0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
97
Okunma
Bölüm 5: Büyük An: Fırlatma
Ekim 2072’nin serin bir gecesiydi. Virginia’nın dışındaki terk edilmiş sanayi bölgesinde, Sanjay’ın ekibinin gizlice kurduğu fırlatma rampası, paslı depoların gölgesinde yükseliyordu. Horizon-X, küçük ama zarif bir sondaydı; ince gövdesi, Mira’nın tasarladığı hassas alıcılarla donatılmıştı. Alan, rampanın yanında durmuş, ellerini ceplerine sokmuş, gökyüzüne bakıyordu. Yıldızlar, bulutsuz bir gecede parlıyordu; ama onun gözleri, Oort Bulutu’nun görünmez sınırlarına kilitlenmişti.
Mira, kontrol panelinin başında, ekiple birlikte son ayarlamaları yapıyordu. Depoda toplanan küçük ekip ile Sanjay, birkaç genç mühendis ve bir avuç gönüllü sessiz bir heyecan içindeydi. Resmi bir NASA lansmanı değildi bu; hiçbir televizyon yayını, hiçbir alkış yoktu. Ama Alan için, bu an her şeydi.
“Fırlatma için hazırız,” dedi Mira, sesinde bir titreme ama aynı zamanda kararlılık vardı. Alan’a döndü. “Doktor, son söz sizde.”
Alan derin bir nefes aldı. “Başlatın,” dedi basitçe. Sonra içinden ekledi: “Babam için.”
Mira düğmeye bastı. Bir an için sessizlik oldu, sonra rampadan bir alev yükseldi. Virginia’daki gizli depodan Horizon-X gökyüzüne yükseldi. Küçük bir ışık noktası, karanlıkta kaybolana dek izlediler.
Xenon gazıyla çalışan Hall etkisi iticileri, sondayı Voyager’lardan çok daha hızlı bir şekilde Oort Bulutu’na doğru taşıyacaktı. Alan, hesaplamalarına göre, 10 yılda Oort Bulutu’na %17 mesafe katetmenin—yaklaşık 185 AU—yeterli olacağını düşünüyordu. “Tam varış değil,” demişti ekibe, “sadece yaklaşma. Sinyal kesilmesi orada başlıyor.”
Fırlatma başarılıydı. Horizon-X, karanlıkta kaybolduktan sonra, Alan ve Mira depoda birbirine baktı. Ekip dağıldı, ama ikisi kaldı. Alan, Mira’ya döndü, elleri ceplerinde, biraz gergin. “Mira,” dedi, sesi alışılmadık bir yumuşaklıkla, “bu gece… yani, bunu başardık. Ve ben… şey, seninle bir şey konuşmak istiyorum.”
Mira kaşlarını kaldırdı, elindeki tableti masaya bıraktı. “Ne konuşmak istiyorsun, Doktor?”
Alan derin bir nefes aldı. “Bana hâlâ Doktor deme,” dedi gülümseyerek. “Ve… benimle evlenir misin?”
Mira’nın gözleri faltaşı gibi açıldı, sonra kahkaha attı. “Ciddi misin? Tam da bir roket fırlattığımız gece mi bunu soruyorsun?”
“Evet,” dedi Alan, yüzü kızararak. “Belki de doğru an bu. Seninle bu depoda geçirdiğim her an, beni hayatta tuttu. Ve eğer Oort Bulutu’nda bir şey bulursak, bunu seninle paylaşmak istiyorum.”
Mira bir an sustu, sonra ona yaklaştı ve elini tuttu. “Evet,” dedi. “Evet, Alan Keating, seninle evlenirim.”
Birkaç ay sonra, 2072 sonbaharında, düğün gerçekleşti. Küçük bir bahçede, Sanjay ve birkaç eski dostun katılımıyla sade bir tören yaptılar. Mira, beyaz bir elbise giymişti; Alan ise yıllardır dolapta duran eski bir takım elbiseyi çıkarmıştı. Sanjay, kadeh kaldırırken, “Bu adamı NASA kovdu, ama Mira’yı kaptı. Kim kazandı, söyleyin?” dedi ve kahkahalar yükseldi.
Evlilikten sonra, Virginia’da küçük bir ev buldular. Depodan taşınmak, ikisi için de garip bir adımdı. Bir akşam, eşya taşırken, Mira kutuları açıyordu. “Alan,” diye seslendi, elinde bir lamba tutarak, “bu lambayı nereye koyuyoruz? Salon mu, yatak odası mı?”
Alan, mutfakta kahve makinesini kurarken başını uzattı. “Salona,” dedi. “Ama o koltuğu pencerenin yanına taşıyalım mı? Sabahları güneş alır.”
Mira gülümsedi. “Seninle ev kurmak, roket yapmaktan daha zor,” dedi. “Ama bunu da başarırız.”
“Tabii ki başarırız,” dedi Alan, ona sarılarak. “Horizon-X’i uçurduk, bir koltuğu mu yerleştiremeyeceğiz?”
Günler, evi düzenlemekle geçti. Bir hafta sonu, Mira mutfakta yeni aldıkları tabakları dizerken, “Alan,” dedi, “sence bu ev… bir gün daha kalabalık olur mu?”
Alan, elinde bir tornavidayla kitaplığı monte ederken durdu. “Daha kalabalık mı? Yani… misafir mi bekliyorsun?”
Mira güldü. “Hayır, aptal. Yani… belki bir gün, çocuklar?”
Alan ona baktı, sonra gülümsedi. “Belki,” dedi. “Ama önce şu kitaplığı bitirelim.”
2073 baharında, bir akşam Mira mutfakta yemek hazırlarken birden durdu. Alan, salonda Horizon-X’in verilerini kontrol ediyordu. “Alan,” diye seslendi, sesi titreyerek, “buraya gelir misin?”
