hem hafta ortası olması hem de dört yılda bir 29 gün olan şubat ayının son çarşambasında nöbete kalması kaderinin ona oynadığı küçük ve sevimsiz bir oyun gibiydi.
Uğultuyla esen rüzgâr kulaklarına çarpan kar taneleri iyice üşümesine sebep oluyordu. Şimdilik idare ediyordu ama bir otobüs ya da dolmuş gelmezse iyice üşüyeceğinden emindi. Ama bir otobüsün geleceğine inanıyordu. Ayın sunu olmasa (Maaşını ayın 15. Günü alıyordu.) belki bir taksiye binmeyi bile düşünebilirdi.
Jack, üstü başı karla kaplanmaya başlarken cadde boyunca hiçbir evin ışığının yanmamasına dikkat etmedi önce. Gözüne hücum eden kar tanelerinin arasından görebildiği kadarıyla caddeye park edilmiş hiçbir araba da yoktu. Jack, caddenin yukarısına ve aşağısına bakarak bir otobüsün gelip gelmediğini kontrol etti. Caddenin sakinliğinin yanı sıra caddeye hiçbir aracın park edilmemiş olması da ona biraz tuhaf gelmeye başlamıştı. Şimdi biraz endişelenmişe benziyordu. Fakat, bu durumu Erzurum’a yeni atanan trafik müdürünün parklanmayla ilgili yaptığı bir çalışma olarak düşündü. Ali Ravi caddesi Erzurum’un en kalabalık ikinci caddesiydi sonuçta.
Erzurum Halk Kütüphanesinin hemen yukarısında Güzel Sanatlar Fakültesine doğru olan yola doğru otobüs ve dolmuşların kullandığı geniş bir alan vardı. Tüm otobüsler ve dolmuşlar Yoncalık’ta toplanır ve kalkış saatleri geldikçe Erzurum’un dört bir yanına yolcu taşımacılığı hizmeti verirlerdi. Jack, uzaktan bu alanın da boş olduğunu görünce az önce içinde yanmaya başlayan endişe yerini tedirgin edici bir hale bıraktı. Bildiği kadarıyla bu alandan halk otobüsleri son seferlerine 22:00’da dolmuşlar ise 23:00’da kalkarlardı. Saat henüz 22:20’ydi. Bölünmüş yolun ne karşısından ne de onun bulunduğu taraftan hiçbir araç gelmemişti. Jack, bu duruma da aklınca bir mantık aramaya başladı. Kahretsin! O gün çarşambaydı ve hafta ortası otobüs ve dolmuş seferleri bir saat erkene çekilirdi. Dolmuş duraklarında hiçbir aracın olmaması gayet normaldi. Şimdi en az üç tane minibüs şansının olduğunu düşündü. Tabi o, durağa gelmeden önce yirmi dakikada bir kalkan minibüsü kaçırmadıysa.
Jack beklemeye, kar yağışı artmaya, yolda biriken karlar ulaşımı tamamen imkânsız hale getirmeye devam ediyordu. Saat on bire kadar böylece beklemeye devam etti. Hem de hareket etmesini beklediği minibüslerin Yoncalık’taki toplanma alanında hiçbir hareketlilik olmamasına rağmen.
Saat on biri geçiyordu ve gelen giden yoktu. Jack tedirgin edici bu geceyi yürüyerek bitirmesi gerektiğini düşünmeye başladı. Beş dakika daha bekleyip önce Güzel Sanatlar Fakültesine kadar yürüyecekti. En kötü ihtimalle fakültenin biraz ilerisindeki kara yolları genel müdürlüğü binasına kadar yürüyüp bu karda kışta dışarıda kaldığını ve hiçbir araca denk gelmediğini söyleyip yardım isteyebileceğini düşündü. Sonra bu düşüncesinin çok saçma olduğuna karar verdi.
Beklemenin bir yararının olduğunu anlaması beş dakikadan daha uzun sürdü. Karlara bata çıka yürümeye başladı. Başını kaldırıp apartmanların camlarına bakınıyor, bazen arkasını kontrol ediyordu. Ne ışığı yanan bir ev ne de arkasından gelen bir aracın olmadığını gördükçe tedirginliği an be an artıyordu. Sokak lambalarının huzur veren ışığı olmasaydı kendini korkutucu bir hiçliğin ortasında hissedecekti.
