3
Yorum
12
Beğeni
0,0
Puan
263
Okunma
...
Azalmanın huzurunda, daha fazlasına değil de "hiç"e doğru adım atmak... Hayat bazen bize, o tanıdık ama bir o kadar da yabancı olan bir kelimeyi, "kanaat"ı fısıldar. Azla yetinmek, daha fazlasını istememek bir nevi içsel bir özgürleşme, ama aynı zamanda "hiç"i içinde barındıran bir esaretin adı gibi. Evet, azalmak bir yücelişin, bir olgunlaşmanın simgesi olabilir. Ancak bunun yanında, "hiç"e duyulan derin özlem, kalbin en karanlık köşelerine sızan bir melodi gibi çalınır. Azla yetinmeye karar veren ruh, kimi zaman geriye bakmak zorunda kalır; "bunu daha fazla hak edebilirdim" derken, içinde "hiç"in yansıması kaybolur.
"Hiç"e revâ görülen, dünyayı yeniden şekillendirir. O hiç, bir zamanlar gönüllerde var olan umutların yavaşça silinmesidir. Bir çiçek gibi solan, bir hayalin ardında kaybolan bir izdir. Kanaat etmek, insanın içindeki en derin duygulara dokunur. O duygular, köklerinden sökülüp atılsa da, bir zamanlar hayatta yer tutan o hislerin hiçleşmesi kaçınılmazdır. Bu, bir tür kabulleniş mi yoksa bir tükenmişlik mi? Belki de, "hiç"i kabul ederek bir varoluşun yeniden doğuşu…
Ve işte, "hiç"i içine almış bu düzenin içinde, büyüyen o sessizlik… Kanaat, her bir adımda, "daha fazlasına" olan suskun isteği boğar. Ama acaba "hiç"i içine almak, gerçekten de arzu edilen bir şey midir? Kanaat ederken, "hiç"i bizlere bir ödül gibi sunan sistem, özgürlüğün acımasız kollarına sarılır. Azla yetinmek, belki de daha önce hiç fark etmediğimiz büyük bir anlamın en sade halidir. Ancak, "hiç"i bu kadar derinden içine alan bir insan, ister istemez yavaşça kendi sınırlarını daraltır, gökyüzüne olan hayalini göremeyecek kadar küçük bir odada sıkışıp kalır.
Ve bizler, "hiç"e doğru adım atarken, bazen görmek isteriz ki, yeryüzü bizlere çok şey verirken, aslında bizler kendi "hiç"imizi ararız. O "hiç", tüm evrenin içinde var olan bir kayboluştur; varoluşla yokluk arasındaki o ince çizgide, düşleyişin soğuk ve rüzgarlı kanatlarında savrulmuş bir özgürlük.
Hayat, bazen azla yetinmek ve "hiç" ile barış yapmak zorunda bırakır insanı. Ama unutmayalım ki, her "hiç" içindeki "sonsuz"u barındırır. Gerçek zenginlik, dışsal olanla değil, içsel dünyamızla ölçülür. Kendi içimizdeki huzuru bulmak, dış dünyadan bağımsız olarak varlıkla barış yapmak, hayatta her zaman daha fazlasını aramaktan daha değerli bir kazanım olabilir.
Sonuçta, her şeye rağmen hayatta en değerli olan şey; ne kadar çok şeye sahip olduğumuz değil, var olanla ne kadar barış içinde olduğumuzdur.
Peri Feride ÖZBİLGE
17.04.2025