2
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
216
Okunma
Tehir etmem gereken düşlerim var ve üşengeç ruhumla salındığım düşüncelerim var.
İfrata kaçmadan seviyor insanlar bense faiziyle yükleniyorum insan sevgimi alın terimde muhafaza ediyorum sevmeyi sevilmekse rücu ettiğim bir varsayım ihtimaller dâhilinde olsa bile sevilmeyi görmezden geliyorum tıpkı insanların beni görmezden geldiği gibi.
Hicap yüklü yufka yüreğim ve üstüne serili o atlas yorgan bense d/üşüyorum üstelik aralıksız.
Temmuzun sıcağında dahi erimiyor içimdeki buz dağı belki de Freudien teori sayesinde ayakta kalıyorum ve asılı kaldığım göğün de menkıbesi her sevdiğimde tutarsızca yatak döşek olan sözcüklerim üstelik asla telaffuz edemediğim.
Hırpani gölgeler var biçim değiştiren ve şerit değiştiren duygularım.
Öznemse hem sakar hem gizli ama özlemim pek bir aşikâr.
Şehrin ışıkları uykulu gözlerle seyre dalmış gökyüzünü ve devreleri bozulmuş bir aygıt gibi telefon da çekmezken ben de biliyorum hani çekilir olmadığımı belki de kurada çıkan bir hediye bir servet gibi kulağıma kurşun deyip de kurşun ağırlığındaki varlığımla bazen kurşun dökmek istiyorum hayatın üstüne.
Nemli bir gece ve de mevsim.
Nazenin sözcükler pek bir endamlı ve kulvarında at koşturuyor duygular nihayetinde infilak ediyorum ve yeniden yazıyorum hikâyemi.
Pas tadı var dilimde ama dilimi ısırıp yeniden başlıyorum dua etmeye ve gecenin kemeri nasıl da sıkıyor mehtabı ve şerh düşülesi bir ışık olmayı diliyorum bazense sönmek ve solmak.
Hüznüme rakip gece bekçileri ve seslerin nereden geldiğini çözemiyorum ve bir düdük sesi ve bir tane daha ve asılı kaldığım zemheride alıyorum da boyumun ölçüsünü ve sadece d/okunmak istiyorum.
Masa üstümdeki o idare lambası iyi de milenyum çağında olacak iş mi ve ayaklarım geri geri gidiyor adeta bulunduğum zaman ve mekândan uzaklaşma gayreti içerisindeyim ve içerlediğim insanlar var belki de imha etmek istediklerim hani küçük bir çocuğa uzanan eller gibi ya da yuvasını yapan dişi kuşların katledildiği.
Nereden girdimse bu konuya elbet zihnimin asma katında semiren bir acı gibi ve iflah olmaz kimse idame ettiğim şehrin sınırlarından uzaklaşma isteği ile dolu.
Ziyan olmuş hayatları nasıl tutacaksam artık nabzını derken nabzımı almaz oluyorum ve anlıyorum ki; her anlamda firar ettiğim zaman ve mekânın da iz düşümü söyleyemediklerim…
Gecenin sessizliğini b/ölen siren sesleri artık gecenin bu kör vaktinde bile trafiğin eksik olmadığı şehir sokakları.
Artık devriye arabası da sık sık geçmiyor sokaktan elbet pandemi sürecini şimdilik atlatıp da herkesin rahat nefes aldığı.
Nefesim daralıyor ve çoktan düşmüşüm şehrin sokaklarına üstelik bedenimle değil ruhumla eşlik ettiğim boş sokaklar ve kaldırımlar.
Bazen küçük bir çocuk gibi mızmızlandığım ve yaşıtım olan insanların da fersah fersah uzağında iken.
Teşhir edilmeyen ne kaldıysa artık ve kimin artık saklayacak bir şeyi olmadığı gibi özelini ulu orta yere serenler.
Tebaası sessizlik ve yalnızlık olsa keşke şehrin ve tema’sında saklı renkler ve çalı süpürgesi saçlarıyla bir cadısüpürgenin üstünde uçup şehri ve insanları birbirine katıyor sonra da katıla katıla gülüyor.
Şehir efsaneleri gerçek oluyor belki de ve gecenin tok sesinde yankılanan bir çığlık.
Geceyi kürediğimiz günü çoktan uğurladığımız ve artık kimin ne sıkıntısı varsa paylaşmak adına elini uzatıyor birileri tutsun ve illa ki dokunsun diye.
Mağdur kadınlar ve terk edilmiş çocuklar ve hayvanlar cenneti sözüm ona ahvalimde saklı iken sırlar ve yalnızlığı ile şerh düşenler.
Mevsim yaz ama soğuk yüreklerde sıcaktan ve sevgiden eser yok.
Düşe kalka büyüyen çocuklar ve düştüğü yerden kalkmaya mecali olmayan insanlar.
Şehir hep de olduğu gibi ve kuytularda gezinen kayıp ruhlar ve gölgeler şehri elbet gündüzünü kalabalığından ve gürültüsünden eser yok yine de barlarda olsun kafelerde olsun son sürat eğlenmeye devam etmekte insanlar ve güçlü bir sinerji hissettiğim elbet dokunulmazlığında gecenin karanlığına sığındığım bazense yere göğe sığamadığım ve şehir ile bir atan kalbim.
Hüzün ve de muadili.
