Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Mesut Özünlü
Mesut Özünlü

NİETZSCHE VE HEGEL DE “EĞİTİM ŞART” DİYOR AMA NASIL?

Yorum

NİETZSCHE VE HEGEL DE “EĞİTİM ŞART” DİYOR AMA NASIL?

1

Yorum

5

Beğeni

0,0

Puan

561

Okunma

NİETZSCHE VE HEGEL DE “EĞİTİM ŞART” DİYOR AMA NASIL?

NİETZSCHE VE HEGEL DE “EĞİTİM ŞART” DİYOR AMA NASIL?

İnsanoğlu, hayatın “gerçekler”i ile yaşam kalitesinin “en güzel”i arasında hep bir mükemmellik arayışı içerisinde olmuştur. Felsefi bir jargonla ifade etmek gerekirse, realizm ile idealizm arasındaki muazzam boşlukta hep bir ideal ölçüte, örnek forma veya eğitim modeline ihtiyaç duymuştur. Bundan böyle İlk Çağ filozoflarından Orta Çağ rasyonalistlerine, Sofistler’den 7’inci ve 12’inci yüzyıl arasında yaşamış Müslüman kelamcılara kadar birçok filozof veya düşünür “Hüsün” ve “Kubuh” yani “güzel” ve “çirkin” nedir sorusu(1) ile “İnsanıkâmil” denilen “Üstinsan” formu nasıl olmalıdır üzerinde kafa yormuş, nihayet insanlığın eğitimle en iyiye ve en güzele erişmesinin öncülüğünü yapmaya çalışmıştır.

Eğitim; Batı dillerinde daha çok Latince “Educare: Kurmak, inşa etmek veya ayağa kaldırmak” fiilinden türetilen İngilizce “Education” kelimesiyle, bizde ise ellili yılların sonuna kadar “Bir kişiyi deneyim, mantık ve edep ışığında bilgili ve görgülü bir şekilde büyütüp yetiştirmek” anlamına gelen “Terbiye” kelimesi ile tanımlanmış; sonraki yıllarda da öz Türkçe “Eğitmek” fiilinden “Eğitim” sözcüğü ile ifade edilen bir kavram hâlini almıştır. Uygulanma yönüyle insanlık tarihi kadar eski olan eğitim, okutulan ve üzerinde çalışmalar yapılan bir bilim dalı olarak henüz yenidir. Eğitim, çok boyutlu bir kavramdır. Bu nedenle eğitimin çok sayıda tanımı bulunmaktadır. En kapsamlı tanımıyla eğitim; politik, kültürel, sosyal ve bireysel boyutları olan, kişilerin ve toplumların gelişimini, inançlarını, hedef ve yaşam kalitelerini artıran; daha çok seçilmiş ve denetimli bir okul çevresi içerisinde gelişen ve yayılan, kişi veya kişilere sosyal yeterlilik ve üstün nitelikler sağlayan toplumsal süreçler bütünüdür, denebilir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere eğitim, birey ve toplumların yaşam standardının yükseltilmesinin temel şartı ve olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla eğitim, çeşitlilik ve amacının ne olduğu veya nasıl olması gerektiği konusunda çok sayıda felsefi tartışma, araştırma veya arayışı da beraberinde getirmektedir.

Bugün kalkınmış ülkelerin eğitim sistemleri, daha çok Amerikalı filozof ve eğitimci John Dewey’in yenilikçi ve pragmatist düşüncelerinden alınan bir anlayış üzerine kuruludur.(2) Dewey, bazı İlk ve Orta Çağ düşünürlerinin algı veya anlayışlarına dayanan klasik ve arkaik eğitim sistemlerini eleştirmiş, eğitimden amacın eski fikirleri, olay veya olguları tekrar anlatarak öğrencilere aynı şeyleri öğretip durmak değil, iyi birer birey ya da yurttaş olarak yaşama geçirebilecekleri bilgi ve donanımları elde etme yetisini kazandırmak olduğu üzerinde durmuştur. Bu konuda görüş ve önerilerde bulunan filozof veya düşünür, elbette yalnız John Dewey’den ibaret değildir. Onunla yakın dönemlerde yaşayan Nietzsche ve Hegel de “Eğitim şart” diyen düşünürler arasında yer almaktadır. Dolayısıyla eğitim ve öğretim konusunda çok özgün görüş ve düşünceler öne süren bu filozof ve düşünürlerin iyi incelenmesi, araştırılıp etüt edilmesi gerekmektedir.