Alan hemen kalktı, Mira’nın yanına koştu. “Ne oldu? İyi misin?”
Mira elinde bir test çubuğu tutuyordu, gözleri yaşlı ama mutlu. “Hamileyim,” dedi. “Biz… bir bebeğimiz olacak.”
Alan bir an dondu, sonra Mira’yı kucakladı. “Bir bebek,” diye fısıldadı. “Oort Bulutu’ndan bile daha büyük bir mucize.”
Bölüm 6: Büyük An: Kesilme
Mayıs 2082’ün bir pazar sabahıydı. Virginia’daki küçük evin mutfağı, kahve kokusu ve mısır gevreğinin çıtırtılarıyla doluydu. Alan, 58 yaşında, masanın başında oturmuş, gazetesini okurken bir yandan da Horizon-X’in son verilerini düşünüyordu. Mira, 36 yaşında, ocakta yumurta pişiriyor, arada bir 9 yaşındaki oğulları Leo’ya göz kulak oluyordu. Leo, sandalyesinde hafifçe sallanarak gevreklerini kaşıklıyordu.
“Baba,” dedi Leo, ağzı dolu, “roketin ne zaman uzaylılarla konuşacak?”
Alan, gazeteden başını kaldırıp gülümsedi. “Uzaylılarla konuşmak mı? Leo, roketimiz bir gizemi çözmeye çalışıyor. Oort Bulutu’nda bir şey var, ve biz onu bulacağız.”
Leo kaşığını masaya vurdu. “Ama uzaylılar olabilir, değil mi? Hani filmlerdeki gibi, ‘Merhaba, biz dostuz’ derler!”
Mira güldü, tabağı ocağın yanına koyarken. “Leo, babanın roketi uzaylı avcısı değil. Ama belki bir gün sen bir tane yaparsın, ha?”
Leo’nun gözleri parladı. “Evet! Ve babamı da yanıma alırım! Baba, beni iletişim merkezine götürür müsün bugün? Roketin konuştuğunu duymak istiyorum!”
Alan, Mira’ya baktı, kaşlarını kaldırarak. “Ne dersin, sevgilim? Bir pazar gezisi yapalım mı?”
Mira, elini kalçasına koydu, sahte bir ciddiyetle. “Yumurtalar hazır olmadan mı? Önce kahvaltıyı bitirin, sonra düşünürüz.”
Leo, “Ama anneee,” diye sızlandı, “roket uzayda bekliyor! Ya uzaylılar şimdi konuşursa?”
Alan kahkaha attı. “Haklısın, oğlum. Uzaylılar beklemez. Ama annen de haklı—yumurtalar soğumasın. Hadi, hızlı ye, sonra gideriz.”
Kahvaltı bittiğinde, üçü arabaya atladı. Leo, arka koltukta zıplıyordu. “Baba, roket ne kadar hızlı gidiyor? Arabamızdan hızlı mı?”
Alan, dikiz aynasından ona baktı. “Çok daha hızlı. Horizon-X, xenon gazıyla çalışıyor. Arabamız saatte 100 kilometre giderse, o saniyede kilometrelerce yol alıyor.”
Leo’nun ağzı açık kaldı. “Vay canına! O zaman uzaylıları hemen bulur!”
Mira, yan koltuktan Alan’a döndü. “Bu çocuk senin kopyan,” dedi gülümseyerek. “Aynı merak, aynı inat.”
Eski depoya vardıklarında, artık bir gözlem üssü olan bina, sabah güneşinde parlıyordu. Sanjay’ın ekibi hâlâ projeyi destekliyordu; birkaç genç mühendis, ekranların başında nöbet tutuyordu. Alan, Leo’yu kucağına aldı ve kontrol paneline oturttu. “Bak,” dedi, “buradan roketimizle konuşuyoruz. 185 AU uzakta, Oort Bulutu’na yaklaşıyor.”
Leo, düğmelere dokunmak için elini uzattı. “Bu ne işe yarıyor, baba?”
Mira hemen atıldı. “Leo, dokunma! Onlar roketin kulakları. Eğer bozarsan, bizi duyamaz.”
Leo geri çekildi, ama gözleri hâlâ parlıyordu. “Roketin kulakları mı var? O zaman gözleri de var mı?”
Alan güldü. “Bir nevi. Alıcıları var—gözleri ve kulakları gibi. Ve şimdi, bir şey bulmasını bekliyoruz.”
O anda, Mira ekranı işaret etti. “Alan, bak! Dalga sapması!” Sesinde bir heyecan vardı. “1 saniyelik bir sinyal—bilinmeyen bir kaynaktan!”
Leo zıpladı. “Uzaylılar mı, anne? Baba, uzaylılar mı?”
Alan, “Bilmiyoruz, oğlum,” dedi, gözleri ekrana kilitlenmiş. “Ama bir şey var. Kaydet, Mira!”
Mira hızlıca klavyeye uzandı. “Kaydediyorum—bekle—” Ama tam o anda, ekran karardı. Sinyal kesildi. Üsteki sessizlik, Leo’nun küçük sesiyle bozuldu: “Roket sustu mu, baba?”
Alan, nefesini tutarak ekrana baktı. “Evet, Leo. Sustu. Ama bize bir şey söyledi.” Mira’nın elini tuttu, gözleri parlayarak. “Haklıydık.”
Mira, “Bu… yapay bir sinyal,” dedi, sesi titreyerek. “Doğal değil. Alan, bunu bulduk.”
Leo, “Ne bulduk, anne?” diye sordu, hâlâ anlamaya çalışarak.
Alan, oğlunu kucağına aldı. “Bir gizemi, oğlum. Ve şimdi, bunu dünyaya anlatacağız.”
DEVAM EDECEK...