1
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
197
Okunma
Geriye doğru sayıyor zaman.
Birçok kez düş kurup, hızla siliyor ve yeniden inşa ediyorum. Kaç yıl geçti, sürgün gibi farkına varmadan? Sürekli başa sarıyorum.
Vakit, bilinmeyeni çoktan geçti. Harfler rüzgârda savrulup kayboldu. Bu zamanlar için bir dost, “En çok içimize yazıyoruz. Kimse duymasın diye, aslında sessiz fısıltılar içimizde biriken” demişti. İçimdeki derin yalnızlığı uyandırırken.
Sessizce iz bırakan fısıltılar…
Yıllar, kara bir denizin kıyısında tükenirken; nemli soğuğa bürünen sokakların ıslanmış sabahlarında uyandım.
Geceler sorgulanmaz, ışıklar kararsız. Doğan güneş, yarınlarda çoktan silinip gidiyor. Ve an gelir, bu şehir bembeyaz bir örtüye sarınır.
Tuzlanmış yollara deniz kokusu siniyor. Bir veda busesi gibi, ayak basılmamış asfaltların üzerindeki buzlar.
Hep bir son…
Her final, yeni bir başlangıç için. Uçsuz bucaksız suların ortasında, dalgalara meydan okuyan bir deniz feneri gibi.
Derin bir suskunluk…
Gözün görmediği doğmamış günlerde, uğultuyla harmanlanan düşleri aydınlatan kibrit çöpleri bir bir tükenirken, açan çiçekler düşmemiş cemrelere haber salıyor.
Bir bir gerçek olsun diye, onca rüyanın uyanışı, topraklarda filiz veriyor.
Karanlık sabahlara açılıyor gözler. Bahar dokunurken saçlara, bir telaş alıyor yüreği.
Eylül gibi beklerken kavuşmayı…
Dilimde eski bir şarkı:
“Neresi sıla bize, neresi gurbet?”
Sercan Saraca