2
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
188
Okunma
Bir adam var… Onun adı kaybolan bir zamanın ardında, eski bir düşün içinde, akıl almaz bir yalnızlığın kuytularında unutulmuş. Adı yok; çünkü ne kimliğe, ne tarihe, ne de zamanın rengine ait olmayı istemiyor. Gözleri, bir kırık aynada yansıyan yansımasından başka bir şey değil, o kadar derin ve o kadar solgun ki… Hemen her akşam, göğsünde bir ağırlık hissederken, içindeki sessizlikleri dinler. Bütün bir ömrün ruhunda yankılanan, o karanlık geceyi sabaha bağlayan sükûneti… Bırakın düş kalayım, diye fısıldar; çünkü ne zaman gündüz ışığına dokunsa, gecenin koyu karanlığından sızan bir şey, o naif düşü kırar, parçalar ve yeniden sabahın keskin hatları arasında yok olur.
Şimdi, bir zamanlar insanların avuçlarında tuhaf şekillerde tüneyen gölgeler gibi, karanlıkla sarılmış, öylece bir odada, bir köşede duruyor. Ne elleri vardır, ne de bir bedeni. O bir “gölge”dir, varlık ve yokluğun tam ortasında sıkışmış. Bir varlık arayışında, zamanla yitirdiği sesiyle tek isteği; “sessizlik”tir. Her şeyin gürültüsü arasında, insanın kendi iç dünyasında kalabilmesi için bir yeri olmalıdır. Çünkü işte o içsel suskunluk, zamanın onun üzerinden akıp gitmesini engelleyen tek kalıcı şeydir.
Ve düş… Bırakın düş kalayım… Ne garip bir kelimedir bu! Sadece bir kelime değil, bir efsanedir. Bir insanın tüm yaşamı boyunca, belki de en çok aradığı şeylerden biridir. Kimi zaman korkuyla, kimi zaman bir çocuk gibi umutla yüklü düşler, insanın üzerine bir örtü gibi serilir. Ama asıl önemli olan, o düşe ne zaman, nasıl ve hangi gözle bakacağıdır. Düş, adeta bir gerçeklikten öteye geçmek, bilinçaltındaki son sığınağa ulaşmaktır. Ona bir yön verebilmek, onu yönlendirebilmek, ruhu tüm o yıpranmış zamanlardan arındırmak demektir. Düş, gerçekliğin kenarında dolaşırken, insanın içindeki mutlak yalnızlıkla birleşir. İşte o zaman düşe kalmak, ruhun bütünleştiği bir deniz gibi olur.
Fakat, her zaman bir engel vardır. Gerçekliğin sesi, düşü böler. Düş, gerçekliğin dar kalıplarına sığmaz. Her defasında, yaşamın kırık dökük, çatlamış yüzeyine düşen bir damla gibi yok olur. O yüzden sessizlik gerekir; bir iç sessizlik, dış dünyanın gürültüsünden sıyrılmak için. Gerçekliği sesin içinde, yalnızca kendi içinde keşfetmek, bir bakıma ölmeden önce ölmek gibidir. Yalnızca o zaman, içsel bir huzura ulaşılır, belki de tüm zamanların dışında bir yerde.
Bu arayış, her zaman kolay değildir. İnsan, ne zaman düşünecek olsa, her düşüncesi ona bir yük gibi gelir. Ama işte o an, kaybolduğu ya da kaybettiği her şey, bir kez daha kendini hatırlatır. Sessizliğe erdiğinde, düş, geçmişin o kararmış odalarında yankı yapar. O eski düşler, bazen de zamanın derinliklerinden gelir ve ona gözlerini kapama, bir müddet daha düşe kalma der. Çünkü düş, her zaman gerçek dünyadan daha büyüktür. O, bir başka boyutun, bir başka çağın içindedir.
Bırakın düş kalayım… Diye fısıldarken, ruhunu saran karanlık bir örtü gibi hisseder. Kendini bulmuş gibi olur. Bütün acılar, bütün kayıplar, o anın derinliğinde çözülür. İçindeki sessizlik, etrafındaki seslerden daha güçlüdür. Ve o sessizlik içinde, kaybolmuş her şeyin yerine yeni bir varlık doğar. Düş, aslında kaybolan zamanı, bir kez daha geriye almanın yoludur.
İşte o zaman, adam; bir zamanlar kaybolan, bir zamanlar yok olan, bir zamanlar isyan eden ve hep sessiz kalan kişi, içsel bir huzura erer. Bırakın düş kalayım, derken aslında kendi varlık alanını yeniden yaratır. Ve düş, düş değil artık; bir hakikate dönüşür. Sessizlik de ona arkadaş olur.
5.0
100% (8)