Hazan’sa çapraşık bir eksende fink atmakta elbet yaz gecelerinde saklı o nüans bazense doku ve duygu kaybında yeniden doğmak için gün sayıyor insanların çoğu.
Evlerin ışıkları tek tek sönmüş yine de isyankâr gölgeler asla taviz vermiyor yaptıkları gürültüden ve şehrin dokusunda sıralı düşler bazense kâbuslar.
Cehalet yüklü kimisi ve ahir zamanda tutanaklara geçiyor her şey.
Her şerde bir hayır vardır, deyip de yola düşenler bir de hayır, demesini beceremediğimiz ve her onay verdiğimizde kötülüğe ve zulme bizlerin de peşinen ortak olduğumuz.
Kim olduğumun asla önemi yok çünkü tek önem arz eden insanları bir arada tutan güzel duygular ve işte kalıbının adamı hayaletler zincirleme kazaya sebep oluyor aslında unutulmuş ve boşaltılmış bir şehir gibi İstanbul için için de kaynamakta be yanmakta ve şehrin sevdalısı bir şehir sakini olarak bir yıl öncesini bile arıyorum ya da on sene evvelini.
Kılığımın kıyafetimin de önemi yok yine de çevresine saygılı bir insan olarak kürk yakalı mantomla dolaşmaya başlıyorum Temmuz sıcağında ve dünde kalmış trafik polisleri sadece bir anı mazimden yine de istikrarla arıyorum eski günleri ve mazim iken delik deşik edilen aslında biliyorum da kırılmış ve katlanmış yüreğimin isyanını.
Anlatmak istediğim çok şey var belki de ilk etapta anlaşılmayı talep ettiğim ve yolum inanılmaz uzun ve hala kulağımı çınlatıyor siren sesleri.
Boş sedyeler doluyor ve gecenin sessizliğinde şehir ve insan uykusunda olup acılar yüklü bir yola düşüyor.
Rengim beyaz ve pembe ve değil terlemek nasıl da üşüyorum ve cadının süpürgesi ile şehri süpürdüğünü farz ediyorum ve farazi ne kadar ihtimal varsa peşine düşüyorum hayallerimin.
Anlatmak istediğimden de fazlası dile gelmeyen ve yürek atışım yavaşlıyor bense içimi çekiyorum ve bir içimlik bir şiiri yolcu edip hikayeler alıyorum kaleme en çok da bilinmezin nazarında bilindik ne varsa illa ki unutmaya programlanmışım.
Lale devri ömrün dünde kalan.
Duraklama dönemi ise az zaman evvel vuku bulan.
Elbet gerileme devri ile Osmanlı imparatorluğuna nazire yapıyorum ve bir köşede unutulmuşluğum üstelik ne insanım ne de şehir ve işte şehrin düğmelerini ilikliyorum ve yüzü suyu hürmetine İstanbul’un benim de iki yakam asla bir araya gelmiyor…
Kulağıma gelen telsizin sesi belli ki birileri taviz veriyor yaşamaktan ya da unutulmuşluğu ile isyan ediyor evrene.
Günü torbaya koymak bu olsa gerek ve gecenin freni boşalıyor bense ağır adımlarla yürüyorum.
Alt belleğimde saklı ne varsa.
Defolu ruhumdan sızan bir acı gibi açıölçerimle hesaplıyorum hayata açtığım pencerenin boyutunu ve teneffüs ettiğim hava fazlasıyla ağır geliyor.
Ve işte direksiyonun başındayım ve yanımdaki sağlık görevlisi işaret ediyor.
‘’Nasıl yani?’’
‘’Yanlış yerde oturuyorsun, dostum.’’
‘’Bu asla mümkün değil hem az evvel siz değil miydiniz?’’
‘’Elbet bizdik ne de olsa vaktin dolmuştu.’’
‘’Çok soğuk ve ben üşüyorum ve siz ter içinde kalmışsınız. Bunun bir açıklaması olmalı.’’
Adam bıyık altından gülüyor.
‘’Bir kereliğine sürebilirsin ambulansı ne de olsa senin gecen, dostum.’’
Elbette benim gecem üstelik her gece benim gecem ve ait olduğum bir dünya yoksa yoksa…
‘’Bu gecenin ne farkı var ki? Teşekkür ederim bu arada ne de olsa hız yapmak vazgeçilmezim. Daha demin son hızla arabayı sürerken…’’
Sesim çıkmıyor ve görüntüm kayboluyor ve hiçbir şey hissetmiyorum.
Ambulansın arkasındaki doktor sesleniyor.
‘’Ölüm saati 3:45.’’
Tam da yola çıktığım saat üstelik gece karanlığında kim görebilir ki hız limitini aştığımı?
Derken inanılmaz hafifliyorum ve üşümem bir anda son buluyor.
Şehirse hep aynı hep üzgün hep yaralı hem kalabalık hem yalnız…
Ruhumdaki çizikler kapanıyor ve kanamam sonlanıyor ve hissettiğim o acı da elbet gaipten gelen korkum da hız kesiyor.
‘’Sakin bir geceydi, değil mi doktor?’’
Direksiyonun başına geçen adam cesedimin yanı başındaki doktora sesleniyor besbelli.
‘’Sakin mi sahiden de?’’
Sahici bir acının yerini ne mi tutar? Elbet buna karar verecek olan sizlersiniz…
5.0
100% (4)