6
Yorum
14
Beğeni
5,0
Puan
335
Okunma
Sinemada izlediğim, Magnus von Horn’un Oscar adayı "İğneli Kız" (2024 yapımı) filmi üzerine kısa bir inceleme:
Bu film görsel olarak oldukça etkileyici bir yapıya sahip. İzleyici, istenmeyen çocukların ve gotik korkunun hakim olduğu karanlık bir evrenle buluşturuluyor. Usta oyunculardan biri Danimarkalı Trine Dyrholm.
Ayrıca, Oscar adayı olarak gösterilen bu siyah-beyaz drama, ilk bakışta hem Charles Dickens’ın "Oliver Twist"ini hem de Jack London’ın röportaj kitabı "Uçurum İnsanları"nı anımsatıyor.
Akıl almaz bir sefalet ortamında geçiyor hikaye. Oysa bu kez mekan, Kopenhag ve Birinci Dünya Savaşı’nın son döneminde kasvetli ve akıl almaz bir yaşamın içine düşüyoruz. Zira bu film, 1919 dönemine ilişkindir ve yaşanmış gerçek olaylara dayanarak çekilmiştir. Filmin senaryosunu von Holm, Line Langebek Knudsen ile birlikte yazmış olmasından ötürü, bazı konularda özgür davranabildikleri tahmin edilse bile, en önemli konusunun ne olacağına ilişkin olarak gerçekçi olduğu bilinmektedir.
Film, ekranda hızla yanıp sönen yüzlerden oluşan bir montajla başlıyor. Bu yüzler, olağanüstü mutsuz, tehditkar, duygusuz ve çirkin bir görünüme sahip. Neredeyse tüm film müziklerine aykırı sayılabilecek gıcırtılı bir ses eşli ediyor görüntüye. Ancak film estetiğine, efektiyle büyük katkı sağladığı da şüphe götürmez.
Filmin ilk saatine tamamen hakim olan Karoline (Vic Carmen Sonne) hemen ilk sahnede, kirasını ödeyemediği için evinden atılır. Genç kadın, çok daha kötü bir yere taşınmak zorunda kalır. Savaştaki kocası Peter’den bir yıldır haber alamadığından öldüğü varsayılıyor. Karoline zar zor yaşamını sürdürmektedir, fakat elinde kocasının ölüm belgesi olmadığından, dul maaşı alması söz konusu değildir. O, Kitzer dikiş fabrikasında yorucu ve düşük ücretli bir terzilik işiyle uğraşırken, fabrika müdürü Jørgen’den (Joachim Fjelstrup) sınıf farklılıklarına rağmen hoşlanmaya başlar. Onunla gizli gizli buluşurlar. Bu ilişki, karmaşık ve çetin hayatında bir ışığa dönüşür. O, zengin bir adamla mutlu bir evlilik yaparak geleceğin hayalini kurmaya başlar. Fakat fabrika müdürünün soylu ve varlıklı annesi, Karoline’yi oğluna yakıştırmaz ve evliliklerine mani olur. Oysa Karoline hamiledir.
Bu sırada, Karoline’in kocası Peter’ın (Besir Zeciri) hayatta olduğu ortaya çıkar. 1. Dünya Savaşı’nın dehşetini yaşamış olan Peter, hem ruhsal hem de fiziksel olarak tamamen değişmiştir. Ve karısıyla yeniden bir çift olmaları mümkün değildir. İşte asıl drama bundan sonra başlamaktadır...
Filmin dış hikayesi nispeten yalındır. Ve "İğneli Kız"ı öne çıkaran en önemli özellik, sunumudur. Magnus von Horn, Carl Dreyer’in sessiz film klasiği "Bir Kadının Şehitliği" (1928) filmindekine benzeyen bir görsellik ve estetikle karşımıza çıkmakta. "İğneli Kız" gerçeküstücülük, dışavurumculuk, gotik korku öğeleriyle birlikte, David Lynch’in, hatta özellikle Lynch’in draması "Fil Adam"ın açık etkilerini bu filmde de görmek mümkün.
Mesela bir hamam sahnesinde yaşanan korkunç olayda Karoline, uzun bir iğne kullanarak fetüsünü düşürmeye çalışır. O sırada, bir kurtarıcı melek gibi Dagmar (Trine Dyrholm) onu ölümden kurtarır ve başka seçenekler olduğuna dair genç kadını ikna eder. Eğer Karoline çocuğunu doğurursa; Dagmar, bebeği varlıklı bir aile tarafından evlat edinilmesini sağlayacaktır. Ancak bunu yapmak için Karoline (İğneli kız) hem ona para vermek durumunda, hem de onun yanında çalışmak zorundadır.
Dagmar denen bu kadın, bir şekerci dükkânı işletmenin yanı sıra, yasadışı bir evlat edinme ajansı da işletmektedir. Fakat o, istenmeyen bebekleri vaad ettiği gibi varlıklı ailelere evlat olarak vermemektedir. O, Karoline’nin doğurdu kızı öldürdüğü gibi, yüzlerce genç anneden hem para alır hem de bebeklerini öldürür. Memeleri sütle dolup taşan Karoline bir kaç gün onları emzirir. Ama Dagmar o bebekleri tek tek götürüp boğar ve bir kanalizasyon deliğinden aşağı atar.
Fakat bir gün, pişman olan ve bebeğini geri isteyen bir annenin şikayeti üzerine Dağmar yakalanır. Meğer Dagmar, sempatik ve iyi niyetli bir "melek" ten ziyade, taş yürekli bir insan, bir bir katildir. Fakat o savunmasını yaparken de, "bu dünya yaşanacak bir yer değil; sadece öyleymiş gibi davranıyoruz." der. (Yeni bir sahnede, çocuk bakım evlerinde, sevgisiz büyüyen çocuklar görüntülenir.)
Peki Karoline ne yapmakta? O, bir sirkte dans etmeye başlar. Kendine özgüveni olan bir bireydir artık. Ama yaşadığı travmaları ve bebeğini unutamaz. Anaç duyguları depreşir ve evlatlık edinmeye karar verir. Evlat edindiği kız çocuğu da Onun bebeğini katleden Dagmar’ın yedi yaşındaki kızıdır.
Filmin böyle bitmesinde, iyi bir niyet var kanımca. Belki de yönetmen; çok acı çeken insan yaşamıyla bu denli yoğun yakınlık sağlayan seyirciyi, tamamen depresif bir şekilde salondan ayrılsın istemiyor ve bir uzlaşmaya gidiyor...
Her neyse... ürkütücülüğüne rağmen; hem sınıfsal, hem toplumsal ve hem de bireyselliğe perspektif sunan, çok kaliteli, düşündürücü ve öğretici bir filmdi.
Gerçekten görmenizi öneririm.
H. Korkmaz 10/3-2025 Sthlm
5.0
100% (6)