Elimde bir süredir tekraren okuduğum, üzerinde düşündüğüm, müzakereler yapmaya çalıştığım bir kitap bulunmakta. Dr. Nurgül Karabağ tarafından kaleme alınan bu orijinal çalışma, “Dâhi mi Memur mu? Nietzsche’nin ve Hegel’in Eğitim Felsefesi” şeklinde bir başlık taşımakta.(3) Oldukça derinlikli ve titiz bir çalışmanın ürünü olan bu eserinde Sayın Karabağ, doktora tezinin bir kısmını detaylandırarak Nietzsche ile Hegel’in büyük birer filozof ve düşünür olarak eğitime bakışlarını, dahası eğitim konusunda insanlığa yaptıkları katkıları, kazandırdıkları ufku ve farkındalığı masaya yatırıyor. Nobel Akademik Yayıncılık tarafından Nisan 2024’te Ankara’da yayınlanan kitap 106 sayfa tutarında ve iki bölümden oluşuyor. Birinci Bölümde “Nietzsche’de Eğitim” üst başlığı altında Nietzsche’de Eğitim Düşüncesinin Temelleri, Öğretim Kurumlarına Yönelik Eleştirileri, Üstinsan ve Eğitimi başlıklarıyla beraber sekiz konu; İkinci Bölümde ise “Hegel’de Eğitim” üst başlığı altında Hegel’in Eğitimle İlgili Kavramsallaştırmaları ve düşünceleri, Aile ve Okul, Klasik Çalışmaların Eğitimdeki Yeri şeklindeki başlıklarla birlikte on konu ele alınıyor.

Bu kitaptan edindiğim izlenime göre Nietzsche, “Eğitim ve öğretim” konusuna oldukça özgün, değişimci ve bağıllıktan uzak bir perspektifle bakıyordu. Ona göre yüksek, orta ve ilköğretim şeklinde başlıklandırılan Alman eğitim sisteminin birçok kademesinde çözüm bekleyen birtakım sorunlar bulunmaktaydı. O, eğitim sahasında rakamsal artıştan çok kaliteye önem veren bir düşünürdü. Bu nedenle Basel’de bir eğitimci olarak ders verirken Almanya’da bir devlet politikası olarak üniversitelerin hızla çoğaldığını, eğitimin dar uzmanlık alanlarıyla bölündüğünü, bu kısır ve boğucu ortamın dâhilerin yetişmesini engellediğini söylüyordu. Dolayısıyla o, öncelikle eğitim denilen olgunun temellerini sorgulayarak sistemini kurmak istiyordu. Ardından “iyi” ve “kötü” kavramlarının ötesine geçiyor, bu iki kavram ne zaman, neye göre, niçin iyi veya kötü bunları tartışmaya açıyor; kültürün izafiliğine karşı çıkıyor, eğitim ve öğretimin Alman devletine göre şekillenmesi ve siyasete boyun eğmesi gerektiği düşüncesinin uyduruk bir kültür yaratacağını iddia ediyordu.(4) Bununla birlikte o, branş sahasında yükselmeyi dar alanda bir fabrika işçisinin aynı vida veya cıvatayı çevirip durması veya aynı kulpu takmakla meşgul olmasına benzetiyor ve bunu “branş dışı cehalet” olarak görüyordu. Öte yandan bu branş daralması ile dinî bilgilerdeki derinleşme döngüsünün benzeştiğini ve bunun kültürü olumsuz yönde etkileyen bir tür gazetecilik yüzeyselliği gibi bir sığlaşma ortaya çıkardığını vurguluyordu.

