6
Yorum
17
Beğeni
0,0
Puan
657
Okunma
Evdeki çıtırtılar artık bir yalnızlık senfonisine dönüşmüştü.
Bir cezve kahvenin taşmakla taşmamak arasındaki sabrı gibi bekliyordu Elfida…
Sırtında anaların kara yazmasından devraldığı gölgeler,
Yüzünde suskunlukla mühürlenmiş kader çizgileri vardı.
Ne bir çeyiz sandığı,
Ne bir duvak giydi o gece.
Sadece “olur” dendi usulca,
Ve kadınlığı,
Bir başka kadının yasıyla aynı sofraya oturmakla başladı.
Gelinliğini giyemeden girdi bir adamın koynuna,
O adam ki, daha önce başka bir yüreğin “bir tanesi” olmuştu.
Elfida ise, “ikinciliği” bile saygı görmeyen bir unvanla tanıştı: kuma.
Ayakkabılarının ucu toprağa dönüktü gidiş yolunda,
Çünkü toprağın altına gömülür gibiydi her adımı.
Göğsünde bir kırlangıç çırpınıyordu, kaçmak istercesine,
Ama kaçmak, o köyde kadına yakışmazdı.
Ona yakışan, susmak…
Boyun eğmek…
Ve bir ömrü, sevginin kırıntısıyla idare etmekti.
Kıtlık varsa, ilk ona düşerdi…
Sevgi kıtlığı, şefkat kıtlığı, umut kıtlığı…
Ve en çok da insan yerine konma kıtlığı…
Elfida, bir sofraya iki kadın oturtulduğunda,
Hangisinin gözünün içine bakacağını bilemeyen çocukların iç sızısıdır.
Elfida, ilk kadının saçındaki beyazdır…
İkinci kadının ellerindeki utançtır…
Ve adamın gözlerindeki rahatlıktır!
...
Köyün sonunda, yamaca yaslanmış bir ev vardı.
Ne yeni, ne de yıkık.
Tıpkı Elfida’nın hali gibi: ayakta ama içi çökmüş.
Kaynana kapının eşiğinde, gözlerinde ölçer gibi bir bakış:
“Buna da mı kıyafet alacağız şimdi?”
Oysa Elfida’nın getirdiği çeyiz, bir bohçaya bile sığmıştı.
Bir baba hıçkırığını sarmıştı o bohçaya…
Bir anne helallik verirken dilini ısırmıştı.
Birinci kadının odası güneşe bakardı,
Elfida’ya düşen, evin kuzeye bakan, soğuk yüzüydü.
Sevgi gölgede kalmıştı,
İlgi yarım,
Bakışlar buz gibi.
Adam, iki ev arasında postacı gibi gidip gelirken,
Elfida her kapı aralığında kendini gereksiz hissediyordu.
Sanki fazlalıktı, sanki bir sehpanın üstündeki toz gibi…
Herkes vardı,
Bir o yoktu.
Bir odada sesi vardı ama yerleşmemişti hiçbir yüreğe.
Kumalık, sadece aynı adamı paylaşmak değildi,
Bir kadının kendini, kendi olmaktan vazgeçişiydi.
Bir eşya gibi durmaktı bazen,
Bir bakış beklemekti,
Bir el değsin diye dualar etmekti.
Ama en çok da, kendi içine gömülmekti.
Komşu kadınlar fısıldaşırdı:
“Görüyor musun, gençmiş ama ne gerek vardı ikinciye?”
Köyün delikanlıları, Elfida’yı bakışla yargılar,
Kadınlar ise sessizce dışlardı.
Çünkü kuma olmak, bir kadının gözünden başka bir kadına bıçak gibi saplanırdı.
Elfida’nın en sevdiği şey, geceleri dua etmekti.
"Ben Elfida’yım..."
Künyeme yazmadılar, ama içime kazındı: ikinci kadın.
Adım bile eksik anılır bazen,
birinci kadının gölgesi geçmesin diye üzerimden...
Oysa ben, aynı evin odasında farklı bir mevsimim.
O sofra kurulurken tabağını beklemeyen,
çocuklar ’anne’ deyince içinden titreyen
ama ses etmeyenim.
Ben Elfida’yım...
Gözyaşını yere değil, içine dökenim.
Bir çorap kadar yalnızım,
çiftini kaybetmiş bir terlik gibiyim evin içinde.
Herkes var, ama kimse yok bana.
Ben Elfida’yım...
İsmi unutulan ama duygusu asla eksilmeyen kadınım.
Ve eğer bu yazıyı okuyan bir kadınsan;
şunu bil:
Biz bazen aynı adama değil,
aynı hayale âşık olduk da çarpıştık.
O hayal büyüsün diye sustuk.
Biz suskunluğumuzla bile sevdik,
ama en çok kendimizi unuttuk.
Kuma demek kolay,
ama yaşamak…
Bir evin gölgesinde, bir kadının sessizliğinde
yutkunarak var olmak demek.
Ben bir erkeği değil, bir kaderi paylaştım.
Sevgiye umutla dokundum,
ama birinci kadının gözleri her defasında
beni hatırlattı kendine.
Ben sofraya en son oturdum,
çay hep en ılıkken bana geldi,
çocuklar "abla" dedi önce, sonra hiçbir şey.
Ben Elfida’yım...
Bir yuvaya sığınan ama hiç yuvası olmayanım.
Suskunluğumdan incelik damladı,
gözlerimden kırgınlık...
Ve kalbim?
O hâlâ sevmeyi unutmayan bir liman.