Nihayet Güzel Sanatlar Fakültesini varmıştı. Yolun çaprazında bulunan Karayolları Genel Müdürlüğünün ışıkları sönmüş tabelasını da görmüştü. Ağrı yönünden gelebilecek bir araba olur umuduyla Ali Ravi Caddesinin bitiminden sağa doğru yöneldi. Az ilerideki benzinliğe gidip bir taksi bulurum umuduyla yürümeye devam etti. Kar yağışı iyice artmış saat gece yarısına yaklaşmıştı. Dönüp tekrar arkasına baktı. Sol kulağına ve sol gözüne hücum eden karlar tekrar önüne dönmesine sebep oldu. Hala nedensizce bir otobüsün ya da dolmuşun geçebileceğini umut ediyordu. Nihayet benzinliğe varmıştı. İçeriye gidip bir çiklet isteyip biraz ısınırım diye düşündü. Ama içinden bir ses oraya giderse son dolmuşu kaçırabileceğini söylüyordu. Ama Jack iç sesine aldırış etmedi ve benzinliğe doğru yürümeye devam etti. O sırada egzozundan siyah dumanlar atarak, geceyi yırtan müzik sesiyle bir yolcu otobüsü ona doğru yaklaşmaktaydı. Jack müziğin geldiği tarafa döndü ve gözlerine inanamadı. Ön camından dışarıya mavi ve koyu sarı loş ışıkların saçıldığı bir halk otobüsü ona doğru yaklaşmaktaydı. Jack hemen yola doğru döndü ve koşmaya başladı. Tek isteği o an o otobüse binip bu lanet gecenin bitmesiydi. Fakat sürücü onu görmemiş olsa gerek ki Jack’in yanından geçerken ara gaz verip uzaklaşmaya başladı. Jack son ümidini de ellerinin arasından kaçırmak istemiyordu. Son bir gayretle otobüsün ardından koşmaya ve elleriyle sürücünün dikkatini çekmeye çalışıyor, son gücüyle otobüsün ardından bağırıyordu.
Otobüs yaklaşık iki yüz metre gittikten, Jack ise bu iki yüz metreyi soluğu kesilene kadar koştuktan sonra aynı anda durdular. Jack nefes nefeseydi. Ellerini dizlerine koyarak soluklanmaya çalışıyordu. Sigarayı bırakmam gerekiyor diye düşünüyordu. Otobüsün durduğunun henüz farkında değildi. Çünkü kar yağışı görüşünü engelliyordu. O sırada otobüs dörtlülerini yakmış, otobüsün şoförü müziğin sesini kısmış geri geri ona doğru gelmekteydi. Jack biraz nefeslendikten sonra doğruldu. Eliyle gözüne siper yaptı. Otobüsün onu görüp geri geri geldiğini fark edince ona doğru koşar adım yürümeye başladı. Benzinliğin yüz metre ilerisinde nihayet otobüsle aynı hizadaydılar. Jack bu tuhaf ışıklı ve siyah duman atan otobüse merakla baktı. Otobüs Mercedes’in 302 modeliydi. Jack bu otobüslerden biriyle İstanbul’dan Erzurum’a yolculuk yaptığını anımsadı. Yolculuk yaptığı otobüs 1974 modeldi ama bu otobüs o kadar yeni görünmüyordu. Otobüsü dikkatlice süzünce sol camına büyük puntolarla ‘YENİŞEHİR’ sağ camına ise yine aynı puntolarla ‘YILDIZKENT’ yazıldığını gördü. Neredeyse bir buçuk saattir beklediği otobüs gelmişti.
Otobüsün kapısı yılan gibi tıslayarak açıldı. Jack başını uzattı ve binebilir miyim diye sordu. Şoför koltuğunda tuhaf giyimli, gözlüklü ve saçlarını jölelemiş birisi vardı. Sağ elinde Oltu Taşı bir tespih sallıyordu. Jack, tespihi elime alabilseydim gerçek oltu taşı olup olmadığını anlayabileceğini düşündü. On iki yıldır Erzurum’daydı ve buraya dair her şeyi merakla ve büyük bir istekle öğrenmişti. Yurtdışından gelmiş olmasına rağmen Erzurum halkı onu benimsemişti. Şoför ‘Tabi.’ Dedi. ‘Ama önce güzelce silkelenin.’