Elbette Nietzsche’nin eğitime dair eleştiri ve önerileri sadece bundan ibaret değildir. O, klasik lise eğitimine yönelik de bazı eleştiri ve önerilerde bulunan bir düşünürdür. Çünkü buradaki bazı aksaklıklar, ciddi pedagojik sorunlara yol açabilecek ve bir üst eğitim sahası olan üniversite öğrenimini de olumsuz etkileyecek merkezî bir öneme sahiptir. Bu olumsuzlukların başında da dil ile ilgili sorunlar gelmektedir. Dahası Nietzsche’ye göre Almanya’daki liseler öğrencilere kültür değil, daha çok kuru bilgi vermektedir. Bu arada öğretmenler öğrencilere dil bilinci kazandırmak yerine sanki Almanca ölü bir dilmiş gibi bir tarihçi anlayışla yaklaşmaktadır. Dolayısıyla o, tarih odaklı ve sadece geçmişe kodlu dil örgüsüne karşı çıkmakta, Almancanın şimdiyi ve geleceği içine alacak şekilde kullanılmamasının, öğrencilerin bilinçaltında bugünün ve yarının sorumluluğundan kaçınmak gibi bir etki oluşturma ihtimalinden söz etmektedir. O halde fazlasıyla canlı ve hareketli olan bu genç dimağlara tüm zamanı ve siygaları içerisine alan aktif ve işlevsel bir dil kullanımı kazandırılmalıdır. Bunun başarılabilmesi için Almancanın öncelikle kendi kültür ruhuyla yoğrulması; şiir, edebiyat ve sanatla zenginleştirilmesi, dolayısıyla yüzeysel bir dil kullanımı olan gazetecilikten kurtarılması gerekir. Bu da dilin doğru kullanılması, bir kültür dili hâline getirilmesi; Goethe, Schiller, Lessing, Winckelmann gibi klasik edebî otoritelerin eserlerinin okutulmasıyla mümkün olabilir.(5) Değilse bu okullar Alman toplumuna dâhiler kazandıracak eğitim kurumu olmaktan çıkar, sadece Alman devletinin çıkar ve menfaatlerine uygun memurlar yetiştiren birer yapıya dönüşmüş olur. Bundan böyle Nietzsche, lise öğretmenlerinin çok yönlü bir bakış açısına sahip olmalarını; öğrencileri düşünmeye yönlendirmelerini, çokça ev ödevi vererek onların yaratıcı zekâlarını baskı altına almamalarını, hür bakışlı, farkındalık katıcı, problem çözücü bireyler olarak yetiştirmelerini önceler.

Nietzsche’ye göre gerçek eğitimciler, kurumlar tarafından yetkilendirilmiş sertifika sahibi kişiler değil, bireylere hayatı nasıl hissedeceklerini ve gerçek varoluşlarının bilincine nasıl varabileceklerini gösterebilen öğretmenlerdir. Dahası öğrencileri özgürleştiren, ilham verebilen ve dönüştüren şahsiyetlerdir. Onun klasik liselerde eleştirdiği olumsuzluklardan biri de, gençlerin kendilerini doğanın üstünde görecek ve ona egemen olacak yegâne kişilermiş gibi bir anlayışla eğitilmeleridir. Dolayısıyla filozofa göre, doğa ile gerçek anlamda böyle iletişim kurulmamalıdır. Kendini doğayı ele geçirme adayı gibi gören bir kimsenin onu anlaması mümkün değildir. Gençler doğaya egemen olmaya kalkmak yerine, ona saf ve samimi bir niyetle yaklaşmalı, kendi benliklerini doğanın aynasında yeniden tanımalıdır. Dahası Almanya’nın eğitim sistemi, böylesi donanıma sahip büyük düşünür ve filozoflar yetiştirmelidir. Ama bu filozoflar öncelikle Alman devletinin değil, hakikatin adamı olmalıdır. Çünkü önceliği devletin yanında yer almak olan, gerçeğin dostu değildir. Bunun yanında Nietzsche, devlete bir de din kültürü ile ilgili bir eleştiri yöneltir. Devletin dini kendisi için kullanmaması gerektiğini söyler. Hıristiyanlığın başına gelenleri, devletin bencilliği ile ilişkilendirir. Dahası kullanılan dinin, kendi özgün amacı ile çelişen bir konuma düşeceği uyarısında bulunur. Dolayısıyla Alman toplumunun bütün bu çelişkilerden iyi bir eğitim sistemi ile kurtulacağı sonucuna ulaşır.

