0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
268
Okunma
Ben sıradan bir adamım. Hem uzunum hem kısa. Hem sessizim hem huzursuz. Tek bedende iki tane, iki ayrı gezegende tek parçayım. Belki de bu yüzden tanrının sevmediği lanetli kulu diye anar beni akrabalarım. Tanrıyla aramda hiçbir şey yok. Ona minnet duymuyorum. Babamın başını döndürüp annemin kasıklarından rahmine düşerken de günahsızdım, bugün bu hiçliği sürerken de...
Gece uyumadan önce dua etmiyorum. Kutsal günler dışında kalan tüm diğer günlerde, ihtiyacı olan insanlara yardım ediyor, sokak hayvanlarını besliyor, zaman bulursam yaşadığım sokağı temizliyorum.
Mucizelere asla inanmıyorum. Altında ismimin olduğu herhangi bir başarı yok. Zavallı da sayılmam. Birkaç kitap okuyacak kadar yaşadım. Çocukluğumun geçtiği şehirde doğmuş ve yaşamış bir anne babanın çocuğuyum. Ailemi tam 20 yaşımda kaybettim. Aslında babam ölüydü zaten, ama anıları bir buçuk ay kadar kaldı zihnimde. Az sonra onları da bırakacağım toprağın koynuna.
*
Hayattan hiçbir beklentimin kalmadığı, kalbimin bedenime ağır geldiği bir vakitti. Bir sabah, evimizin kapa saba örümcek ağı tutmuş eski kapısının tokmağı çalındı.” tok tok!”
Üzerinde, topuklarına kadar uzanan kara bir pelerin, kucağında sıkı sıkıya tuttuğu bir yığın şekilsiz biçimsiz defterler, pelerininin altındaki mavi gözlerine düşen uzun ak saçlarıyla, iki gözünden biri yere bakarken, iki ayağından biri mezarda adamcağızın biri.
”Ne istiyorsun ihtiyar. Ne buğdayım var ne de yağım.”
”hiç mi bir şeyin yok?”
”Hayır yok! Başka kapıya.”
”O halde bir bardak soğuk suyun da mı yok?”
”Bekle burda!”
Geri döndüğümde yaşlı herif gitmişti. Kapıyı kapatmak için ittirdiğimde, kapının kapanmasına engel olan cisime çarptı gözüm, eğilip aldım. Küçük bir kese. İçinde iki küçük fasülye. Mutfakta masanın üzerine bıraktım. Günlerce, mutfağa her girdiğimde, masadan tezgâha, tezgâhtan çaydanlığın yanına, ordan oraya attım durdum o keseyi. Bir gün su içerken, pencerenin önüne indirdiğim kese, gözüme takıldı. Bardağımı masaya bırakıp keseyi açtım. İçinde birkaç tane kuru fasülye vardı. Birini çıkarıp elimde evirip çevirdikten sonra, bardağımın altında kalmış iki yudum suyun içine attım ve evden çıkıp gittim.
Kırk olacağım. Tam kırk!
Akşam eve döndüğümde dışarıdan evin ışıklarını açık gördüm. Kapıya yaklaştıkça içeriden mis gibi haşlanmış et ve çamaşır suyu kokusu aldım. Aceleyle elimi cebime atıp anahtarlarımı ararken kapı açılıverdi. Annem!
”Oğlum. Nerde kaldın? Merak etmeye başlamıştım.”
Donakaldım. Uyuyorum dedim. Rüya görüyorum ve birazdan uyanacağım.
Eve girdim. Ev ışıl ışıl parlıyor, mis gibi yemek kokuyor. Camlar, kırmızıya çalan mermer döşemeler silinmiş ışıl ışıl parlıyor, yere halılar serilmiş, pencereye perdeler asılmış, mutfak masasına papatya desenli bir masa örtüsü bile örtülmüştü.
Masanın üzerinde, saksılarına tıka basa toprak doldurulmuş, beyaz gül fideleri yeni sulanmıştı, belliydi. Mis gibi toprak kokuyordu içeri doğru adımladıkça. Annem öyle akça pakça. Öyle mis gibi bir kokuyla, bembeyaz gömleğinin içinde öyle güzel bir tebessümle...
”Ellerini yıka da yemeğe geçelim,” dedi.
Nasıl olur!
Gece üzerimi örttü annem. Alnımdan öpüp, lambayı söndürdü, gürültülü bir şekilde kapısını kapattı odamın.
Hiçbir şey soramadım. Hiçbir şey konuşamadım. Hiçbir şey yapamadım. Daracık ve sert yatağımın sertliğini hissedince gözlerimi yumdum sıkı sıkı. Nasıl olsa uyanacaktım bu uykudan.
Sabah, çay, kızarmış ekmek kokusuyla uyandım. Hala evdeydi. Ben hala mı uyuyordum? Uyumuş muydum ki hiç? Komaya girmiş olabilir miydim? Dünümü düşündüm. Uyandım. Evden çıktım. Göğe bakarak bir şişe şarap içtim. Bir ara kalbime iğneler saplanmış gibi kıvranmıştım, kalbim acımıştı. Eve döndüm. Yolda hiçbir çukura düşmedim. Araba çarpmadı. Biraz kalbim acımıştı ama sadece eve dönmüştüm.
Kapının tokmağı çaldı. Tertemiz koridordan geçip yağsız kalmış vidalarından gıcırdayan kapıyı açtım. Yaşlı bir adam.
“Buyur ihtiyar?”
”Tanrı aşkına, bardak su verir misin evladım?”
”Bekle burada!”
Mutfaktan bir bardak su alıp kapıya döndüm.
ihtiyar, bardağı uzattığım kolumdan tutup kendisine çekti beni.
”Diğeri de baban.”
”Nasıl?”
”Diğeri diyorum… Baban!”
Kapının eşiğinde dururken arkamı dönüp, mutfakta şarkı söyleyen annemi aradım gözlerimle.
”Sen, ne, nasıl...”
İhtiyar yok olmuştu. Elimde boş su bardağıyla, eşikten dışarı birkaç adım atıp, sağa sola bakındım. Kimseyi göremedim. Bardağı, bir yanı çatlamış, bir köşesi yıkılmış bahçe duvarının üzerine bırakmış, iki elimle başımı tutarken buldum kendimi dakikalar sonra.
Eve girdikten sonra aceleyle mutfağa koştum. Masanın üzerindeki bardağı alıp lavaboya döktüm içinde fasülye olan iki yudum suyu.
Uyandım. Yatağımdayım. Başım dönüyor, vücudumda sersem bir halsizlik duyuyordum. Ağzım dilim kurumuş, üzerimdeki beyaz pijamalarım vücudumu sıktıkça sıkıyordu.
Usulca yatağımdan kalktım. Mutfağa indim. Bardağıma suyu doldururken hala gördüğüm kâbusun etkisindeydim. Göğüs kafesimde, kendime tarif edemediğim bir hüzünle suyu kafama diktim. Birkaç yudum sonra pencerenin önünde duran küçük keseye takıldı gözüm. Öksürmeye başladım. Ağzımdaki suyu etrafa püskürtüp bir hışım keseyi aldım ve içindekini avucuma bıraktım.
Fasülye!
Çıldıracak gibiydim ama bu kez sakin kalmaya çalıştım. Başta ne yapacağımı anlayamadım. Dakikalarca düşündüm. Sonra çözdüm. Sevmiştim bu macerayı ve biliyordum kontrol tamamen bendeydi. Hadi bakalım deyip avucumun içindeki ikinci fasülyeyi de bardağımın içine atıp masaya bıraktım ve uyumak için yatağıma gittim.
“Ne olursa olsun kontrol bende, yöneten benim!”
Yatak sırtımı ağrıtıyordu, bu yüzden uykuya dalmam biraz uzun sürdü. Uyudum mu bilmem. Uyumuşum gibi bir şey oldu.
…
Ne kadar sonra bilmiyorum, kapıma atılan omuzla uyandım.
“Kalk ulan puşt! Saat öğlen oldu. Zaten bir bok yaptığın, bir işe yaradığın yok, çık iş ara it! Ben mi doyuracağım aç karnını!?”
“Yapma Selami, kurbanın olayım,” diyerek annem girdi ardından.
”Noluyor lan!” diye fırladım yataktan.
Daha soluk almaya kalmadan, ağzımın üzerinde babamın iri yumruğunun, taş gibi sert kemiklerini hissettim. Ağzımın içinde sıcacık kadifemsi bir his oluştu. Sendeledikten sonra gözüm, atletiyle karşımda duran sırtı kıllı babamın arkasındaki boy aynasına çarptı. Ağzımı kanatmıştı it oğlu!
Söylene söylene çıktı odamdan. Merdivenleri inerken küfürün bini bir para dilinde.
Annem yerde duran tişörtümü alıp ağzımı siliyor, daracık pijamalarımı çekiştiriyordu elleri zangır zangır titreyerek.
Ben mi? Donakaldım. Ne yaşıyorum, niye yaşıyorum anlamadım. Ama bu rüya benimdi ve nasıl gelişmesini istersem öyle olacaktı.
Şimdi inecektim aşağı ve babamı küçük bir hamam böceğine dönüştürecek, ana bacı küfredecek, sonra onu kendisi kadar iğrenç bir yatağa sırt üstü bağlayacak, bir dev gibi üzerine çıkıp topuğumla ezecektim.
Yüzümü yıkadım. Traşımı oldum. Beyaz gömleğimi pijamalarımın üzerine giydim. En sevdiğim parfümümü sıkıp ellerim ten rengi keten pantolonumun cebinde, ıslık çala çala merdivenlerden aheste aheste alt kata indim. Mutfakta homurdanmaya devam eden babama yürüdüm. Masanın başında sırtı bana dönük oturuyordu. Elimi açabildiğim kadar büyük açıp, ensesine atabileceğim en büyük tokatı patlattım.
“Lan it! Baba mı sanıyorsun sen kendini. Senin dinini kitabını...” demeden üstüme saldırdı.
Evde bir kıyamet kopuyordu.
Ama neden? Hani benimdi bu rüya? Neden dönüştüremiyordum? “Hadi böcek olmanı istiyorum,” dedim içimden. Gözümü sıkı sıkı yumup, tekrar açıyorum ama karşımdaki adam hala kıllı babam.
Masadan ekmek bıçağını aldı babam. Annem aramıza girdi.
”Yapma Bey, kulun kölen olayım yapma! Çocuk hasta, ne dediğini bilmiyor.”
”Çık önümden kaltak! Seni de deşerim!”
Beynime yürüyen kan durdu. Nefesimin daraldığını hissettim. Annemin bi eli babamın bıçak tutan kolunda, diğer eli babamla benim aramda sallanıp duran masada.
Önce annem düştü. Ayağı takıldı ya da babamın kıllı kaslarına daha fazla yetmedi gücü diye düşünmüştüm. Sonra ben, annemin üstüne devrildim. Babamın iri cüssesini üzerimde hissedince bir kuş gibi hafifledim. Ayağa kalktım. Gözüm masada, sallandıkça çalkalanan bardağa çarptı. Can havliyle ileri atılıp bardağı aldığım gibi “sıçarım böyle rüyaya!” deyip lavaboya fırlattım.
Sessizlik.
Çıt yok.
Uyandım kıpırdayamadım.
Bir koku. Şimdiki gibi. Ama ilk. Ama taze.
O kadar güzel ki!
Mis gibi yağmur, toprak, çimen kokusu.
Bugün 40’ımın çıktığı gün.
Çocukken öğretmenimin, evde yetiştirelim diye verdiği fasülyeleri babamın öfkesine, boş iş yaptığım düşüncesine kaptırmıştım hep. Tıpkı son fasülyemi de kaptırdığım gibi. Şimdi de tüm anılarım kucağımda, buradayım. Kurtuldum.
Burada tanrının insanı sorguyla çektiğini söylüyorlar. Yalan! Benim onunla hiçbir alacak vereceğim olmadı. Sanırım o da bu yüzden beni sorguya çekmedi. Şimdi deli gibi uykum var. Annem, hemen yanıbaşımda. Huzurla uyur artık. Müebbetten ötesi paklamaz çünkü babamı.
Biri duysa ya sesimi. Bir fasülye dikse toprağıma. Bir anneme, bir bana. Birer küçük fasülye olarak dönerdik belki dünyaya. Belki cezaevi yemeği olur, birilerinin boğazında kalırdık doyurmaya doyurmaya.
5.0
100% (1)