2
Yorum
2
Beğeni
1,0
Puan
297
Okunma
.. Amcamla birlikte Malatya ya geldiğimiz bu ev iki katlı ahşap bir yapı olmasına rağmen oldukça büyük iki katlı bir evdi. Amcamlar üst katta oturuyorlardı Avlu içindeki bu eve yandan merdivenlerle çıkılıyordu. Salon da karşılıklı olarak duvar dibine (makat dedikleri)ahşap dan yapılmış uzunca birer oturma yeri vardı üzerine renkli desenli kilimler ve oturulmak için de ince minderler konulmuştu.
O zamanlar Şimdi ki gibi kanepe koltuk nerdeeeee.
Yanılmıyorsam iki tane de odası ve salondan direk geçilen geniş bir bölüm daha vardı ki mutfak olarak kullanılıyordu.
Duvarın da tabak çanaklar için raflar yiyecekleri saklamak için de büyükçe bir tel dolap asılıydı. Yer de bir ocak içinde üçlü sac ayağı denilen demirden yapılma bir şey vardı tencerelerde yemekler pişirilir bazen de sac ekmeği açılır tepsilerle börek baklava yapılırdı. Ateş köz haline geldiğinde ve işleri bittiğinde yengem o ateşi mangala çeker ve salonun ortasına getirirdi o mangal ateşinin verdiği sıcaklıkla hem salon hem de odalar ısınırdı. Amcamın üç kızı bir de oğlu vardı. Günler kendi halinde geçerken ve Baba özlemim içimde her gün biraz daha çoğalırken Yengem zaman zaman beni yanına oturtur sarılır ağlar ve Annen ölmemiştir çağam sana yalan söylüyorlar inanma onlara ve üzme kendini diyordu ve o güzel yüreği ile daha o yaşlarda iken bile bana teselli veriyordu. Salonun bir penceresi yola bakıyordu yol derken öyle ana cadde gibi düşünmeyin. Bağ bahçe sahiplerinin ve diğer evlerde oturan insanların gelip geçtiği dar bir sokak işte. sokağın diğer tarafın da yani o pencereden dışarı baktığım da çeşmenin başın da yanında çocukları ile su dolduran kadınları görür duygulanırdım hep. Çok geçmeden Babamı özlemeye acaba o ne yapıyordur ne zaman gelecek de beni götürecek diye düşünmeye başlamıştım. Nereden duyduğum nasıl öğrendiğimi bile hatırlayamadığım bir türkü söylerdim ağlayarak.
Tren beni kesti durma gel Baba diye.
Çeşmenin başında ki kadınlar da hüzünlenir göz yaşları ile dinlerlermiş ben o Türküyü söylerken daha sonra ki yıllar da yengem bu konudan da bahsederdi anlatırdı hep rahmetli.
Amcamın oturduğu ev. Malatyanın sayılı zenginlerinden olan Kadir ağa denilen muhterem bir adama aitmiş göz alabildiğine bahçesinde Kiraz ağaçları kaysı ağaçları ve yapraklarına Tevek dedikleri asma ağaçları vardı.
Yengem ve kızları ile kaysı ve kiraz toplardık. Bahçede yaşadığım o güzel günleri de hiç unutamadım.
Malatya da bir de Halam varmış Babamın kız kardeşi yani Bibi diyorduk ona da zaman zaman ziyaretime gelir bana sarılır ve ağlardı. Yengemle araları pek iyi olmamasına rağmen beni ve diğer çocukları görmeye geldiğini söylerdi. Leblebi, üzüm ve akide şekeri getirirdi bizlere ve akşama doğru da giderdi. Giderken de bize de gelin nevzat bende de kalsın derdi ama yengem götürse de orada kalmama izin vermezdi. Amcam ve yengem beni kendi çocuklarından hiç ayırmıyor hatta zaman zaman bana daha da iyi davranıyor ve bir dediğimi iki etmiyorlardı
Amcamın kızlarından ortanca olanı yaramazlık etmeyeyim diye beni sürekli kolluyor ve ilgileniyordu ben de ara sıra kavga etsek de çok seviyordum onu. Bana ablalık yapıyordu. Amcam her zaman bu çocuğu üzmeyin evimizin emanetidir diye telkinlerde bulunuyor onlarda fazlası ile ihtimam gösteriyorlardı bana. Babamın bir zaman sonra gelip beni İstanbul’a götüreceğini bilmek de ayrı bir umut yeşertiyordu yüreğimde. Ama durum hiç de benim sandığım düşlediğim gibi değilmiş. Babam ayrılığın o hoyrat sillesinden sonra eczacı kalfası olarak çalıştığı işten ayrılmış elindeki üç beş kuruşla da Pazar yerlerinden yer alarak pazarcılığa başlamıştı meğer.
Bunu amcama gelen bir mektubu amcam yengeme okurken istemeden kulak misafir olarak öğrenmiş ve artık gelmez gelemez diyerek çok ağlamıştım yattığım yer yatağın da.
Sonraki günlerin birin de yengem Nevzat sen gel bizim oğlumuz ol boş ver İstanbul’u dediğin de Ben Babamı istiyorum diyerek haykırmış, ağlamıştım. Aslın da çok seviliyor değer görüyordum sağ olsunlar bir dediğimi iki etmiyorlardı ama yine de çocuksu bir özlemdi benimki sanırım. Bu arada zaman çok çabuk geçmiş
Okul çağım gelmişti Bir akşam üstü çalınan kapıyı yengem merdivenlerden inerek kapıyı açtığın da merdivenin başından bakan ben içeriye Babamın girdiğin görmüş ağlayarak merdivenlerden inerek sarılmıştım
Babama. Ev de Mangalın üzerin de odun ateşinin közleri olduğuna göre sanırım mevsim kış aylarının biriydi.
Babam nihayet gelmişti ve ben artık onunla gidecektim.
Akşam yenilen yemekten sonra
Babam artık okul zamanı geldi
Nevzatı okula vereceğim dediğin de ise İstanbul a babamın yanına ve okula gideceğim için çok sevinmiştim.
Bir kaç aylık da olsa artık misafirliğim bitmişti ve ben Babamla beraber olacaktım bundan sonra.
Oysa kader hiç de öyle yazılmamıştı.
Ruhum da parlayan sevinç ve umudun diğer yüzü
karanlıktı çünkü.
...1958.
-
A.Nevzat Uçar.
-
1.0
100% (1)