Jack soğuktan üşüyen ellerine aldırış etmeden saat gece yarısını geçmişken bulduğu bu şansı kaçırmak istemiyordu. Güzelce üzerindeki karları temizledi. Botlarını yere vurduktan sonra otobüse binmeye hazırdı. Jack ilk basamağı çıkmıştı ki şoför gizemli bir edayla ‘Binmek istediğinden emin misin?’ diye sordu. Jack bu soru karşısında şaşırmıştı. ‘Neden?’ diye sordu hayretle. Şoför ‘Özür dilerim o maksatla sormadım. Şu an için belli bir güzergâhım yok. Sizi hemen ineceğiniz durağa bırakamayabilirim.’ Dedi. Jack dışarıdan içeriye doluşan karlara ve soğuğa çıkamayacağından emindi. ‘Benim için sorun değil’ dedi. Jack diğer basamakları da çıktı. Otobüsün kapısı yine tıslayarak kapandı. Jack cebinden çıkardığı bileti öğütücüye sokuşturmak için uzandı ama sürücü ‘Hayır. Şu an ücret almıyoruz.’ Dedi. Jack neden diye sormak istedi ama yine kendince yorum yapmayı tercih etti. ‘Kesin, Erzurum Belediyesi böylesi geceler için yeni bir otobüs hattı çıkarma kararı aldı. 13/GYO hattı özellikle karlı ve soğuk havalarda saat gece yarısını geçtikten sonra Erzurum’un dört bir yanını gezip evine gitmek isteyen, hastaneye gitmek zorunda kalan yolculara hizmet verebilmek için çıkarılmıştır.’ Diye düşündü. Jack akşamdan beri talihin ilk defa ona güldüğünü anlayınca içine bir ferahlık yayıldı. Aynı ferahlamayı oturduğu koltuğun bitişiğindeki koltuğun yan tarafındaki kaloriferden gelen sıcak havayı hissedince de duydu. Şimdi geçte olsa evine gidebilecekti. Gece yarısı otobüsü gelmeseydi saatlerce yürümesi gerekecekti.
Jack, oturduğu koltuğa iyice yerleşti kendisini yorgun hissetmiyordu ama otobüsün içinde yanan loş kırmızı ışık ona tuhaf gelmişti. Başını çevirip otobüsün arka kısmına bakınca ondan başka yolcu olmadığını gördü. Şoföre dönerek ‘Beni direkt evime yakın bir yere götüreceksiniz sanırım. Çünkü gördüğüm kadarıyla benden başka yolcunuz yok.’ Demeyi düşündü. Fakat jöleli saçlarıyla, gecenin karanlığında güneş gözlüğü takan biriyle öyle rahatça konuşamayacağını anladı. Onun yerine otobüsün biraz daha ilerlemesini beklemenin daha mantıklı olacağını düşünüyordu. Sonuçta şimdilik onun evine doğru giden Araştırma Hastanesi güzergâhında ilerliyorlardı. Kaldı ki zaten bu otobüsün gecenin bir yarısı çalışıyor olma nedeni dışarıda kalmış olabilecek insanları evlerine ulaştırmaktı.
Jack bu durumu fırsat bilerek otobüsü incelemeye başladı. Tipik bir halk otobüsüydü. Ama bu otobüs mavi değildi. Jack otobüse binerken otobüsün turuncu renkli olduğuna dikkat etmişti. Hatırladığı diğer şey ise aracın sağ alt tarafında 13/GYO yazdığıydı. Ama buna pek de aldırış edecek bir halde değildi. Otobüs modeline göre oldukça eskimiş gibiydi. Nereden baksan en az bir yıldır hiç yıkanmamış olabileceğine bahse girerdi. Diğer taraftan kırmızı loş ışığın aydınlatamadığı arka koltuklar, karanlıkta bir hayaletin gölgesi gibi duruyordu.
Her zaman yaptığı gibi bu duruma da bir açıklama getirdi. ‘Hayaletler insan uydurması şeylerdi.’