Nietzsche, bir eğitim sisteminin en gözde ve en vitaminli meyvelerinin dâhiler olduğu düşüncesindedir. Dolayısıyla devletin ve eğitim sisteminin en öncelikli hedeflerinden biri, kendine itaat edecek memurlar yetiştirmek yerine Schopenhauer gibi felsefeci dâhiler çıkarmak olmalıdır. Nietzsche’ye göre Schopenhauer bütün filozofluk özelliklerini üzerinde taşıyan özel bir prototiptir. Her şeyden önce o özgür ruhlu bir kişiliktir. Çağına karşı durma, erken yaşta insan doğası hakkında bilgi sahibi olma, bilgelik için hiçbir eğitim almama, geçim kaygısı taşımama, devletle hiçbir menfaat ilişkisine girmeme gibi niteliklere sahip bir bireydir. Onun, felsefi tutkuya sahip bir şahsiyet olarak politikayla uğraşacak zamanı yoktur. Ona göre çağın putlarının düşünceli ve saygın insanlar tarafından kutsanıp durması büyük bir ayıptır. Dolayısıyla varoluş sorununun siyasal bir olguyla çözülebileceğini düşünen her felsefe yalancıdır veya sözde felsefedir. Nietzsche, aynı zamanda bu sözleriyle Alman üniversitesinde profesör olarak çalışan Hegel’e de bir göndermede bulunur ve onu dolaylı bir şekilde eleştirir. Ona göre Hegel, Alman devletinde çalışan bir memur veya profesör olduğundan bağıl kalmaktan kurtulamamış, Schopenhauer gibi tam yansız, salt bağımsız bir filozof olamamıştır. O halde kısır döngülerden kurtulmak için toplumlar bir an önce eğitim sistemlerini ideal anlamda düzeltmeli, tekil büyük insanı yetiştirmek için çalışmalıdır. Bu tekil insan da Schopenhauer gibi bir dâhi ya da bir “Üstinsan” formu, yani “İnsanıkâmil” olmalıdır. Ancak Nietzsche, bu üstinsanın da ütopikleştirilmesini veya “aşılamaz” bir kişilik hâline dönüştürülmesini istemez. Çünkü bu durum aynen dinî şahsiyetlerini tabulaştıran topluluklarda olduğu gibi kişi ya da kitleleri bir çeşit edilgenliğe, dahası beyinleri bir kalenin içerisine hapsetme yanlışlığına götürür.

Bütün bunlardan başka Nietzsche’nin “Bir Eğitimci Örneği Olarak Zerdüşt, Dionysosçu Eğitim” başlıkları altında detaylıca ele alınmayı hak eden birtakım sembolik ve efsanevi konular, eğitim ve öğretimle ilgili görüş ve düşünceleri de bulunmaktadır.(6) Zerdüşt, dâhilerin ve üstinsanın da üzerinde bulunan, onlara öğretmenlik yapan, bilinci, bilgiyi, acıları ve ebedî döngüyü savunan çok daha idealist bir eğitimci formudur. “Dionysosçu Eğitim” ise eski Yunan tanrılarından düşünceyi temsil eden Apollon ile eylemi temsil eden Dionysos’tan esinlenerek oluşturulmuş üst eğitim formlarıdır. Bu formlar, mevcut değerlere hayır ama yaşama evet diyen insanları yetiştirecek bir sistem inşasını ifade eder. Çünkü insanoğlunun benliğe batmış hâli Nietzsche’yi tiksindirmektedir. Bundan böyle Nietzsche’ye göre bir eğitim veya eğitimci birilerini rahatsız etmemişse farkındalık oluşturamamış veya amacına ulaşamamış demektir. Nietzsche’ye ait eğitim ve öğretimle ilgili ele alınması gereken daha bunun gibi birçok ayrıntı bulunmaktadır. Ancak makalemizin diğer filozof ve düşünürü Hegel’in de eğitime dair kayda değer birtakım görüş ve önerileri vardır ve onlara da kısmen temas etmek gerekmektedir.

