6
Yorum
28
Beğeni
5,0
Puan
244
Okunma
Kentin kenar mahallelerinden birinde, sabahın erken saatlerinde fabrikaların gölgesi uzamıştı. Soğuk rüzgar, duvarlardan yansıyan ağır buğday kokusuyla birleşip yüzlere çarptığında, her şeyin biraz daha yaşanmaz hale geldiği hissi oluşuyordu. Seyfettin, sabah karanlığında her zamanki gibi işe gitmek için evinden çıkarken, kendini bilmediği bir boşluğa düşmek üzereymiş gibi hissediyordu. Hava, taze bir başlangıcın habercisi olmaktan çok, sonun yakın olduğunu fısıldar gibiydi.
Yanında yürüyen Ayşe’nin gözleri, her zaman olduğu gibi, bir yere odaklanmamıştı. Gözlerinin derinliklerinde kaybolmuş bir umudu, henüz tam çözülememiş bir soruyu, belki de sabahları yaşanan monotonluğu taşır gibiydi. Fabrikaya yaklaşırlarken, önlerindeki kalabalık, sesini bir türlü bulamayan bir yığın gibiydi. Herkes, kimseye bakmadan, sadece bir adım öndeki kişiyi izliyor ve öylece yürüyordu.
İçeri girdiğinde, makinelerin sesleri insanın ruhunu sıkar gibi yankı yapıyordu. Bu sesler, yalnızca metalin çığlığı değil, yılların yorgunluğunun da yankısıydı. Ahmet usta, her zamanki gibi tezgâhına yerleşmişti. Parmakları, yıllarca aynı işi yapmaktan ritmik bir şekilde hareket ediyordu, ama gözlerinde bir fark vardı. O gün, önceki günlerden bir farkı vardı. Sabırlı, ama bir o kadar da sessiz bir kızgınlık vardı içinde.
Ayşe, iplik bobinlerini dizmeye başladı. Ellerinin hızına, zamanın nasıl geçtiğini, neyi beklediğini sormak, o an için bir lüks olurdu. Zeynep yanına yaklaşırken, gözleri, Ayşe’nin titreyen ellerine kaydı. “Bugün de mi aynı?” dedi, ama sesi, yankılanan makinelerin gürültüsünde kayboldu.
Mehmet usta, cebinden bir gazete çıkarıp bir köşe okudu. "Yeni işçi hakları düzenlemesiymiş," dedi, ama bu cümle, sabahın soğukluğunda bir umut kırıntısı olmaktan öteye geçemedi. Gözleri, Zeynep’in ve Hüseyin’in gözlerinde bir anlam arıyordu. Herkes birbirine bakarak, o eski gülümsediği gibi, yine aynı duvara çarpacaklarını biliyorlardı. “Olur mu sence?” diye sordu Zeynep. Mehmet usta bir an sustu, gözlerini tavanda asılı beyaz floresan ışığından ayırmadan. “Olur, olur belki de… Ama biz buradayız,” dedi.
Öğle paydosunda, herkes bahçede toplandı. Kısa bir an, öylesine, neşeli olabilseler de, bir suskunluk herkesin içinde büyüyordu. İbrahim, cebinden bir sigara çıkarıp yakarken, bir yanıt beklemeden başını salladı. "Fabrikadan başka bir yer var mı ki?" dedi. Bu sıradan bir soru değildi, içinde bir sonrasının kaybolmuşluğuna dair bir işaret vardı. Bir gün, fabrikaya bağlı bir hayatın anlamı değişmeyecek gibiydi.
Akşam saatlerinde, fabrikadan çıkan insanların yüzlerinde aynı yorgunluk, aynı tükenmişlik vardı. Duvardan dev bir gölge gibi, kent de onları içine çekmeye başlamıştı. Mehmet usta, başını önüne eğip, Ayşe’ye döndü. “Yine burada olacağız değil mi, Ayşe?” diye sordu, sesi, uzun bir günün sonunda usulca kayboluyordu. Ayşe, biraz düşünerek, “Evet, başka ne yapacağız?” dedi.
Bu küçük diyalog, sanki yeryüzündeki her çabayı özetler gibiydi. Hayatta kalmak, mücadele etmek ve en önemlisi, yaşamın o delicesine giden temposuna ayak uydurabilmek. Yavaşça yürürken, birbirlerine sıkıca sarıldılar. Fabrika duvarları, onları her zaman içine alacak gibiydi, ama bugün de, yarın da, birlikte oldukları sürece belki de her şey daha farklı olacaktı.
Turgay Kurtuluş
5.0
100% (9)