Jack, oturduğu koltuktan cama hücum eden kar tanelerinin yok olup gidişini izliyordu. Bir ara cama yakın koltuğa oturmak istedi ama bunu yapmaktan vaz geçti. Otobüsü boş bulunca koltuk koltuk gezen yolcular gibi davranmak istememişti. Yaklaşık yüz metrede bir beliren sokak lambalarının ışığında yağan karın masalsı ritüelini izliyordu. Sonra aniden ve nedensizce dikkati dağıldı. Şimdi tekrar otobüsün içerisini inceliyordu. Şoförün koltuğunun olduğu tarafın üst kısmına kamyon arkası yazılar gibi yazılar asılmıştı. Jack gülümseyerek bu manalı sözleri okudu. O sırada şoför gayet rahat tavırlarla otobüsü sürüyor, elinden düşürmediği tespihini sallıyordu. Taşları imameye kadar getirdikten sonra baş parmaklarının yardımıyla tespihi çevirip duruyordu. Jacki o an dehşetle adamın her iki elinin baş parmağının da çift parmaklı olduğuna midesi bulanarak dikkat etmiş oldu. Az önce dışarıdan otobüse bakarken adamın elinde salladığı tespihe bakarken ellerinin gayet normal göründüğünden emindi. Soğuktan ve yorgunluktan hayal gördüğünü düşündü ve midesinin bu görüntüye bulanması dışında bu duruma aldırış etmedi. Sonra gözlerini kısarak otobüsün tam ortasında bulunan saydam bir çerçeveye yazılmış o ürkütücü yazıyı okumaya başladı. Yine kalın puntolarla aynen şöyle yazılıydı:
LÜTFEN İNECEĞİNİZ DURAĞI YÜKSEK SESLE BELİRTİN! AKSİ TAKTİRDE YOLCULUK SONSUZA KADAR YA DA SİZ ÖLENCEYE KADAR SÜRER.
Jack bununun da diğer yazılar gibi bir çeşit şaka olduğuna kanaat getirdi. ‘Yukarıda ki yazı ne tuhaf.’ Diye düşündü ve beceremediği bir gülümseme ile dikiz aynasından kendisine bakan (En azından Jack gözlüklerinin altından ona baktığını düşünüyordu.) şoföre baktı. Şoför vitesi sinirle değişirken aracın içinden çıt çıkmamıştı. Jack dikiz aynasına bakmaya devam etti. Sorusunu yenilemeye yeltenmişti ki tuhaf görünümlü adam ‘Siz hangisini tercih edersiniz?’ diye sordu.
Jack bir an afalladığını hissetti. Ne diyeceğini bilmez bir halde biraz bekledi. Soğuktan üşüyen ellerini önünde birleştirdi ve işaret parmaklarını birbirine dokundurmaya başladı. Kendi parmaklarının bir çift olmasına şükrediyordu. Birkaç saniye daha öylece ne diyeceğini bilmez bir halde bekledikten sonra dikiz aynasından hala ona bakan adama baktı. Adamın gözleri onu hapse almıştı ve gözlerinin yola falan baktığı yoktu. Jack umarım bu deli adam bir kazaya sebep olmaz diye dua ediyordu. Fakat adam yola bakmadan da gayet rahat bir şekilde otobüsü sürmeye devam ediyordu. ‘Siz hangisini tercih edersiniz?’ diye tekrarladı. Jack bu defa soruyu geçiştiremeyeceğinden emindi. Biraz düşündükten sonra ne cevap vereceğine karar verdi. Bu sayede hem zaman kazanmış hem de adamın ne sormak istediğini iyice anlamış olacaktı. Adamın göz hapsine aldığı dikiz aynasına bakarak cevap verdi. ‘Ne demek istediğinizi anlayamadım?’
Adam bu defa başını ona doğru neredeyse yüz seksen derece çevirerek konuşmaya başladı. Jack çığlık atmamak için kendisini zor tuttu. ‘Demek istediğim bu kahrolası gecede yolda kalmış biri mi olmak isterdiniz yoksa sabaha kadar direksiyon çevirip yolda kalmış insanları mı toplamak isterdiniz?’
Jack belli etmemeye çalışsa da korkudan titriyordu. Şoförün yolculuğun sonsuza kadar sürmesi ya da ölünceye kadar bu otobüste kalmakla ilgili o tuhaf yazıdan bahsetmemesi onu az da olsa iyi hissettirmişti.
‘Şey’. Sanırım ikisini de istemezdim.’ Dedi ve yine aynı beceremediği gülümsemeyle dikiz aynasına baktı.
Adamın başı hala neredeyse tamamen geriye dönük bir haldeydi. Jack korkusunu kontrol etmeye çalışıyordu. Belki de adamın boynu son derece esnekti.
Diğer taraftan Jack’i endişelendiren diper şey dışarıda deli gibi kar yağıyorken, bu deli adamın yola dahi bakmıyor olması onu ciddi derecede rahatsız ediyordu. Bir an cesaretini topladı ve bu tuhaf adama eğer yola bakmamaya biraz daha devam ederse kaza yapabileceğini söyledi.
