3
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
323
Okunma
Bazı kapılar dünyaya ağır açılır.
Bazı bebekler hayata bir fısıltıyla gelir.
Ve bazen bir anne, doktorun yüzündeki suskunluktan anlar…
“Farklı” denir ona, “özel” denir, bazen de “eksik” der cahil diller.
Ama o, bu dünyaya Tanrı’nın sevgiyle dokunduğu bir kalple gelmiştir.
Bir çocuk doğar, ama onunla birlikte bir anne yeniden doğar.
Bir baba, hayata bambaşka bir gözle bakmayı öğrenir.
Bir aile, eksik sanılanın aslında en büyük tamamlayıcısı olduğunu anlar.
Ama kolay değildir bu yolculuk…
Daha ilk günden başlar sorular, bakışlar, fısıltılar…
Parkta oynarken, “Acaba bulaşır mı?” diye kenarda tutulan çocuklar…
Doktorun “Uzun yaşamaz” diyerek yıktığı umutlar…
“Okur mu?”, “Konuşur mu?”, “Evlenir mi?” diye fısıldaşan kulaklar…
Toplumda görünmez duvarlar örülür o meleklerin önüne,
Oysa onlar her kapıyı sevgiyle açarlar.
Bir anne, ilk kez evladını kucağına aldığında anlar:
Bu dünyaya sadece bir çocuk değil,
Koşulsuz sevginin en saf hali gelmiştir.
Ama annelik, burada bambaşka bir anlama bürünür.
O anne, sadece bir çocuk büyütmez.
O anne, bir savaşçı olur.
Okullarla, doktorlarla, sistemle mücadele eder.
Engelleri bir bir aşarken, bazen en büyük engelin insanların kalbindeki taşlar olduğunu fark eder.
Ve o taşları tek tek kaldırmak için savaşır.
O baba, kelimelerle tarif edilemez duygular yaşar.
Çünkü ona hep “Güçlü olmalısın” derler,
Ama kimse ona nasıl güçlü olunacağını öğretmez.
Sessizce eve gelir, içini kimseye açamaz.
Ama çocuğunun elini tuttuğunda anlar,
Gerçek güç, sevginin ta kendisidir.
Ve o çocuk…
Gözlerinin içine baktığında, sanki tüm dünyanın kirini temizler gibi saf bir sevgi akar içinden.
Gülerken, güneş gibi aydınlatır etrafını.
Severken, hiçbir karşılık beklemez.
Biraz geç öğrenir belki,
Ama sevgiyi herkesten önce anlar.
Çünkü o, dünyaya kalıpların dışına taşmak için gelmiştir.
Ama ya toplum?
Toplum, onları hep bir “merhamet” nesnesi olarak görür.
Oysa onlar merhamet değil, fırsat isterler.
Bir iş, bir okul, bir arkadaş, bir hayat…
Sadece eşit bir yaşam hakkı isterler.
Çünkü onların tek eksiği, kalıplaşmış zihinlerin inşa ettiği duvarlardır.
Ve işte tam da bu yüzden, bizlere bir görev düşer:
Onlara acıyan değil, onları anlayan gözlerle bakalım.
Onlara sınır koyan değil, yollarını açan eller olalım.
Onları eksik gören değil, onlardan öğrenen insanlar olalım.
Çünkü belki de eksik olan onlar değil, biziz.
Sevgiyi, safiyeti, koşulsuz kabulü unutan bizler…
Onlar dünyaya bizim “eksiklerimizi” tamamlamaya geldiler.
Ve eğer gerçekten görmek istersek,
Onların gözlerinde Tanrı’nın izini bulacağız.
Ve belki de ilk kez, gerçekten göreceğiz.
Peri Feride ÖZBİLGE
22. 03. 2025