1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
387
Okunma

Buradan bakınca ova uzak bir hayal gibi yayılıyor ufukta. Köy yolları, sulama kanalları ve az ötede Ermenistan ile sınır çizen Aras Irmağı’nın kıvrımları düzde damarlar gibi dolanıyor. Güneşte yanan çatılardan köyler yerini belli ediyor. Ekili tarlalar ve sınırlarındaki iğde ağaçları uzaktan bir harita gibi dip bucak genişliyor. Ermenistan tarafında camları parlayan Erivan şehri bütün güzelliğiyle küçüklüğümde bıraktığım gibi orda duruyor. Buhar ovanın üzerini kaplamış kaynıyor. Eskiden çadır kurduğumuz kırlarda dolaştım. Kuzeyi kınalı bir kayaya oturdum. Çocukluğumdaki gibi tükürükle ıslatıp ellerime kına yaptım. Bizim çadırın yerinde başka bir çadır var, gölgesinde başka bir köpek yatıyor. Çadırın önünde anneme benzeyen bir kadın koyun sağıyor. Nerde benim çocukluğum, obanın üstündeki patikadan eşek sırtında buraya az mı su taşıdım. Bu kırlarda gök artık eski gök değil durmadan gürlüyor. Kayalıklardaki kuşlar bana yabancı, uzaktan ıslık çalıyor, susuz vadiler, dağ taş her şey bana haydi git buradan git diyor. Kozasından çıkan kelebek misali ruhum bedenimden ayrılıyor, bütün köylerin üzerinden uçup yükseliyor.
Ağrı Dağı’nda en yüksekteki köyü Ahura’dır. Burası dağın kuzey yamacında antik çağlardan beri inanç yeridir. Ermeniler için kutsal bir yer olduğu eski kiliseden bellidir. Malazgirt’te öğretmen olarak çalıştığım bir köyde çocuklarını okuttuğum, o zamanlar Ahura’da fahri imam olan Said adında sevdiğim bir velim vardı. Taziye ve düğün gibi işler vesileyle geldiğinde çocukların durumunu öğrenmek için okula uğrardı.
Aradan zaman geçti, Iğdır’a tayinim çıktı. İmam ile her görüştüğümüzde beni köyüne davet ederdi. İlkin kırılmasın diye bir ara gelirim deyip geçiştiriyordum. Bir bahar günü imam yine telefon etti. Çocukluğumun geçtiği, kuzu otlattığım dağlar gözümde canlandı. Bu hafta sonu ortak birkaç arkadaşla geleceğimizi söyledim.
O günden beri imamı telaş almış, bizi ağırlamak için büyük bir hazırlığa girişmiş. Muhtarın imama hediye verdiği bir tek kuzusu varmış, sürü yükseklere giderken imamın kuzusunu da beraber götürmüşler. İmam çobana haber göndermiş kuzuyu acilen getirmesini istemiş. Oysa çoktandır kuzuyu kurt kapmış, çoban söylemeye utanıyormuş. Gönderiyorum deyip imamı birkaç gün oyalamış. Muhtar kendi kuzularından imamın kuzusuna benzer birini getirmiş. Beyaz kuzu caminin önüne bağlanmış, imamın çocukları başına toplanmış, kuzunun kendi kuzuları olmadığını söylemişler. İmam bir terslik seziyor ama vakit daraldığından ses etmemiş. İmam bizi yolcu ettikten sonra kuzunun izini sürünce, çoban olup biteni anlatmış.
Muhtar, öğretmen ve diğer ileri gelen birkaç yaşlı toplanmış okulun gölgesinde sohbet ediyorlardı. Okulun yanındaki söğüt ağacına beyaz bir kuzu derisi çoktan asılmış üzerinde yeşil kanatlı sinekler uçuşuyordu. Bir taraftan kavurma pişiyor diğer taraftan sofra kuruluyordu. Köyün çocukları, kedi köpekleri pişen etin kokusunu alan geliyordu. Beyaz kuzunun hikayesini sonra duyduğumda çok üzülmüştüm.
Mustafa Alagöz
5.0
100% (2)