Şoför, Jack’in uyarısından etkilenmişe benzemiyordu. Sonra Jack’in daha fazla endişelenmesine sebep olacak bir şey daha yaptı. Ellerini direksiyondan çekti ve şoför koltuğundan kalktı. Başı dışında vücudunun boynundan alt kısmı dönmüştü. Adam onun yanına kadar hafif aksak bir şekilde geldi. Jack korkudan nefesini tutmuş bir haldeydi. Kekeleyerek ‘Ka ka kaza yapacağız.’ Diyebildi. Kekelemek çocukluğundan kalma bir hastalıktı ve bunu yıllar önce yenmişti. Uzun bir süre bu sorununu çözebilmek için terapi almıştı. Şoför bu durumu hala önemsemiyor gibiydi. Ani bir hareketle gözlüğünü çıkardı. Jack oturduğu koltuğun yanına doğru kaydı ve cam kenarındaki koltukta kaykılarak oturdu. Kaloriferin sıcaklığı ve şu an yaşadıkları alnında terlerin birikmesine sebep oldu. Sonra korkuyla adamın gözlerine baktı. Adamın gözleri dipsiz bir kuyu gibi simsiyahtı. Jack biraz daha bu gözlere bakarsa bu dipsizliğin onu içine doğru çekeceğini hissetti ve hemen gözlerini başka tarafa doğru çevirdi. Son bir cesaretle ‘İnmem lazım.’ Diye bildi. Aslında söylemek istediği şey ‘Hemen beni indirdi.’ ama buna cesaret edememişti. Adam istifini dahi bozmadan sönmüş gözleriyle ona bakmaya devam ediyordu. ‘Yazıyı okuduğunuzu sanıyordum.’ Dedi. Çift baş parmaklı sağ eliyle otobüsün ortasında yazılı olan o tuhaf yazıyı göstererek.
LÜTFEN İNECEĞİNİZ DURAĞI YÜKSEK SESLE BELİRTİN! AKSİ TAKTİRDE YOLCULUK SONSUZA KADAR YA DA SİZ ÖLENCEYE KADAR SÜRER.
Jack, sakinliğini korumaya çalışıyordu. Yüksek sesle ‘Burada inmek istiyorum.’ Dedi.
Tuhaf adam korkunç bir kahkahayla gülmeye başladı. Jack adamın ağzının içindeki çatallı dilini görünce dehşete kapıldı. Adamın korkunç kahkahası bitince aniden sakinleşti. ‘Hangi durak olduğunu söylemediniz.’ Dedi. Jack, adamın hala sizli bizli konuşuyor olması dışında hiçbir şeye güvenmiyordu. Sonra o güzergâhtaki otobüs duraklarının isimlerini hatırlamaya çalıştı. ‘Hastane durağı.’ Dedi yüksek sesle. ‘Evet. Evet. Hastane durağında inmek istiyorum.’ Sanki kurallara uyarsa ineceğini hissediyordu. Şoför başını hayır manasında salladı. ‘Böyle bir durağımız yok. Tekrar deneyiniz.’ Dedi. Jack gözlerini hızlı hızlı açıp kapatıyor, aklına hücum eden korkuyu bastırmaya çalışıyordu. ‘Durak durak durak.’ Diye tekrarladı. Başını ellerinin arasına alarak telaşla düşünmeye başladı. Sonra adamın gözlerine bakmadan yine yüksek sesle ‘Solakzâde Camisi Durağında inmek istiyorum.’ Dedi. Adam yerinden dahi kıpırdamadı. O sırada otobüs ortalama bir hızda gidiyor ve girdiği virajları sakince dönüyordu. Adam cebine koyduğu Oltu Taşı tespihini çıkardı ve çift parmaklı baş parmağıyla tespihin tanelerini imameye kadar getirdi. ‘Bu durak isimleri sizin koyduklarınız. GYO bu isimleri bilmez.’ Dedi. Jack elinde olmadan ‘GYO ne demek?’ diye sordu. Adam tıslayarak hafif hafif güldü. ‘Gece Yarısı Otobüsü demek oluyor.’ Dedi. Jack meraklı gözlerle adama bakıyordu. Adamın verdiği cevabın hiçbir anlamı yoktu. Korkuyordu ve ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Adam hala yanı başında duruyordu. Son çare olarak adama para teklif etmeyi düşündü ve ‘Beni indirir misin? Lütfen. Bak beni indirirsen cüzdanımdaki tüm parayı sana veririm.’ Dedi.