Hegel, Nietzsche’ye göre birçok sahada olduğu gibi eğitim sahasında da bir hayli farklı düşünen bir filozoftur. O, daha çok devlet odaklı, bağıl ve yerellik vurgulu bir bakış açısına sahipmiş gibi görünür. Dolayısıyla onun eğitimle ilgili ön görülerini ikincil öneme sahip önerilermiş gibi değerlendirenler olmuştur. Ancak onun sanılandan çok daha idealist, evrimci, insansallaştırıcı ve özgürlükçü bir filozof ve düşünür olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Her şeyden önce Hegel, insanlık âlemine en tutarlı, en rasyonel felsefi sistemlerden birini armağan eden bir filozoftur. Dolayısıyla onun temellendirdiği sosyal ve siyasi düşüncelerin önemli bir kısmı dünyadaki birçok ülkeyi etkilemiş, çok sayıda ulus devlette yaşama geçmiş durumdadır. Mesela bugün Haptschule, Realschule ve Gymnasium gibi okul türlerinin Alman eğitim sisteminde yer almasında Hegel’in görüş ve önerilerinin etkisi büyüktür.(7) Bununla birlikte Hegel’in eğitime dair pedagojik önerileri arasında önemli bir yere sahip bulunan Bildung kavramı, bir nevi uygarlığa giden yolda bir “Üst kültür inşası”nı ifade eder. Sosyal, kültürel ve hukuki birçok olguyla iç içe gelişen Bildung, eğitim açısından zorlu ve zorunlu bir süreçtir. Bu kavram, aynı zamanda bireyin özgürlüğünün başkalarının özgürlüğünde içlemlendiği gerçeğini kişiye öğreten bir yüksek kültür kazanımıdır. Bu da Alman eğitim ve siyaset çevrelerinde çok yönlü, içtenlikli, diğerkâm ve otantik bir bilinç ve eğitim algısı oluşturmakla mümkündür.

Bütün bunların yanında Hegel’in eğitim konusunda bazı çelişkili görüşleri de yok değildir. Mesela o, bazı eğitim konularına cinsiyetçi bir bakış açısıyla yaklaşmış; hem kadınların güzel düşünce ve beğenilere sahip zarif ve ince insanlar olduğunu hem evrensel boyutlarla ilişkili sanat ve felsefe gibi üst bilimlere uygun olmadıklarına dair birtakım görüşler öne sürmüştür. Hatta bu konuda işi biraz daha ileriye götürmüş; “Kadınların başında olduğu hükümet tehlikede demektir.”(8) şeklinde bir görüş ortaya koyabilmiştir. Bununla birlikte onun, İsviçreli iki düşünür Rousseau ile pedagog Pestalozzi’nin tam aksine çağdaş eğitim sisteminden uzak durmayı ve bu konuda hiç kimseden etkilenmemeyi tercih etmek gibi bazı korumacı rezervleri vardır. Hegel, eğitim ve öğretimle ilgili daha birçok konuda; öğrencilerin okul disiplini, bursluluk, özel okullar, sanat, ödül-ceza ve aile terbiyesi gibi sahalarda birtakım pedagojik önerilerde bulunmuş ve felsefi görüşler üzerinde durmuştur. O, özellikle aileye büyük önem vermekte, dahası aileyi çocuğa etik kozmik ruhu aşılayan duygu ve sevgi üssü gibi bir yapı olarak görmekte; ailenin ihmalleri sebebiyle okulun suçlanmaması gerektiğini ifade etmektedir.