Kuma dediler, ama ben:
İçinde onurla, sabırla, vicdanla yürüyen bir kadınım.
Ve bu ülkede ne yazık ki
en çok da kadın, kadına kuma...
“Ben Elfida’yım…”
Adımı kimse tam söyleyemez ama hikâyemi herkes tanır.
Bir erkeğin gölgesine, bir kadının suskunluğuna sığdırıldım.
Kuma dediler… Sanki ben istemişim gibi.
Oysa ben sadece sevilmek istemiştim.
Yuvaya değil, yıkıntıya geldim.
Ama dimdik durdum.
Bir lokma ekmeği bölüştüm, bir yudum sevdayı bekledim.
Çocukların bana bakışından utancı topladım.
Ama ne kin kustum, ne gözyaşımı gösterdim.
Ben Elfida’yım.
Kaderin bile iki kere düşündüğü kadınım.
Kuma değil,
onurlu bir sabrın adı oldum.
...
Elfida’nın Mektubu
Sevgili,
Bu satırlar belki de senin okuduğun son kelimeler olacak. Ve belki de senin için bu cümlelerin hiçbir önemi yok. Ama ben, bu yazdıklarımı yüreğimin en derin köşesinde biriktirdiğim her duyguya, her hayale, her kırıklığa, her acıya karşılık olarak yazıyorum. Benim için, belki de bu, son seslenişim olacak.
Seninle her anıma dair, gözlerimin önünde bir film gibi geçmişi izlerken, hiçbir şeyin gerçek olmadığına inandım. Yani, bu dünyada kimse kimseyi gerçekten sevemez, dedim. Ama seni severken, kendi içimde bulduğum bu derin boşluğu ilk defa hissettim. Kimseyi bu kadar sevdim, ama kimseye bu kadar hüsrana uğramadım.
Belki de mesele tam burada başlıyor. Sevgili, seninle olan her şeyin gerçek olduğuna inanarak başladım. Yüreğim, her adımında sana doğru attım. Ama gel gör ki, senin elinden bir bir kayıp gittikçe, ben de her gün biraz daha eksildim.
Ne zaman seni sevsem, yüreğimin içindeki en değerli parçaları sana sundum. Ne zaman seninle bir adım atsak, geride bırakmak zorunda kaldım o güzellikleri, senin “bana yetebilecek her şeyin” ardında kaybolarak. Beni anla… Sevdikçe, hep kendimden bir parça daha kaybettim.
İşte sevgili,, şimdi bitti. Burada, sözlerimle yok olan bir kadının hikayesini yazıyorum. Bütün duygularım, bütün umutlarım sanki ölüme terk edilmiş gibi. Ama belki de ölmeye değil, gerçekten yaşamaya karar veriyorum. Hızla, bir kurtuluşun uykusuz gecelerinde, sadece kendi kendime sorarak bu yazıyı tamamlıyorum.
Biliyorum, sen bu satırları okurken belki de biraz daha hüzünleneceksin, belki de sadece bir gülümseme bırakacak. Ama bir şeyin farkındasın: Bu mektup, yaşadıklarımızın, zaman içinde eriyen umutların ve o en derin korkularımın olduğu bir son. Biliyorum, ben senin hayatına girerken, her şeyin tadı daha farklıydı. Ama seninle birlikte büyüyen bu acı, zamanla içimi o kadar yavaşça sardı ki, sonunda ne olduğunu bile fark edemedim.
Sevgi, hayatta beni en çok iyileştiren şey oldu. Ama sevgilim, yaşarken biraz daha farklı bir anlam taşırdı. Ve ben de bu satırları sana yazarken, bir kadının ölümünden değil, gerçek bir hayatın sona ermesinden bahsediyorum.
Bundan sonra bir başka yolculuğa çıkıyorum, içinde ben var olmayan bir dünyaya.
Ve şimdi, sonunda bu mektubu yazıyorum… Her harfi, her kelimesi, her cümlesi, tüm kalbimle döküldü. Çünkü ben, yalnızca seni sevmedim, aynı zamanda seni sevmenin ne demek olduğunu da öğrendim. Ama sevgili, en acısı şu: Ne zaman seni sevsem, kendimi daha da kaybettim. Ve seninle, en son, kaybolan ben oldum.
Uzaklaşırken, bir kadının içindeki en derin boşluğu dolduracak kelimeler bulamıyorum. Ama belki de, seninle olmasaydım, ben kimseye mektup yazmayacak kadar kaybolmazdım. Bugün, belki de hayatımda ilk defa bir kapı aralamak istiyorum. Ama o kapı, seni içimden çekip atmayı gerektiriyor. Çünkü ben, her defasında seni sevdikçe, içimdeki bir parçamı daha kaybettim.
Belki de bu yazdıklarım, bu dünyadan son bir selamımdır sana. Belki de ben, benden sonra geriye sadece bu mektubu bırakmış bir izci olacağım. Ama ne olur, benden bir şeyler hatırla. Sevdanın ne kadar acı olduğunun bir hatırası olarak, hatırla.
Her ne olursa olsun, umarım sen, kendi yolculuğunda başka bir kadına bu kadar zarar vermezsin. Çünkü sevgili, sevmek acı verir. Ama o acı, öylesine derin ki, insanın ruhunu sarar, zamanla yok eder. Sonra geriye sadece bu mektup kalır.
İyi ol, sevgili. Benim için artık hiç bir şeyin önemi yok.
İyi ol.
Ve hoşça kal.
Elfida.
Peri Feride ÖZBİLGE
20.04.2025