Adam jöleli saçlarına dokunarak cevap verdi. ‘İneceğiniz durağı yüksek sesle söylemeniz gerekiyor. Aksi takdirde yolculuğunuz sonsuza kadar ya da siz ölene kadar sürer. O kâğıt parçalarını da cüzdanınıza geri koyun.’ Dedi.
Jack, nasıl bir filmin içindeyim ben diye düşünmeye başladı. Ve heyecanla ‘Bu. Bu kamera şakası değil mi?’ diyerek yerinden kalktı. Otobüsün dikiz aynasını ve ön camındaki her yeri yoklamaya başladı. Adam, Jack’i sakince izliyordu. O sırada Jack delirmiş gibi otobüse gizlenmiş olan kamerayı arıyordu. Aramaları sonuçsuz kalınca nefes nefese şoför koltuğunun hemen arkasındaki koltuğa çöktü. Elini alına götürdü ve elinin tersiyle alnında biriken terleri sildi. Büyük bir umutsuzluğun içerisindeydi. O sırada sol iç cebine sıkıştırdığı video kasete bakıyordu. Her şey yolunda gitseydi şu an filmini izleyip, keyifle tereyağlı mısırını yiyor olacaktı.
Jack burnundan aldığı nefesi yavaşça ağzından verdi. ‘Benden ne istiyorsun?’ diye sordu sakin bir ses tonuyla. Gözleri sol cebinde duran Alacakaranlık Kuşağı filminin kapak resmindeydi. Uzay boşluğundan dev bir göze açılan mavi kapıdan dehşetle bakan kadının baş kısmını görebiliyor ve bu korku filminin şu an yaşadığı dehşetin gölgesinde kalıp kalamayacağını düşünüyordu.
Adam uzun Wellington çizmeleriyle bir iki adım attıktan sonra gayet kibar ve sakin bir ses tonuyla konuştu. ‘İneceğiniz durağın ismini yüksek sesle söylemenizi istiyorum.’
Jack bu defa öfkelenmişti ‘Söyledim ama kabul etmiyorsun. Senin istediğin durak isimlerini de maalesef ben bilmiyorum.’ Diye bağırdı.
Şoför adeta sessizlikten başlayıp kulakları tırmalayana kadar artan bir kahkaha ile gülmeye başladı. Ağzının içindeki çatallı dil dışarıya çıkmıştı. Jack, deyim yerindeyse korkudan ölmek üzereydi. Adam kahkahasını aniden bitirdi ve çatallı dilini ağzının içinde topladı. Tıslayarak söze başladı ‘Bana Gece Yarsısı Otobüsünün bildiği bir durak ismini yüksek sesle söylemeniz gerekiyor.’ Dedi.
Jack’in kendisini köşeye sıkışmış gibi hissetmesi daha cüretkâr olmasına sebep olmuştu. ‘İyi de o kahrolası durak isimlerini bilmiyorum.’ Diye bağırdı.
Adam gizemli bir şey söyleyecekmiş gibi Jack’a yaklaştı. Çizmelerinin topuklarından çıkan ses otobüsün boş koridorunda yankılandı. Jack, adamın nefesinin iğrenç kokusu karşısında kusmamak için yutkundu. ‘O zaman ölene kadar benim misafirim olacaksınız.’ Dedi.
Jack adamı ittirdi ve otobüsün ön kapısını açmaya yarayan kırmızı tuşa basmak için öne doğru atıldı. Adam Jack’in bu hareketlerini gülümseyerek izliyordu. Jack ön kapıyı açacağını düşündüğü tuşa deliler gibi bastı. Ama bir şey olmuyordu. Sonra aklında delice bir şey belirdi. Direksiyon koltuğuna oturdu ve otobüsü durdurabilmek için fren pedalına deliler gibi basmaya başladı. Son gücüyle pedala basarken bir taraftan da adamın hemen arkadan onun boynunu kırıp öldürmesinden korkuyordu. Jack ne yaparsa yapsın gece yarısı otobüsünün durmayacağını geçte olsa anladı. Yaptığı son hamlenin de işe yaramaması son ümidini de bitirdi. Sonra kaderine razı gelmiş biri gibi boş gözlerle cama vuran kar tanelerini izlemeye başladı. Bir müddet şoför koltuğunda oturdu. Sonra sakince yerinden kalkmak istedi ama tam o anda otobüs ani bir fren yaptı ve Jack oracıkta başını cama çarparak bayıldı.