İnsan, eğitim ve öğretimi zor olduğu kadar gelişken, akıllı ve yaratıcı bir varlıktır. Eğitim öğretim, gelişim dönüşüm, yaşama adaptasyon, topluma uyum noktasından hayata bakıldığında, insan ile diğer canlılar arasında şaşırtıcı zıtlıklar, afallatıcı kabiliyet veya yetmezliklerle karşılaşırız. Bundan böyle yeni doğmuş bir koyun kuzusu ile bir insan yavrusunun yaşama olan uyumu, eğitimi veya adaptasyonu arasında insanın kafasını allak bullak edecek oranda birtakım olağanüstülüklerle karşılaşmak, şaşırtıcı olduğu kadar düşündürücüdür. Bu bize, eğitimin “kazanım” açısından güdüsel, yetisel ve eğitsel birtakım çeşitliliklerinin olduğu sonucuna götürmektedir. Burada koyun kuzusunun doğduktan beş on dakika sonra ayağa kalkması, yürümeye çalışması, bir süre gezindikten sonra annesini emmeye başlaması, onun bu eğitimi, öğrenim ve beceriyi güdüsel bir kazanımla elde ettiğini göstermektedir. Buna karşın insan yavrusunun el ve ayaklarını oynatma, oturma, emekleme, ayağa kalkma, yürüme ve koşma eylemlerini daha uzun ve zahmetli bir süreç içerisinde öğrenmesi; daha sonra bu öğrenmeyi öğretmeye, yürümeyi “yürütme”ye, hatta “yasama” ve “yargı”ya kadar götürerek günlük yaşamın tüm alanlarını kapsayacak biçimde yayıp geliştirmesi, onun yetisel ve eğitsel bir varlık olduğunun göstergesidir. Hegel, insandaki bu yetisel ve eğitsel zenginliği, “İnsan, hayvanların içgüdüselliğinden farklı olarak isteklerini (iradesini), tasarım, düşünce yoluyla genişletebilmektedir.”(9) şeklinde bir tespitle açıklamaktadır.

Hegel, Alman toplumunun ideal düzeye ulaşabilmesi için gelecekten çok geçmişin göz kamaştırıcı tablolarına bakmak gerektiği düşüncesindedir. Bu tabloların da eski Yunan klasikleri ile Roma Latin edebiyatında bolca bulunduğu, özellikle Yunan klasiklerinin bu konuda çok değerli ve zengin içerikler barındırdığı görüşündedir. Dolayısıyla o, eski Yunan edebiyatını Alman toplumunu olumlu anlamda şekillendirecek asil insanların düşünce deposu olarak görmektedir. Ona göre bu depo ideal insan inşasının temellerinin atılması için gerekli olan tüm malzemeyi bünyesinde bulundurmaktadır. Bununla birlikte Hegel, eğitimi ahlaklı insan yetiştirme sanatı olarak tanımlamaktadır. Dahası ahlak, tüm eğitim çabalarının yegâne amacıdır. Bundan böyle insanın iç dünya yasalarını kendine açmak gibi bir misyona sahip bu karakter, eğitim yoluyla öğrencilere kazandırılmalı ve güvence altına alınmalıdır.(10)

