1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
251
Okunma
Çocukluk anılarının en kıymetlisi, kerpiçten yapılmış o küçük evdi. Güneşin ilk ışıkları, pencereden süzüldüğünde içeriyi sıcacık aydınlatırdı. Çatının arasına yuva yapan serçelerin cıvıltısı, sabahın en güzel melodisiydi. Burası, Halil’in büyüdüğü yerdi. Çamurdan yapılmış ama sevgiyle yoğrulmuş bir ev… Her çatlağında bir anı saklıydı. Yoksulluk içinde bile zengin hissedilen bir yuva…
Halil’in annesi, sabahın erken saatlerinde tandırı yakar, ekmeğin kokusu evi sarardı. Babası, her gün bahçede çalışır ve ağaçları sular, “Bu toprak bize emanet, evlat. Toprakla dost ol ki o da seni unutmasın,” derdi. O zamanlar Halil, babasının sözlerini pek anlamazdı. Ama hayat, insana anlamadığı şeyleri bir gün mutlaka öğretirdi…
Altın kapların Soğukluğu
Yıllar geçti. Halil büyüdü, okudu, büyük şehirde iş buldu. Artık camları gökyüzüne bakan yüksek binalarda yaşıyordu. Evleri ışıltılı, koltukları pahalıydı ama içi hep bir şeylerin eksikliğini hissediyordu. Lüks restoranlarda yediği yemekler doyuruyordu belki ama annesinin tandır ekmeği kadar ruhunu beslemiyordu. Büyük şirketlerde çalışıyor, çok kazanıyordu ama yüzlerce insanın arasında yapayalnızdı.
Bir gün, Halil’in çocukluk arkadaşı Mehmet aradı. “Halil, köye gel. Babaların evi yıkılmak üzere…” dedi. O an kalbi yerinden söküldü sanki. Yıllardır dönmeyi düşünmediği o topraklar bir çağrı gibi yankılandı içinde.
Hemen yola çıktı. Şehirden ayrıldıkça içindeki huzursuzluk azaldı. O eski toprak yollara vardığında, çocukken çıplak ayakla koştuğu patikalar gözlerinin önüne geldi. Köye girince gördüğü manzara ise yüreğini burktu. Bir zamanlar hayat dolu olan köy, şimdi sessiz ve hüzünlüydü. Çocuk kahkahalarının yerini, boş evlerin rüzgâra karışan iniltileri almıştı.
Babalarının evi, gerçekten de yıkılmaya yüz tutmuştu. Taşları yer yer dökülmüş, kapısı eğrilmişti. Ama Halil’in gözü duvarlardaki çatlaklarda değil, o çatlakların içinde saklı hatıralardaydı.
Ruhsuzluk ve kaybedilen Değerler
Halil’in dikkatini çeken bir şey daha oldu. Köydeki eski dostlarının çoğu, kasabaya göç etmişti. Kalanlar ise değişmişti. Gözlerinde yorgunluk, yüzlerinde kaygı vardı. Geçmişin sıcaklığı yok olmuş, yerini güvensizlik almıştı. Artık insanlar birbirine kapılarını açmıyor, sohbetler kısa ve yüzeyseldi. Herkesin evi daha güzel olmuştu ama içindeki insanlar daha yalnızdı.
Mehmet, Halil’e döndü ve derin bir iç çekerek, “Eskiden çamurdan yapılmış evlerde altın kalpli insanlar yaşardı. Şimdi ise altın kaplı evlerde çamurlaşmış insanlar yaşıyor, Halil…” dedi.
Bu söz, Halil’in zihnine mıh gibi çakıldı. O an, yıllardır içinde hissettiği boşluğun sebebini anladı. Maddi olarak yükselmişti ama insan olarak küçülmüştü. Çocukken paylaştığı bir lokmanın tadı, şimdi yediği en pahalı yemekten daha değerliydi.
O gece, Halil kararını verdi. Sabah olunca babasının evini onarmaya başlayacaktı. Fakat bunu sadece bir bina olarak değil, bir hatırayı, bir ruhu yeniden inşa etmek için yapacaktı.
Köklerine Dönüş
Günlerce çalıştı. Kerpiçleri yeniden ördü, eski çatı yerine sağlam ahşap koydu. Ama en önemlisi, köyde kalan insanlarla yeniden bağ kurdu. Onlara selam verdi, sohbet etti. Paylaşmanın, dostluğun, insan olmanın değerini hatırlattı.
Bir gün, komşu köyden yaşlı bir adam geldi ve Halil’e bakıp gülümsedi. “Evladım, sen yalnızca bir evi değil, bir geleneği de onarıyorsun,” dedi.
Halil, yaşlı adamın sözlerini düşündü. Gerçekten de öyleydi. O artık sadece kendi geçmişini değil, kaybolmaya yüz tutmuş bir ruhu da canlandırıyordu.
Aylar sonra, eski ev yeniden ayağa kalktı. Ama Halil’in kazandığı en büyük şey, lüks apartmanlarda bulamadığı huzurdu.
Ve bir sabah, tandırdan yükselen sıcak ekmek kokusu, o eski günleri yeniden hatırlattığında, Halil gözlerini kapatıp iç çekti.
Artık biliyordu: Asıl zenginlik, altın kaplı evlerde değil, insanın yüreğinde saklıydı.
Erol Kekeç/19.01.2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (1)