Jack gözlerini yavaşça açtığında başında ve ellerinde müthiş bir ağrı hissetti. Elini başına götürdüğünde başının çarpmanın etkisiyle şişmiş olduğunu, avuç içlerinin ise yanmış olduğunu anladı. Gece yarısından beri yaşadığı dehşet onu bitkin bırakmıştı. Yorgun gözlerle etrafına bakınmaya başladı. Şoför yine sürücü koltuğundaydı. Bacak bacak üstüne atmıştı ve ona dönük bir haldeydi. Elinde yine tespihi vardı. Baş parmakları imameye gelince yine durdu. Adam gülümseyerek ‘Kendinize geldiniz demek.’ Dedi.
Jack ne demezsin der gibi bir bakış attı. ‘Beni öldüreceksen hemen yap. Çünkü gerçekten sıkıldım.’ Dedi. Elleri feci şekilde acıyordu ve bu acıyı bastıracak bir şey yoktu. Mecburen ellerini soğuk cama bastırdı. Şimdi ferahlamıştı.
Adam istifini bozmadı ve karanlık gözlerini Jack’a dikti. ‘İşler bu şekilde yürümüyor Bay Michy. Bu arada bir daha Gece Yarısı Otobüsünü kontrol edebileceğiniz cüretinde bulunmayın. Beyninizin bir yumurta gibi cama yapışmasını ve vücudunuzun eriyip gitmesini istemeyiz.’ Dedi. Sonra hırıltılı bir tonda nefes alıp vererek konuşmasına devam etti ‘Gece Yarısı Otobüsünün uğradığı durakları bilmediğiniz için sizi indiremeyeceğimizi de bilmenizi isterim. Üzgünüm ama kurallar böyle.’
Jack teslim olmuş bir haldeydi. ‘Bu otobüsten inmem için ne yapmam gerekiyor?’ diye sordu. Başını eğmiş fren pedalına bastığı botun kauçuğuna bakıyordu. Kauçuk erimişti. Daha da dikkatle bakınca kauçuğun erimiş kalıbında ‘Yaşam’ kelimesinin belli belirsiz izinin kaldığını gördü. O an bunun neden olduğunu sormak istedi ama bunu yapmadı. Şu an gerçekten vaz geçmiş bir durumdaydı.
Adam sağ bacağını sol bacağının üzerinden indirdi. Yavaşça kalkarak Jack’in yanı başında durdu. Nefesi hala iğrenç kokuyordu. ‘Eğer isterseniz benimle birlikte gideceğimiz on üç duraklık yolculuğa başlayabiliriz. Tabi istemezseniz sonsuza kadar ya da siz ölene kadar yolculuğumuz sürebilir.’
Jack ‘Desene bu gece şanslı günümdeyim.’ diyerek ironi yaptı.
‘Bu gecenin şanslı gününüz olması sizin elinizde Bay Michy. Eğer dilerseniz uğramam gereken 13 durakta bana eşlik edersiniz. Ve eğer gerçekten şanslıysanız her durakta kaderinizin size verdiği görevleri tamamlarsınız. İşte o zaman sizi ineceğiniz yere kadar götürürüm. Bu geceyi cebinize sokuşturduğunuz saçma insan yapımı korku filmini izleyerek bitirebilirsiniz.’ Dedi.
Jack Michy düşünmek için biraz vakit istedi. Önünde üç ihtimal vardı. Birincisi ömrünün sonuna kadar bu tuhaf adamla gece yarısı otobüsünde gezip durmak. Diğeri sonsuza kadar bu otobüste yolcu olarak kalmak. Ki bu konuda henüz aklının ermediği bir nokta vardı. Sonsuzluk ömründen uzun bir kavramdı. Eğer yolculuğu sonsuza kadar sürecekse ölümsüz mü olacaktı? Ya da mezarlıklardan kovulan bir hayalet gibi gece yarısı otobüsünün esiri mi olacaktı? Henüz bu sorunun cevabını bilmiyordu. En son ihtimal ise bu kaçık adamın gideceği duraklarda kaderinin ona vereceği görevleri tamamlayacaktı.
Jack geleceğiyle ilgili önemli bir karar verme aşamasındayken, adam koridorun karşısındaki koltukta oturmuş Jack’in vereceği bu önemli kararı bekliyordu. Sonra yapması gereken önemli bir işi kaçırmış gibi telaşla göğüs cebinden çıkardığı antika bir saate baktı. ‘Artık vakit geldi Bay Micy’ dedi. Ayrıca, sonsuza kadar misafirimiz olmayı kabul ederseniz yolculuğunuzun kalan kısmhında sizi bir hayalete çevirmem gerekecek.’ Dedi.
Jack endişeyle adamın siyah gözlerine baktı. Son söylediği şeyi hayal bile etmek istemiyordu. Aslında içinden beni nasıl hayalete çevireceksin, diye sormak geçti ama bundan korktuğu için sormaya cesaret dahi edemedi.
‘Eğer isterseniz, yani hayalet olarak yolculuğa devam etmeyi, sizi hayalete dönüştürebilirim. Hayalet dostlarım var ve dönüştürme işinde gayet başarılılar.’ Diye ekledi.
Adam her konuştuğunda Jack’in aklına başka sorular geliyordu. Hayalet arkadaşın kim? Onu nereden tanıdın? Ama bu soruları da sormadı.
Jack biraz daha düşündükten sonra ‘Pekâlâ. Hadi başlayalım. Bu lanet otobüsten inmem lazım’ Dedi. İçinden ‘Umarım otobüse lanet dediğim için cezalandırılmam.’ Diye geçirdi.
Adam yerinden kalktı ve otobüsün şoför koltuğuna ilerlemeye başladı. Koltuğa oturduktan sonra yine dikiz aynasından Jack’a bakmaya başladı. ‘İlk durağımızın adı Kaybolmuş Ruhlar Durağı.’ Dedi ve ekledi biliyorum durağın ismi biraz tuhaf. Ama ineceğin durağın başka tuhaflıkları da olacak.
Sence tüm gece boyunca yaşadığım onca şeyden sonra
Bu dakikadan sonra tuhaf şeylerin beni çok etkilemeyecek diye düşünüyorum.
Adam yine o artarak devam eden kahkahasını attı ve ‘Haydi Ölüm’ dedikten sonra otobüsün gaz pedalına tüm gücüyle bastırdı. Otobüs bir anda müthiş derecede hızlandı. Jack elinde olmadan geriye doru itildi. Adeta çivilenmiş gibiydi. Başını otobüs camına taraf çevirmek için müthiş derecede zorlandı. Gördüğü şeylere hayranlıkla baktı. Işık topları birer çizgi gibi incelip yok oluyordu. Her şey bir spagetti gibi uzayıp yok oluyordu.
Sürücü ‘Haydi Yaşam’ diyerek otobüsün fren pedalına tüm gücüyle bastı. Jack algılayamadığı bir zaman sonra otobüsün normal hızına geri döndüğünü anladı. Bedenine tesir eden ağırlık yok oldu ve az önceki görüntüler yerini ağaçlara ve yeşilliğe bıraktı.
Adam, ilk durağımıza vardık dedi. Jack artık korkmadığını fark etti. Ama heyecanlanmadan edemiyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bu yaşadıkları ona heyecan dolu bir serüven hissi vermeye başlamıştı.
Otobüs gitgide yavaşlarken az ilerde paslanmış bir direğe asılmış metal bir levhada yazılı olan yazıyı okumaya başladı. ‘Kaybolmuş Ruhlar Durağı’
Tabela rüzgârın etkisiyle sallanıyor, gıcırdıyor adeta kendisini ziyarete gelen konuklarını karşılıyordu. Jack otobüsten inmek için yerinden kalktığında otobüsün sürücüsüyle göz göze geldi. İçinden burası nasıl bir yer acaba diye düşünüyordu.
Sürücü de yerinden kalktı ve kapıyı açmak için düğmeye doğru uzandı. Sanki onun sorusunu duymuş gibiydi. ‘Burası ölümün henüz ulaşmadığı bir yer.’ Jack bu tuhaf adamdan artık ne duysa normalmiş gibi dinliyordu. Bu nedenle herhangi bir tepki vermeden onu dinlemeye karar verdi. Adam otobüsün kapısını açmak için tuşa basınca içeriye yoğun bir toz bulutu doluştu.
Jack elinde olmadan bu tuhaf adamla konuşmak zorunda kaldı. ‘Sen de benimle gelecek misin?’
Adam otobüsün merdivenlerinden sırıtarak indi. ‘Hayır.’ Bu sizin kendi kaderiniz. Sürücüler bu kadere etki edemez.’ Dedi. Jack o an bir şeyi fark etmişti. Sürücü otobüsten inince normal biri gibi görünmeye başlamıştı.
5.0
100% (3)