Sonuç itibariyle Nietzsche ve Hegel’in eğitim felsefelerinde, kâh birbiriyle örtüşen kâh ayrı düşen birtakım farklılık veya farkındalıklar bulunmaktadır. Bu doğal olduğu kadar, olması gerekli bir zenginlik veya çeşitliliktir. Hegel, her şeyden önce eğitimle ilgili eleştiri ve önerilerini, bizatihi gymnasium ve üniversitenin içerisinden; Nietzsche ise on yıllık üniversite akademisyenliğinin ardından, dahası gör-düğü aksaklıkları biraz daha dıştan bir bakışla eleştiriye tabi tutan bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanında her iki filozof da, eğitimle ilgili görüş ve önerilerini Bildung anlayışı üzerinden şekillendirmeye çalışmış ve bu anlayışın topluma kazandırılması hâlinde Almanya’nın dönüşerek özgürleşeceği idealinde birleşmiştir. Ayrıca her iki düşünür de, doğaya egemen olma üstenciliğini artıran eğitim anlayışına karşı çıkmaktadır. Hegel din eğitimini önemserken Nietzsche ise bunu alan daraltıcı branşlaşma sorunu gibi görmekte, dinin fikrî ve düşünsel olarak kitleleri edilgenleştireceği kanısındadır.(11) Her iki filozofun da, eğitimle ilgili daha bunun gibi birçok alanda ortak veya farklı fikir ve düşünceleri bulunmaktadır.

Hâsılı hayat denilen kozmik akış seyrini sürdürdüğü müddetçe eğitimle ilgili problemler, eleştiri ve çözümler devam edecektir. Dahası insanlığın mükemmeli arama serüveni; başta eğitimciler, pedagoglar, filozof ve düşünürler olmak üzere tüm medeniyet öncülerinin görüş, eleştiri, teklif ve önerileri ile gelişecek, günün şartlarına göre yeni şekiller alacak, birtakım modern algı ve anlayışlar çerçevesinde daha da zenginleşerek iyinin iyisine doğru yolculuğunu sürdürecektir. Bu büyük emek ve özveri isteyen, çileli, uzun ince bir yoldur. Bundan böyle Nietzsche, hemen her devrim veya dönüşümün neden olduğu sancılı süreçler gibi, eğitim ve öğretimle ilgili yeniliklerin de birtakım değişime direnme ve korumacılık geliştirme kökenli rahatsızlıklar oluşturacağı ön görüsünde bulunur. Ve bu rahatsızlıkları âdeta kutsarcasına olumlu karşılar. Dolayısıyla o, “Şayet bir eğitimci veya eğitim sistemi hiç kimseyi rahatsız etmediyse amacında başarısız olmuştur.”(12) şeklinde bir söz söyler.

Kısacası Nietzsche ve Hegel, o küresel lisanslı perspektif ve ufuklarıyla ta birkaç asır öncesinin Almanya şartlarından içinde bulunduğumuz zamanları aydınlatmakta, eğitim öğretimle ilgili birtakım eleştiri ve önerilerde bulunmaktadır. Çünkü küresel olan her fikir ve ışığın, tüm zaman ve mekânları aşan bir gücü ve güncelliği vardır.

Mesut ÖZÜNLÜ

____________________________________

(1) İlyas Çelebi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “Hüsün ve Kubuh” maddesi, c. 19, s. 59-63, İstanbul 1999.
(2) Murat Öztürk, “John Dewey’in Eğitim Felsefesi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, s. 22, İstanbul 2008, nek.istanbul.edu.tr/ekos/TEZ/43745.pdf, 25.02.2025.
(3) Nurgül Karabağ, “Dâhi mi Memur mu? Nietzsche’nin ve Hegel’in Eğitim Felsefesi”, Nobel Akademik Yayıncılık, I. Baskı, Ankara 2024.
(4) A.e., s. 3.
(5) A.e., s. 7.
(6) A.e., s. 22, 29.
(7) A.e., s. 58.
(8) A.e., s. 59.
(9) A.e., s. 72.
(10) A.e., s. 83.
(11) A.e., s. 85, 87.
(12) A.e., s. 25.

Paylaş:
5 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Nietzsche ve hegel de “eğitim şart” diyor ama nasıl? Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Nietzsche ve hegel de “eğitim şart” diyor ama nasıl? yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
NİETZSCHE VE HEGEL DE “EĞİTİM ŞART” DİYOR AMA NASIL? yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
Oktay Güvener
Oktay Güvener, @oktayguvener
6.3.2025 08:51:04
Güzel bir eser olmuş kaleminize sağlık üstadım tebrikler.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL