1
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
375
Okunma

Sabahın erken saatleri, Güneş henüz Fırat Nehri’nin üzerinde parlamaya başlamamışken, Ayşe Nazlı, Karkamış Lisesi’ne doğru yürümekteydi. Yolda her adımında, kendi küçüklüğünden bu yana yaşadığı hayat ve o hayatın zorlukları, gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Karkamış, Gaziantep’in en küçük ilçelerinden biri olabilir, ama onun gözünde burası ona dünyanın merkeziydi.
Bu topraklar, tarihin derin izlerini taşıyor, Fırat Nehri’nin öte yakasındaki hayatla burada büyüyenler arasında görünmeyen bir bağ kuruyordu.
Ayşe Nazlı, 10. sınıf öğrencisiydi. Okul fiziksel eksikliklerine rağmen yenide olsa da aşınmış bir ruhsal yapısının varlığı ile eğitime öylece devam etmekte burada aslolan okulun fiziki yapısından çok oradaki çocukları yarınlara taşıyacak olanlar o okulun öğretmenleriydi. Öğretmen kadrosunun büyük kısmı ya yeni atanmıştı ya da ücretliydi. Karkamış’ın eskilerden devam eden bir sorunu vardır ki oda öğretmen eksikliğidir kimi zaman sınıflarda bir dönem kaç öğretmenle tamamlanır pek belli olmaz branş öğretmeni eskiden beri devam eden bir eksiklik belkide hala devam ediyordur kim bilir Bugün de öğretmen gelmedi, diye düşündükleri çok olan bir yerde Ayşe, kahvaltısını hızlıca bitirirken, hemen hemen her gün bu şekildeydi hayat. Bu, Karkamış ta ki öğrencilerin neredeyse sürekli yaşadığı sıradan bir durumdu artık. Eğitimdeki eşitsizlik, okulun fiziki yapısından değil, öncelikli olarak öğretmen kadrosunun yetersizliğinden kaynaklanıyordu. Ayşe Nazlı gibi öğrenciler, bu zorluklarla mücadele etmeyi çoktan öğrenmişlerdi.
Günün sonunda, polis haftasına yönelik yazdığı kompozisyonun, Gaziantep genelindeki yarışmada ikinci ilçeler arasında birinci olacağını duyduğunda, içinde bir boşluk hissetti. Kazandığı ödül, ona başka bir dünyadan gelen bir onurdu, ama aynı zamanda hep düşündüğü soruyu da gündeme getiriyordu: "Bu ödül gerçekten neyi değiştiriyor?" Gözlerinde bir sevinç vardı ama kalbinde biraz da kırgınlık. Burada, Karkamış’ta, sadece kendi çabasıyla, azimle ve elindeki sınırlı imkanlarla bir ödül kazanmıştı. Ancak bu ödül, ülkedeki diğer şehirlerde, çok daha iyi şartlarda eğitim gören bir öğrencinin kazandığı ödülle aynı değeri taşır mıydı? Bir yanda en iyi okullarda, en tecrübeli öğretmenlerden ders alan öğrenciler varken, diğer yanda eksik kadro, sınırsız sorumluluklar ve hayal kırıklıklarıyla yüzleşmek zorunda kalan öğrenciler vardı.
Ayşe Nazlı, kompozisyon yazarken Suriye sınırına yakın olan bu toprakları, çok daha derinlemesine düşünmüştü. "Polis Haftası," sadece bir hafta değildi. Polis, toplumda güveni sağlayan bir figürdü ama onun gözünde, polisliği temsil eden şey sadece üniforma değildi. Polis, zorluklarla mücadele eden, fedakarlık yapan, yaşadığı topraklara duyduğu sevgiyi hissettiren, her gün bir mücadeleye çıkan, az ama öz insanlardı. O da, bu toplumun bir parçasıydı; ancak farklı bir savaşta, farklı bir mücadeleydi. Birincilik, sadece birkaç satırlık yazıya sığacak kadar basit değildi. O, her gün yüzleştiği yoksullukla, okuldaki eksik derslerle, toplumun ona sunduğu sınırlı imkanlarla verdiği savaşı simgeliyordu.
Karkamış’tan bir öğrencinin kazandığı ödül, hiçbir zaman sıradan bir ödül olmayacaktı. Çünkü bu, her gün birkaç adım daha fazlasını öğrenmeye çalışan, eksik eğitimle yol almayı sürdüren ve nihayetinde azmiyle zafere ulaşan bir öğrencinin zaferiydi. Ayşe Nazlı, ödülünü alırken bir kez daha bu topraklarda büyüyen bir çocuğun, imkansızlıklar içinde bile başarıyı nasıl kucakladığını hissetti. Fakat, kazanmış olduğu bu başarı, burada yaşayan bir çok Ayşe Nazlı’nın duygusal yükünü, ülke genelindeki eşitsizliği ve eğitimdeki büyük farkları ne kadar değiştirebilirdi? Bunu bilmek kolay değildi.
Okulda ödül almasının ardından, bir an durdu ve başını eğdi. Bir süre düşündü. "İçinde bulunduğum bu koşullarda, benim kazandığım bir ödül, başka bir şehirde okuyan birinin ödülüyle kıyaslanamaz. Benim mücadelem, bizim mücadelemiz, her adımda daha da güçlendi. Ama acaba kazandığım bu ödüller, geleceğimi ne kadar değiştirecek?" diye sordu kendine.
Ayşe Nazlı’nın başarısı, sadece ödüllerle ölçülmeyecek kadar büyüktü. Gerçek başarı, burada, Karkamış’ın kuru soğuğunda, yakıcı güneşin altında, en basit şartlarla, ama en derin inançla kazanılıyordu. Fakat ona ne kadar ödül verilirse verilsin, bu başarı ne kadar kıymetli olursa olsun, hala yapılması gereken çok şey vardı. Eğitimde eşitlik, fırsat eşitliği, bu ödülün ardındaki o gerçek başarıyı sizce daha ne kadar taçlandırabilirdi bir düşünün...
*
Mehmet Demir
10425